Hikâyeyi hepimiz bilir değil mi?
Çocukluğumuzdan beri anlatılır veya biz de anlattık tembel ağustos böceğinin başına gelenleri.
Unutanlar için yazıyorum tekrar:
Eğlenceyi oldukça seven bir ağustos böceği varmış. Bu ağustos böceği devamlı saz çalar, şarkı söyler tüm gününü bu şekilde geçirirmiş.
Derken güzel, sıcak günler bitmiş, kış gelmiş. Artık havalar oldukça soğuk ve yağışlıymış. Ağustos böceği şarkı söylemez hale gelmiş. Soğuktan oldukça üşüyormuş ve karnı da oldukça açıkmış.
Fakat stokta yiyeceği yokmuş.
Fakat o bütün yaz boyu elinde gitarla eğlenirken, minik komşusu karınca tüm yazı ‘Kış hazırlığı’ yaparak geçirmiş. Ağustos böceği bunu hatırlamış ve aklına karınca komşusundan ödünç istemek gelmiş;
“Karınca komşumdan ödünç yiyecek bir şeyler isteyeyim, hem ne var ağustosta yine öderim” demiş.
Ağustos böceği bu fikir içinde karıncanın kapısına gitmiş.
Kapıyı çalmış.
Karınca açmış kapıyı.
Karşısında açlık ve soğuktan perişan olmuş ağustos böceğini görmüş;
“Ne istiyorsun ağustos böceği?” demiş.
“Karınca kardeş havalar oldukça soğudu oldukça üşüyorum, üstelik karnımda oldukça aç fakat yiyecek hiçbir şeyim yok. Bana ödünç yiyecek bir şeyler verir misin? Söz veriyorum ağustosta borcumu ödeyeceğim sana” demiş ağustos böceği.
Karınca; “Niçin yiyecek hiçbir şeyin yok, tüm yaz ne yaptın sen?”
Ağustos böceği oldukça utanarak: “Şeyyy, ben tüm yaz saz çaldım, şarkı söyledim. Kış için asla hazırlık yapmadım.”
Karınca oldukça sinirlenmiş bu cevabı duyunca; “Madem öyle tüm yaz boyunca saz çalıp, şarkı söyledin şimdide oyna o zaman” demiş ve karınca, ağustos böceğinin yüzüne ‘Tak!’ diye kapıyı kapatmış.
Şimdi bunu neden yazdım?
Şundan:
Şimdiki nesil aynı ağustos böceği gibi.
Bırakın bütün yazı, kışı, baharı, sonbaharı bile saz çalıp oynayarak geçiriyor.
Gelecek kaygısı ile tembellik, onların ruhlarına sirayet etmiş.
Ellerinde en son model telefon (ki genellikle Iphone.)
Üstlerinde marka giysiler.
Pahalı marka kokular sürünülmüş.
Saçlar janti.
Bütün gün telefonla veya tabletle oynuyorlar.
Bu benim tespitim değil tabi.
Etrafınıza bakın şu an bile bunlardan bir dolu göreceksiniz.
Şimdi,
Bu ağustos böceği hikâyesini onlara anlatsanız sizi dinlemezler bile.
“Sıkıldım” derler.
Çünkü onların Ağustos böceği, karıca hikâyesi başka.
Nasıl mı?
Okuyun o halde:
Eğlenceyi oldukça seven ağustos böceği bütün yaz boyunca devamlı telefonu ile oyunlar oynar, TikTok videoları çekermiş. Tüm gününü bu şekilde geçirirmiş.
O sırada karınca ise sürekli olarak çalışır, kış için buğday ve tohum toplarmış.
Bunu gören ağustos böceği; “Karınca kardeş bırak çalışmayı da gel bana takıl, oyun oynayalım” dermiş.
Karınca buna yüz vermez işine bakarmış.
Derken güzel, sıcak günler bitmiş, kış gelmiş.
Artık havalar oldukça soğuk ve yağışlıymış.
Karınca yuvasına sobanın karşısında ayaklarını uzatmış televizyon seyrederken kapı çalmış.
Kendi kendine; “Bu kesin ağustos böceğidir. Benden yine yiyecek istemeye geldi.” Şeklinde söylenerek kapıyı açmış.
Bir de ne görsün?
Karşısında kürkler içinde, marka ayakkabılar ve elbiselerle ağustos böceği. Hatta marka parfüm kokusu da etrafı sarmış çoktan.
Kapının dışında ise bir Limuzin şoförüyle bekliyormuş.
Şaşkınlıkla sormuş karınca:
“Ne bu hal? Sana miras mı kaldı? Hâlbuki sen bütün yaz video çekip, oyun oynadın?”
Ağustos Böceği şöyle bir gerindikten sonra cevaplamış soruyu:
“Yok canım ne mirası? Hani ben videolar çektim ya? Onlar acayip tuttu, bir dolu para kazandım. O paralarla yaptım bunları?”
Karınca merakla sormuş yeniden:
“Peki benden ne istiyorsun?”
Ağustos böceği kibirli:
“Paris’e gidiyorum yarın uçakla, ödül törenim var. ‘Bir şey istiyor musun?’ diye sana sormaya geldim…”
Karınca biraz sinirlenmiş tabi.
Zira kendisi bütün yaz çalışmış, bu böcek ise bütün yaz yan gelip yatmıştı.
Adaletsizliğe kızarak demiş ki:
“Paris’e gittiğinde orada La Fonten adında bir adam var. Hah işte onu görürsen benim yerime onun yüzüne tükür…”
SILA SOKAK
Bizim ev Sıla Sokak’ta.
Neresi burası?
23 Nisan Köprüsü’nün Barbaros Mahallesi tarafına uzanan sokak.
İnanmazsınız ama bu sokak İstanbul’daki Bağdat Caddesi2nden daha kalabalık, daha pis ve daha trafiği yoğun bir yer.
Tek tek anlatacağım hepsini.
Öncelikle en kaba tabir ile “Kangren olmuş” sorunundan başlayayım.
Eskiden, 23 Nisan yaya köprüsünün yerinde, derme çatma bir köprü vardı.
İnsanlar kendi imkânları ile yapmışlar.
Barbaros’u pazara bağlamak için.
Fakat bir gün yağan oldukça kuvvetli yağmurlar sonrası barajın kapakları açılınca gelen kuvvetli su, bu köprüyü aldı götürdü.
Belediye hizmet olarak yerine tekrar bir köprü yapma ve yapmama konusunda tereddütler yaşadı.
Başkan o sokaktaki kahveye geldi, mahalle halkı ile birtakım tartışmalar yaşandı.
Yapılmama konusundaki sebep ise, az ilerideki Parion Hotel kavşağından karşı kıyıya bir köprü düşünülmesiydi.
“Nasılsa oraya bir köprü yapılacak, bu fuzuli olur” şeklindeydi düşünce.
Parion Hotel yanına yapılması düşünülen köprü, Demircioğlu Caddesi’ni karşı kıyıya bağlayacak ve trafik yükünü hafifletecekti.
Ancak bu proje rafa kalkınca Sıla Sokak’ın devamına yaya köprüsü yapılması elzemdi.
Nihayetinde sadece yayaların geçeceği köprü ihaleye çıkarılarak yapıldı.
Ancak düşülmeyen tek şey vardı: Motosikletler, bisikletler…
Köprü 2 metre daha geniş yapılsa ve motosikletlere ayrı bir yol düşünülse her şey hallolacaktı.
Ama olmadı.
Köprü yapıldıktan sonra bu köprüden yayadan çok motosiklet geçmeye başladı.
Daracık köprüden insanın üzerine motorlar gelinmesi sonucu birçok kaza yaşandı.
Ama hiç biri kayıtlara geçmedi, geçiştirildi.
Hatta annem bile o yaşlı haliyle motosiklet yüzünden düşmüştü ve Allah’tan bir şey olmamıştı.
Şikayetler sonucu sadece Cuma günleri, (çünkü Pazar dolayısı ile yoğun kullanılıyor) trafik polisleri bazen gelerek ceza uygulaması yapıyorlardı.
(Son zamanlarda rastlamadım, belki yapılıyor ama ben görmedim)
Şehir yöneticileri yüzlerce kez bu köşeden dile getirmeme rağmen bir çözüm bulmadılar.
Ama şunu yaptılar;
Köprü girişinde bulunan “Motosiklet giremez” tabelasını, “Taşıt Giremez” tabelası ile değiştirdiler.
Allah razı olsun, buna da şükür.
Ama kusura bakmasınlar şimdi daha çok taşıt geçiyor.
Biz mahalleliler olarak hala çözüm bekliyoruz.
Umudumuzu kesmedik.
Köprünün Barbaros ayağı tarafındaki Reşat Tabak Caddesi üzerine köprüye geliş noktasına, otomobillerin, kamyonların v.s. taşıtların hızını önlemek üzere kasisler yapıldı.
Ama nasıl?
Yarım.
Evet köprüye yaklaşıyorsunuz ve sadece sağ tarafta kasis var, sol taraf boş.
Diğer taraf ta aynı.
Böylece Hızını kesmek istemeyen araç yönünü sola kırarak kasis olmayan yerden geçiyor.
Kaza önlenecek derken, daha çok kazaya meyden verilecek.
Geçen akşam köprüden geçtik eşimle eve gideceğiz.
Karşıya geçmek üzere sağa sola baktım iki taraftan da motosiklet geliyor.
Ama ne hız, sormayın gitsin.
Kavislerden geçme şansları yok, zira geçmeye kalksalar kaza yapacak derecede hızlılar.
Eşime dedim ki: “Bak şimdi bunlar kasisten geçmemek için karşılıklı olarak iki kavis arasındaki boşluktan geçmeye kalkacaklar ve kaza yapacaklar”
Ne oldu bilin bakalım?
Son anda birbirlerine toslamamak için durdular.
İkisi de birbirine “Dikkat etsene!” dediler ve gittiler.
Bir başka sorun ki bence en önemlisi; Burada yaya şeridi yok.
Köprü çıkışı karşı kaldırımların tam ortasına denk geldiğinden insanlar kaldırıma yürümektense, yol ortasından yürümeyi tercih ediyorlar.
Kaza geliyorum diyor, bilginiz olsun.
Buraya derhal yaya şeridi çizilmelidir.
Hatta köprünün çıkışına yayaların karşıya direkt geçmemeleri için bariyer konmalı ve yayalar sağa, sola yönlendirilmeli.
Bu aynı zamanda motosikletlerin köprü kullanmalarını da caydıracaktır.
Ve işte bir başka sorun:
Cuma pazarı otoparkının yetersiz oluşu (Cuma günü pazarın olduğu günler) sebebiyle, insanlar arabalarını bizim sokağa park ediyor.
Daha sonra pazar arabaları ile köprüden geçerek pazarını yapmaya gidiyorlar.
Bu sebepten dolayı bizim sokak park alanına dönüyor.
Sitemizin önünde bulunan park alanının çıkışına park eden araçlar, arabalarımızı engelliyorlar. Çıkmak için insanları bekliyoruz ve tartışmalar yaşanıyor.
Ayrıca sokak içinde trafik kurallarına takla attıracak parklar da yaşanıyor.
Şu resim sadece bunlardan bir tanesi.
Ayrıca satış için sokağa park eden insanların araçları trafiği alt-üst ediyor.
Tabi bu sokağın, yandaki market zinciri tarafından pisletildiğini de anlatmam lazım.
Bizim sitenin bahçesine uçuşan pislikleriyle de bizler uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Günde 24 saat belediye temizlik işçisi bu sokakta nöbet tutsa, inanın baş edemez.
O kadar diyeyim yani.
Ben sürekli olarak bu rezilliğin fotoğraflarını çekip yolluyorum yetkililere, onlar da kayıtsız kalmayıp temizletiyorlar ama palyatif tedbir olarak kalıyor.
Kalıcı bir çözüm bulunması için neler yapılacaksa yapılsın.
Belki de sokak içlerine market zincir ruhsatı verilirken bunlar da düşünülsün.
Mevcutlar için de bence mahalle halkından referandum istensin.
Koskocaman şehirde bu sadece bizim sokağın dertleri.
Başka ne dertliler vardır kim bilir, sesini duyuramayan.
BARIŞ KORDONU
Bu resimleri bir arkadaş çekip, sosyal medyada yayımlamış.
Ben de defalarca bu konuya değinmiştim.
Soru şu:
“Hani yerleri pisletenlere ceza kesilecekti?”
“Kesildi mi?”
“Kesildiyse bu anı fotoğraflayıp sosyal medyada yayalım ki caydırıcı olsun.”
“Yok kesilmiyorsa;
Görev eksik yapılıyor ona göre.”