Bir görüşme esnasında Hünkâr Timur, Hoca’nın, hocalığına laf eder.
Hoca bu küçümsemeye kızar,
“Hünkârım, ben sizin şu yanınızdaki eşeği bile okuturum” der.
Timur, gülerek eşeğin yularını Hoca’nın eline tutuşturur ve şöyle der,
“Madem öyle diyorsun, sana üç ay mühlet, götür eşeği okut. Üç ay sonra, meydanda eşek kitap okuyacak. Okuyamazsa hiç acımam alırım kelleni, ona göre…”
Hoca, eşeğin boyuna göre bir masa ve bir de kalın kocaman bir kitap yapar.
Eşeği yemleme zamanı gelince sayfaların arasına birer avuç arpa serpip, eşeğin önüne koyar.
Hoca kitabı açınca eşek arpaları görür ve yemeğe başlar.
O sayfanın arpaları bitince diğer sayfayı, o da bitince ötekini açar.
Nihayet kitabın sayfaları biter, eşeğin de karnı doymuş olur..
Hoca haftalar boyunca eşeği böyle yemler.
Öyle ki eşek ne zaman masayı ve kitabı görse kulaklarını diker, kuyruğunu sallar.
Üçüncü ayın dolmasına yakın kitabın sayfalarını Hoca’nın çevirmesine de gerek kalmaz.
Eşek diliyle sayfaları bir bir çevirip arpaları hüpletir.
Hoca, Timur’un belirlediği günün bir gün öncesinden eşeği aç bırakır,
Beklenen gün gelir.
Hoca eşeği meydana getirir.
Masayı eşeğin önüne, kitabı da masanın üstüne yerleştirir,
Bir gün boyunca bu manzaranın özlemini çeken eşek derhal diliyle kitabın kapağını kaldırır.
Dudaklarıyla bir ileri bir geri yoklar, fakat arpa bulamaz.
Hemen diğer sayfayı çevirir, yok, orada da arpa bulamaz.
Hemen diğer sayfayı çevirir, orada da arpa bulamaz.
Hemen diğer sayfaları çevirir, orada da arpa bulamaz.
Sonra diğer sayfayı yok, sonra diğerini,,
Arpa bulamadıkça garip sesler çıkarır, derin derin tıslar, her seferinde homurtuları ve fısıldamaları artar.
Sayfaların hepsini tek tek çevirir ama nafile, .
Kitabın bütün sayfalarını bitirmesine rağmen tek arpa tanesi bile bulamayan eşek, bu duruma iyice sinirlenir ve uzun uzun anırır,
Eşeğin anırmasını takiben Hoca Timur’a döner ve şöyle der,
“Bu da kitabın özeti hünkarım.”
Timur kahkahalara boğulur ve alaylı bir ifadeyle,
“Hoca şimdi eşek kitabı okudu mu?” diye sorar.
“Okudu hünkârım, bakın sonunda uzunca özetini bile yaptı…”
Timur,
"İyi ama ben eşeğin okuduğundan hiçbir şey anlamadım!”
Hoca taşı gediğine koyar,
"Bu normal Hünkârım, zira eşek kitabı kendi dilinde okudu, anlayabilmeniz için eşek olmanız lazım…"
ESRARENGİZ KARŞILAŞMA
29 Kasım 1954 sabahının çok erken saatlerinde Caracas’ın Petare Mahallesinde yaşanan olay, Latin Amerika UFO arşivlerinde en tuhaf karşılaşmalardan biri olarak geçti.
O gece Gustavo Gonzales adlı genç bir tüccar ve yardımcısı José Ponce, her zamanki gibi sabahın köründe çalışmak için yola çıkmışlardı.
Hava karanlıktı, sokaklar boştu ve şehir henüz uyanmamıştı.
Bella Vista Caddesine geldiklerinde, tüm ifadeleri altüst eden o görüntüyle karşılaştılar.
Sokağın ortasında, yerden yarım metre kadar yukarıda duran parlak bir küre vardı.
Yaklaşık iki, en fazla dört metre çapında bu küre kendi ışığını yayıyor ve çevreyi gündüz gibi aydınlatıyordu.
Yüzeyi metalik görünmüyordu; daha çok pürüzsüz, sütlü bir parlaklığı vardı.
Yanlarında küçük pencereler, üst kısmında da düşük bir kubbe benzeri bir çıkıntı bulunuyordu.
Ne iniş takımı vardı ne de bir destek.
Kendi kendine havada asılı duruyordu.
Gonzales arabadan indiğinde, kürenin yanında bir varlık gördü.
Yaklaşık bir metre boyundaydı.
Tüm bedeni koyu renkte ince bir tüyle kaplıydı.
Elleri dört keskin pençe gibi görünen çıkıntılardan oluşuyordu.
Yüz hatları belirgin değildi, ama iri, parlak, badem biçimli gözleri ışığı yansıtıyor ve geceyi daha da garipleştiriyordu.
Bu küçük varlığın tuhaf olan tarafı görünüşünden çok gücüydü.
Gonzales, kendisini savunmak amacıyla ona dokunduğunda, varlık beklenmedik bir hız ve güçle karşılık verdi ve kısa süreli sert bir boğuşma yaşandı.
Karmaşa sırasında birden iki varlık daha ortaya çıktı.
Onlardan biri elindeki parlak bir aygıtı Gonzales’in yüzüne tuttu.
Işık kısa süreli bir körlük yaratacak kadar yoğundu.
Gözleri yandığını hissetti.
Bu birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından tüm varlıklar hızlıca kürenin içine girdi ve araç neredeyse dikey şekilde, tamamen sessiz biçimde göğe fırladı.
Sonrasında sokak yine karanlığa gömüldü.
İki adam şoka girmişti.
Ponce, ne olduğunu anlamaya çalışan biri gibi koşarak en yakın karakola gitti.
Gonzales de peşinden gitti.
Polis, ikisini de dikkatlice dinledi.
Tanıkların alkollü olmadığını, tutarsız konuşmadığını ve davranışlarının paniğe rağmen oldukça mantıklı olduğunu rapora işledi.
Gonzales’in kollarındaki morluklar ise kısa süreli fiziksel bir mücadele yaşandığını doğruluyordu.
Olayın en dikkat çekici yanı sadece onların anlatımı değildi.
Aynı saatlerde Petare bölgesinin çeşitli noktalarından insanlar gökyüzünde parlak renkli ışıklar gördüklerini bildirdi.
Bazıları, evlerinin içini dolduracak kadar güçlü bir mavi ışığın pencerelerden içeri vurduğunu söyledi.
Kimileri havada bir uğultu, ıslığa benzeyen sesler ya da ani parlamalar duyduklarını ileri sürdü.
Birkaç görgü tanığı da gökyüzünde hareketsiz duran veya zikzak çizerek hareket eden küresel ışıklar fark ettiğini belirtti.
Bu nedenle olay kısa sürede yerel basına taşındı ve ülkenin en büyük gazetelerinden El Universal haberi manşete çıkardı.
O dönem UFO gözlemlerinin dünya çapında yoğunluğu dikkate alındığında, olay Venezuela sınırlarını da aşarak uluslararası ufolog gruplarının ilgisini çekti.
Özellikle Amerika kökenli APRO (Aerial Phenomena Research Organization) hem Gonzales’in hem Ponce’un ifadelerini derledi.
Bazı araştırmacılar, ABD makamlarının da bu iki tanıkla görüştüğünü belirtti ancak bu iddia resmi olarak doğrulanmış değil.
Yine de 1954 yılı, dünya çapında UFO karşılaşmalarının en yoğun yaşandığı yıllardan biri olduğundan, Venezuela’daki bu karşılaşma araştırmalar arasında özel bir yere sahip oldu.
Bu olayın neden hala konuşulmasının sebebi, tanıkların tutarlılığı ve olayın çok sayıda bağımsız gözlemle aynı gece desteklenmesi.
Ayrıca varlıkların boyutu, tüy yapısı ve güçleri gibi ayrıntılar, diğer ülkelerdeki 1950’ler dönemine ait bazı karşılaşmalarla şaşırtıcı benzerlikler taşıyor. UFO literatüründe “Küçük Tüylü Humanoidler” olarak bilinen nadir vakalardan biri olarak kayıtlara geçti.
Bunun gerçek bir temas mı yoksa o yılların toplumsal korkularının bir yansıması mı olduğu konusunda bugün bile net bir görüş birliği yok.
Ancak Petare gecesinde yaşananlar, tanık ifadelerinin açıklığı ve dönemin basın kayıtları nedeniyle hala araştırmacıların ilgisini çekmeye devam ediyor.
Bu da olayı Latin Amerika UFO tarihinin en dikkat çekici parçalarından biri yapıyor.
ÜÇÜNCÜ DURUM
"Yaşam ve ölüm arasında 'Üçüncü durum' daha bulduk" diyor bazı çevreler.
Bazı hücreler bizim öldüğümüzde ölmez.
Uyum sağlar, yeniden organize olur ve bazen yeniden yapılanırlar.
Bilim insanları, ölü bir organizmadan alınıp doğru ortam sağlandığında bazı hücrelerin tamamen yeni bir yaşam kazanabileceğini keşfettiler.
Bazı durumlarda, kendilerini benzersiz davranış ve işlevlere sahip canlı, hareketli yapılara dönüştürüyorlar.
Araştırmacılar, bu durumun gerçek bir yaşam ya da ölüm olmadığını, ikisinin arasında bir şey olduğunu söylüyor: "Üçüncü bir durum."
Bir deneyde, ölmüş bir kurbağa embriyosundan alınan deri hücreleri bir petri kabına yerleştirildi.
Orada, kendiliğinden bir araya gelerek günümüzde Ksenobot adı verilen minik organizmalara dönüştüler.
Sıradan hücrelerin aksine, bu yapılar kendi başlarına hareket edebiliyor, hasarları iyileştirebilir ve hatta çoğalabiliyorlardı; büyüme yoluyla değil, diğer hücreleri kendilerinin kopyaları haline getirerek.
Daha sonra bilim insanları, insan akciğer hücrelerinde de benzer davranışlar keşfettiler.
Bunlar, çevrelerinde hareket eden ve hatta yakındaki sinir hücrelerinin onarımına yardımcı olan küçük hücreler olan Antrobotlar oluşturdular.
Bu esneklik, yani hücrelerin kimlik değiştirip yeni yapılar inşa etme yeteneği, organizmanın ölümünden sonra bile bazı hücrelerin sadece işlevini değil, aynı zamanda yaratıcı potansiyelini de koruduğunu gösteriyordu.
Ve bu, Rejeneratif tıpta yeni olasılıklar yaratıyor.
İşte bu yeni durum, "Ölüm hali olmadan yaşam devam edebilecek mi?" sorusunu akla getiriyor.
İLGİNÇ OLAYLAR
Tarihte yaşanmış belki de ilk kez duyacağınız ilginç olaylar...
* Roma imparatoru Commodus, imparatorluktaki tüm engelli insanları Roma'ya toplayıp Collesium'da ölümüne dövüştürmüştü.
* 1900'lü yılların başında sigara şirketleri doktorlarca önerildiklerine dair reklamlar yapıyordu.
* Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Amerikan ordusunda sadece 18 pilot vardı.
* Amerikan iç savaşı sırasında Amerikan nüfusunun %2.5'u helak olmuştur.
* Dünya tarihindeki en çok ölümün olduğu 10 savaştan 7'si Çin'de gerçekleşmiştir.
* 2'nci Dünya Savaşına katılan çoğu İngiliz tankında çay demlemek için gerekli tüm ekipmanlar mevcuttu.
* Meksikalı General Santa Anna kaybettiği bacağı için görkemli bir cenaze töreni düzenlemiştir.
* Saddam Hüseyin'e Detroit kentinin altın anahtarı verilmişti.
* 5. yüzyılda Avrupalılar hastalıklarını iyileştireceklerine inandıkları için ceset yerlerdi.
* M.S. 755 yılında Çin'de çıkan Lushan isyanında 30 milyonun üzerinde insan ölmüştür ki bu rakam o günkü dünya nüfusunun 6'da biridir.
* Eski Mısır'da sinekler Firavun'u rahatsız etmesin diye kölelerin vücudu balla kaplanırdı.
* "Deli Petro" olarak bilinen 1. Petro, karısıyla aşığını idam ettirdikten sonra kesik başlarını alkol dolu kavanoz içerisinde karısının odasında saklamıştır.
* Orta Çağ'da ölü askerlerin dişlerinden protezler yapılırdı.
* 1487 yılında Aztek tapınağındaki ayinlerde 20 binin üzerinde insan kurban edilmiştir.
* Geçtiğimiz 3.000 yılın sadece 240 yılı barış içinde geçmiştir.
* Günümüzde kullanılan Amerikan bayrağı lise öğrencisi Robert Heft tarafından bir ödev olarak tasarlanmış ve Heft bu ödevinden ancak (B) alabilmiştir.
* Buzul çağında Britanya adalarında yaşayan insanlar bere olarak insan kafatası kullanırlardı.
* Orta Çağ'da hayvanlar yargılanır ve bazen de ölüme mahkûm edilirdi.
* 1800'lü yıllarda insanların ölüp ölmediği tam anlaşılamadığı için tabutun içine zil mekanizması konur. Eğer gömülen kişi ölmemiş ise kendine geldikten sonra çıkarılması için zili çalardı.
* Moğollar oklarının ucunu ateşe vermek için öldürdükleri düşmanlarının vücut yağlarını kullanırlardı.
* Eski mısırda bir hükümdar öldüğünde, tüm yardımcıları ve hayvanları onunla birlikte canlı canlı gömülürdü.
* En son süvari birliği 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılmıştır. Alman piyade birliğine saldıran Moğol süvarilerinden 2000 kişi öldürülmüş, buna karşın hiç Alman askeri ölmemiştir.
* Büyük İskender tüm askerlerinden ailelerine mektuplar yazmasını ister ve ardından ailelerine güzel şeyler yazmamış olan askerlerini idam ettirirdi.
MUCİZE
Vücudunuz 72 km uzunluğunda sinirler ve Dünya'nın etrafını iki kez dolaşacak kadar kan damarı içerir.
İnsan vücudunun sinir sistemi, biyolojik mühendisliğin bir harikasıdır.
Tüm sinir lifleriniz uçtan uca gerilseydi, yaklaşık 72 kilometrelik bir uzunluğa ulaşırlardı; bu da vücudunuzun uzak bölgelerini yıldırım hızında bir iletişimle birbirine bağlamaya yeterdi.
En uzun tek sinir olan siyatik sinir, bazı kişilerde 1 metreden (3 fit) fazla uzayabilir ve omurganın alt kısmından ayağa kadar uzanır.
Beyin ve omurilikten oluşan merkezi sinir sistemi, her düşünceyi, hissi ve hareketi kontrol eder; omurilik tek başına yaklaşık 45 cm (18 inç) uzunluğundadır.
Ve bu sadece bir sistemdir.
Vücudun kan damarları -atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlar- uçtan uca uzatılsa 95.000 kilometreden (59.000 mil) fazla uzanır; bu da Dünya'nın etrafını iki kereden fazla dolaşmaya yeter.
Tüm bunları destekleyen, organları koruyan, kan hücreleri üreten ve kasların iskeletini oluşturan 206 kemikten oluşan iskeletimizdir.
Bu sistemler bir araya geldiğinde, vücudun şaşırtıcı karmaşıklığını ve senkronize tek bir birim olarak işlev görme yeteneğini vurgular.
DÜRÜSTLÜK
Japonya’nın başkenti Tokyo’da bir adam, bir kuruma gitmek için taksiye bindi.
Dil engeli nedeniyle sadece gideceği yerin adını söyleyebildi.
Taksi şoförü bunu anladı, başını sallayarak onayladı ve Japon kültürüne uygun şekilde kapıyı nazikçe açarak yolcunun binmesini sağladı.
Yolculuk sırasında, yolcu garip bir şey fark etti: Taksi şoförü önce taksimetreyi açtı, bir süre sonra kapattı ve ardından tekrar açtı. Şaşkınlık içinde, bir şey söylemeden sadece izlemekle yetindi.
Varış noktasına ulaştığında, gittiği yerdekilere şu soruyu sordu:
“Öncelikle, taksi şoförüne neden taksimetreyi bir süre kapattığını sorun.”
Bu soruya taksi şoförü sakin bir şekilde şu yanıtı verdi:
“Yanlış bir dönüş yaptım ve doğru yola girmeyi kaçırdım. Bir sonraki dönüş uzaktaydı ve gereğinden yaklaşık iki kilometre fazla yol kat ettik. Hata benimdi, bu yüzden taksimetreyi kapattım. Kendi hatam yüzünden müşteriden fazla ücret alamazdım.”
Olağanüstü bir dürüstlük ve erdem örneği olan bu davranış, Japon kültürüne derinlemesine işlemiş etik anlayışını ve görev bilincini yansıtıyor.
"Biz ne zaman bu hale geleceğiz?" demeyin.
Biz zaten bu haldeydik, aç gözlülüğümüz yüzünden kendimizi bitirdik…