BEBEK BEZİ Mİ?

Dünyada “En çok sahil kirleten ülke yarışması” düzenlense, tahminim bizim ülke birinci olur.

Elindeki armudun çöpünü, altını değiştirdiği bebeğinin bezini, sigarasının izmaritini, içtiği içkinin şişesini sahile neden bırakır?

Soru gayet basit:

Neden?

Seçenekler şunlar:

Öküzlüğünden,

Cahilliğinden,

Uyuzluğundan,

Devlete olan isyanından,

Belediyenin her sabah o sahili temizlediğine olan inancından…

Sizce hangisi?

Dardanos’ta ikamet eden gönüllü bir çok insan, denize girdikleri sahilde her sabah çöp toplamak için çabalıyor, efor harcıyor…

Hangi çöpü?

Oraya günübirlik yüzmeye gelen vatandaşın çöpü.

Şu çöp olayını çözmek için neler yapıldı neler?

Ama nafile.

Sonunda yine eğitime gelindi.

Eğitimsizliğin getirdiği yan etki olarak değerlendirildi.

Ancak;

Hayvanlar içinde birbirlerine bakarak veya insanları takip ederek taklit etme alışkanlığı olanlar var.

Misal maymun,

İnsanı takip eder, taklide geçer.

Mesela kuş diyerek küçümsediğimiz karga insanı taklit eder.

Hatta balık hafızalı değimiz yunuslar bile bizi taklit eder.

İşte şu sahil magandaları yanındaki insanı bile taklit edemiyor.

Tamamen içgüdüsel yaşayan bu mahlûklar, çöpünü çöpe atan insanı taklit edemediklerinden, sahile bırakıveriyorlar.

Çocukluk arkadaşım İlhan Muhtaroğlu da bu sorunlarla boğuşmaktan bıktığı için sahile “GERİDE SADECE AYAK İZİNİZİ BIRAKIN” yazılı bir tabela dikmiş.

Sevgili eşi Meserret Hanım ise bu durumu hemen sosyal medyada şu cümlelerle paylaşmış:

“Dardanos sahili güneş ve denizden yararlanmak için en uygun sahillerimizden.

Ne yazık ki sahilde birçok kişinin çöplerini geride bıraktığını görmek içimizi burkuyor.

Bu kirlilik sadece doğaya değil, o doğanın tadını çıkarmaya gelen herkese yapılan büyük bir haksızlık.

Eşim İlhan, bu duruma sessiz kalmak istemedi.

Kendi elleriyle hazırladığı bir pankartı bugün sahile astı:

“Geride sadece ayak izinizi bırakın!”

Bir pankart belki her şeyi değiştirmez ama bir farkındalık yaratır.

Çünkü değişim, küçük adımlarla başlar.

Lütfen doğayı koruyalım.

Çöplerimizi toplayalım.

Çocuklarımıza temiz bir dünya bırakalım.

Bu sorumluluğu hep birlikte paylaşalım.”

Tesadüfen kendisini ziyarete gittiğimde bu tabelayı gördüm ve haber yapabileceğimi, bu tabelayı görenlerin belki sahili kirletmemek gibi bir alışkanlık edinebileceklerini söyledim kendisine.

“Manşet ne olacak?” dedi.

Kafamda hemen belirmişti zaten;

“AYAK İZİ Mİ?

BEBEK BEZİ Mİ?”

İçinizden birisi; “Keşke her şey tabela ile düzelseydi, dünya pırıl pırıl olurdu…” şeklinde düşünebilir.

Ben de ona “Denizyıldızının hikâyesini” anlatabilirim…

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan bir adama rastlar.

Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder.

“Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar.

Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi? “Yaşamaları için” yanıtını verir.

Adam bu defa “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları atmanız neyi değiştirecek ki?” der.

Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak onun için çok şey değişti” karşılığını verir.

Şimdi tabelayı bir de böyle değerlendirin…

“AYAK İZİ Mİ?

ÇOCUK BEZİ Mİ?”

KÜÇÜK TAVUK

Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

Filmin adı: “Küçük Tavuk…”

Bir kümes var.

Kümeste birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor.

Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, “tilki içeri girmesin diye” kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor.

Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar.

Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor.

Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip, tilkiden mısır alıyor.

Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor.

Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor.

Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyor.

Tavuklar, artık popüler olan genç ve irileşmiş horozun etrafında toplanıyor.

Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor.

Kümeste “Kapıyı açalım mı? Açmayalım mı?” diye bir tartışma çıkıyor.

Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlendikten hemen sonra geri çekiliyorlar.

Bir süre böyle devam ediyor.

Hiçbir şey olmuyor.

Kümesteki tavuklar rahatlıyor.

Korkuları azalıyor.

Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor.

Artık korkusuz olan tavuklar genç ve güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar.

Kümesteki her tavuk semiriyor.

Tilki bir süre sonra geceleyin, kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor.

Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar, yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar.

Sonra mağaraya giriyorlar.

Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.

Çizgi film burada bitmiş.

Işıklar yanmış.

Ve dersin hocası kürsüye çıkarak:

“İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” demiş.

Sorular:

“Kümes neresi?”

“Yaşlı horozlar kimler?”

“Genç horoz kim? Şu anda neler yapıyor?

“En önemlisi tilki kim?”

Buna göre içinde bulunduğumuz durumu sorgular isek binlerce yorum ortaya çıkabilir tabi.

Unutmayın:

“Ulusların dostları yoktur, sadece çıkarları vardır.”

Not: Bu film ABD’de bir askeri okulda ders olarak gösteriliyor.

NE KADAR ZEKİYİM

Bir süre önce, bir spor salonunun girişinde dikkat çekici bir afiş vardı:

Etkileyici fiziğe sahip bir kadının fotoğrafının üzerinde şu yazıyordu:

“Bu yaz denizkızı mı olmak istersin? Balina mı?”

Söylenene göre, fiziksel görünümü bilinmeyen bir kadın bu soruya şöyle yanıt vermiş:

“Sevgili baylar, balinalar her zaman dostlarla çevrilidir (yunuslar, foklar, meraklı insanlar).

Yavrularını büyük bir şefkatle büyütürler.

Yunuslarla çılgınlar gibi eğlenirler ve bol bol karides yerler.

Tüm gün yüzerler ve Patagonya, Barents Denizi, ya da Polinezya Mercan Resifleri gibi harika yerlere seyahat ederler.

Muhteşem şarkı söylerler, hatta bazen seslerinden albüm bile yapılır.

Onlar hayranlık uyandıran, sevilen ve herkesin koruduğu hayvanlardır.

Denizkızları ise…

Yoktur.

Ama olsalardı, büyük ihtimalle bir psikoloğun kapısında sıra bekliyor olurlardı ve “Kadın mıyım, balık mıyım?” sorusu yüzünden kişilik bölünmesi yaşıyorlardı.

Evet, çok güzel olabilirlerdi ama yalnız ve üzgün kalırlardı.

Üstelik…

Kim yanında balık gibi kokan birini ister ki?

Hiç şüphem yok: ben balina olmayı tercih ederim.

Medyanın sadece zayıfların güzel olduğunu kafamıza kazımaya çalıştığı bir çağda, ben çocuklarımla dondurma yemeyi, eşimle güzel bir akşam yemeği paylaşmayı, dostlarımla yiyip içmeyi ve eğlenmeyi tercih ediyorum.

Biz kadınlar kilo alıyoruz çünkü içimizde o kadar çok bilgi ve bilgelik birikiyor ki, artık sadece kafamıza sığmıyor ve tüm vücudumuza taşıyor.

Şişman değiliz, aşırı derecede kültürlüyüz.

Her aynaya baktığımda kendime diyorum ki: ‘Ne kadar zekiyim!’

Isabelle Boisvert”

ZEYTİN

Bu iktidarın yaptıklarına akıl sır erdirmek imkânsız.

Milletin damarlarına basmaya ve milleti sinir etmeye devam ediyor.

Zeytin meselesi ile kendi halinde evinde oturan köylüyü, çiftçiyi uyandırdı, sokaklara döktü.

3 kilo kömür için yapılacak şey değildi hani.

Genel seçim öncesi şimdi yaptıklarını söyleseydi mesela;

“Apo’yu bırakacağım,

Zeytinleri keseceğim,

Anayasayı değiştireceğim” deseydi ne olurdu acaba?

Bence millete vermediği sözleri, iktidarı ele geçirince yapmak etik değil.

Zeytin meselesine tekrar dönersek Latmos Platformu’nun yayımladığı bir yazısını okudum sosyal medyada ve sizlere de aktarmak istedim.

Buyrun okuyun:

“Antik dönemde zeytin ağacının kesilmesinin cezası ölüm idi.”

Çünkü zeytin hayatın ta kendiydi...

Zeytin sıkılır yağından yaralar iyileştirilirdi...

Meyvesi yenilir şifa bulunurdu...

Sıcak havalarda gölgesinde oturulur serinlik bulunurdu...

Kuruyan dalları yakılıp insanlar ısınırdı...

Zeytin hep kutsal bir meyveydi...

Yağı karanlık gecelere ışık olurdu...

Olimpiyat sporlarını kazanan sporcuların başına zeytin dalından taçlar takılırdı...

İmparatorlar halk içine çıkarken zeytin dalından taç takardı...

Yeni doğan çocuklar zeytinin yağıyla kutsanırdı...

Zeytinyağı için sıvı altın derlerdi...

Zeytin ekmeğe katık olurdu...

Kırgınlar, dargınlar barışmak için birbirine zeytin dalı uzatırlardı...

Zeytin dalı her zaman barışın sembolü oldu...

Hiç bir zaman ne savaşın sembolü oldu, ne de zeytin ağaçlarının kesilmesine izin verdiler.

Oysa günümüz zihniyeti binlerce yıl önce yaşayan insanlardan daha geri.

Hiç bir değerli maden yüzlerce, binlerce yaşta olan o ağaçları yok etmeye değmez...

GÜNÜN FIKRASI

Erzurum’da şehirlerarası sefer yapan bir yolcu otobüsünde muavin, horlayan yolcuyu insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle uyandırır.

Ancak adam tekrar uyur ve horlamaya devam eder.

Bunun üzerine muavin sinirlenir ve adamla tartışmaya başlar.

Tartışma büyüyünce, muavin adamı otobüsten indirmeye karar verir.

Sinirlenen adam muavini bir güzel döver, otobüs şoförü müdahale edince şoför de dayaktan payını alır.

Yedek şoför de gelir, adam onu da dövdükten sonra otobüsten iner, inerken de “Boksör” olduğunu söyler.

Aynı muavin, başka bir gün yine bir yolculuk esnasında yolculardan birinin horladığını duyar ve yolcuyu kibar bir şekilde uyandırdıktan sonra sorar;

-“Gardaş boksör misen?”

-“Hayır!”

-“Karateci misen?”

-“Hayır!”

-“Tekvandocu misen?”

-“Hayır!”

-“Kungfucu misen?”

Adam şaşırır ve yine “Hayır kardeşim hayırdır?” diye sorar.

Bunun üzerine muavin bilmiş tavırla sorar:

“Ula gardaş, o halde neyine güvenip horlirsen?”