İktidarımız sağ olsun sürekli olarak yeni yeni kanunlar, yönetmelikler, kararnameler hazırlayıp sunuyor.

Vekillerimiz bildiğiniz üzere mecliste ant içerek göreve başlarlar.

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma” diye başlar ant.

Sonra devam eder:

“Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma” diyerek bağlılığını sunar.

Sonrasında;

“Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Diyerek bitirir andını.

Ne diyor ne diyor?

Toplumun huzur ve refahı…

Adalet anlayışı içinde…

Anayasaya sadakatten…

Namusum ve şerefim üzerine…

Biz de “Hayırlı uğurlu olsun” diyoruz göreve başlıyorlar.

Bu ahval ve şerait içinde yani bir kanun hazırlığı yapıyorlarmış.

Buna göre:

“65 yaş üstü vatandaşlara her yıl muayene zorunluluğu getirilecekmiş…”

Çok güzel.

Hem de süper.

Neden daha önceleri memleketin bu çok önemli sorununa el atmadıklarını sorsunlar kendilerine.

Trafiği aksatanlar, sürekli kaza yapanlar, küfür edenler, beysbol sopalarıyla ortalıkta fink atanlar, müzik sesini sonuna kadar açanlar hep bunlar.

Hatta hapse atın bunları.

Utanmadan 65 yaşın üzerine çıkmışlar bir de araba kullanacaklar öyle mi?

Hatta kesilen cezanın altına “Ayıp, ayıp yaşınızdan utanın!” diye de bu cümle yapıştırılmalı.

Bir vatandaş bu yeni hazırlanan taslağı okuyunca bazı sorular sormuş.

Onları da yetkilisine göndereyim dedim.

“Toplumun huzur ve refahı” diye söz veren birkaç vekil okur da, daha büyük sorunlara da el atarlar diye.

Vatandaş “Dilek ve temenniler” başlığı ile sıralamış:

1-Trafik kazasına neden olanların ve diğer trafik suçlarını işleyenlerin yüzde kaçı 65 yaş üstü. Elinizde varsa bu istatistik veriyi paylaşır mısınız?

Televizyonda izlediğim kadarıyla drift atan, kazalarda birbirini yumruklayan, alkollü araç kullanan, trafikte havaya ateş açan v.b trafik suçlarında yarışan 65 yaş üstü kimse görmedim.

2- Ülkeyi idare eden en üst makamdan başlayarak yasama yürütmede görev alan tüm 65 yaş üstü kişilerin ayırım gözetmeksizin her yıl fiziki ve psikometrik kontrollerinin ayrıntılı ve tarafsız olarak yapılması ülke açısından trafik sağlık muayenesinden daha fazla hayati önem taşımaktadır.

3-Eşitlik açısından ve binlerce çalışanı ilgilendirdiği için tüm özel sektörün hastaneler de dahil çalışan yönetici ve çalışanlarının da yıllık 65 yaş üstü periyodik muayenelerin yapılması da ayrıca olması gereken bir zorunluluktur.

4- Siyasi partiler kanununa da ek yapılarak ayrıca parti yönetim kadrosunda yer alacakların da ülkenin geleceği açısından 65 yaş üstülerin yıllık periyodik muayenelerinin yapılması ayrıca bir zorunluluk olmalıdır.

Teknik olarak konuyu irdelersek

1- Bu muayenede en az Göz, KBB, nöroloji, ortopedi, dahiliye ve psikiyatri uzmanlarının yer alması olmazsa olmaz bir zorunluluktur.

Yükü aile hekimlerinin üstüne atmak vahim bir hata ve çok büyük bir eksiklik olacaktır.

2- Teknik olarak kişi başı en az iki saat muayene süresi olacaktır. Tahlil tetkik istenirse bu süre daha da uzayacaktır.

3- Halen normal poliklinik muayenelerinde bile zorlanan kamu hastaneleri bu yükün altından nasıl kalkacaktır? Hastane hizmetleri önemli ölçüde aksayacaktır.

4- Raporların zamanda alınamaması ve verilememesi her açıdan çok büyük bir kaosa neden olacaktır.

Vatandaş anlatmış.

Siz de okudunuz.

Ama asıl olan bizim vekalet verdiklerimizin okuması.

İnşallah okurlar da, kaos başlamaz.

Yoksa hastanelerde, aile hekimlerinde 65 yaş üstü kuyruklar oluşacak.

Zaten batmış bir sisteme yeni bir yük getirilecektir.

OĞULA NASİHAT

Sevildiğin yere sık gidip gelme,

Bal olsan tadına doyarlar oğul!

Güvenip kimseye sırrını verme,

Tutamaz dilini yayarlar oğul!

Diyardan diyara edilsen sürgün,

Doğru ol eğilme, dövülsen her gün,

Güçlü sandıkların sarsılır bir gün,

Sırtlarını sana dayarlar oğul!

Denizler taşırsan gözün selinden,

Bekleme bir fayda kızla, gelinden,

Hasta olsan kimse bilmez hâlinden,

Ancak öldüğünde duyarlar oğul!

Gittiğin yol eğer doğru bir yolsa,

Aşarsın kolayca engeller dolsa,

Mâzinle övünme temiz de olsa,

Bir anda karaya boyarlar oğul!

Kıymet verme sakın, çaputa çula,

Güvenme cebinde paraya pula,

Gözü aç olanla çıkarsan yola,

Sonunda seni de soyarlar oğul!

Babamdan aldığım nasihat şöyle,

Yaratanın bize emridir böyle,

Bildiğin ne ise doğruyu söyle,

Elbet bir gün sana uyarlar oğul!

Zararı olmaz baharda yelin,

Kapanmaz yarası bir acı dilin,

Ne kadar bol olsa sofrası elin,

Yediğin lokmayı sayarlar oğul!

Dinlemeyip sözü vermezsen değer,

Boşunaysa bunca nasihat eğer,

İki elin durmaz dizini döğer,

Seni hiç yerine koyarlar oğul!

Kul Hilmi (Hilmi Coşkun)

BİRAZ TEBESSÜM

Bir zamanlar Kayseri'ye bir Yahudi gelmiş.

Adı Moiz’miş.

Ticaret yapmak için çarşıda bir dükkân tutmuş.

Komşularına sormuş:

“Bu çarşıda en çok kimden çekinmeliyim?” diye

Tüccarlardan biri, birkaç dükkân ötesini gösterip;

“Bak orada bir İhsan Ağa var, ona git lakin onun yanına desturla yanaş…” demiş.

Moiz, İhsan Ağa'nın yanına gitmiş, fakat ne görsün?

Dükkânın içi bomboşmuş.

Sormuş merakla;

“Sen ne iş yaparsın İhsan Ağa?”

“Her şeyi alıp satarım!”

“O da ne demek?”

“Mesela, kabul edersen senin altın dişlerini satın alırım”

“Olur mu öyle şey?”

“Neden olmasın? Dişlerine 10 altın veririm, ömrünün sonuna kadar ağzında kalsın!”

“Öldükten sonra da benim olsun…”

Moiz içinden;

“Bu saf adama mı kurnaz diyorlar?” diye gülmüş ve “İyi ki bu Kayseri'ye gelmişim” diye düşünerek “Ben burada çok güzel paralar kazanırım” diye içinden geçirmiş ve cevap vermiş;

“Kabul, ver 10 altını!” demiş.

Aradan birkaç gün geçmiş!

İhsan Ağa yanında iki-üç kişiyle Moiz'in dükkânına gelmiş;

“Dişlerine müşteri çıktı. Malı görmek istiyorlar… Aç ağzını da görsünler malı” demiş!

Moiz itiraz etmiş hemen;

“Hani dişlerim ölünceye kadar benimdi.” Diyerek kızmış.

İhsan Ağa;

“Canım ölümünden sonra teslim etmek üzere satacağım” demiş.

Müşteriler Moiz'in dişlerine bakıp incelemişler ve 12 altın teklif etmişler.

İhsan Ağa az bulup reddetmiş.

Ertesi gün İhsan Ağa bir başka müşteri grubuyla yine Moiz'in dükkânına damlamış!

Yine dişleri muayene, yine pazarlık, müşteriler 15 altına çıkmış!

İhsan Ağa bu teklifi de reddetmiş…

Üçüncü gün başka müşteri, dördüncü, beşinci gün ayrı ayrı müşteriler derken, sonunda Moiz patlamış;

“Beni hayvan pazarında dişleri kontrol edilen eşek durumuna düşürdün… Al şu 10 altınını, beni rahat bırak” demiş.

İhsan Ağa gülmüş;

“Olur mu yahu? Bu dişler 20 altını gördü bir kere, 30 altından aşağısına hayatta geri vermem” demiş.

Moiz çaresiz kalmış.

Her gün ağzını kontrol ettirmektense, bu işten kurtulmak için 30 altın vermeyi kabul etmiş…

İhsan Ağa gülmüş;

“Gördün mü!? Ben sana her şeyi alıp satarım dediğimde inanmamıştın!”

Biraz gülümseyin hoşluk olsun diye yazdım bunu elbette.

Ama çıkarılacak bir hisse var;

İktidar ağzınızdaki (varsa) altın dişlere talip olmadan önleminizi alın, üzerini naylon kaplatın, belli olmasın…

Yoksa…!

SANATÇI!

Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’ndeki günlerinde koğuş arkadaşlarını okumaya ve yazmaya yönlendiriyordu.

Aynı zamanda da cezaevi yönetimine yardım ediyordu.

Bir gün cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş geldi.

Uzun süren denetimlerden sonra müdüre, “Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?” dedi.

Hemen Nazım’ı odaya getirdiler.

Koltuğa iyice yayılan müfettiş yukarıdan bakarak Nazım’ı iyice süzdü,

“Demek Nazım sizsiniz” dedi.

Fakat oturması için yer göstermedi.

Kısa bir konuşmadan sonra ise gidebileceğini söyledi.

Nazım tam kapıdan çıkarken durdu.

“Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sordu.

Müfettiş: “Kim duymaz Hayyam’ı?” diye böbürlendi.

Nazım: “Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?” diye sordu ve devam etti.

Cevap gelmeyince de;

“Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak” diyerek odadan çıkmış…

3 EŞEK

Üç eşek üst üste binmiş gidiyorlarmış.

Üstteki eşek şöyle diyormuş:

“Bu gidiş iyi bir gidiştir. Hep böyle gidelim.”

Ortadaki eşek:

“Fena değil ne iyi ne kötü idare edip gidiyoruz” diyormuş.

En alttaki eşek:

“Bu gidiş iyi değil bozulalım yeniden dizilelim” diyormuş…

Aziz Nesin bunları yazdıktan sonra demiştir ki:

“Dava en alttaki ezilen Eşeğin davasıdır.

Bozulup yeniden dizilme davasıdır...”

OSMANLI’DA BAYRAM

1. Bayram Öncesindeki Hazırlıklar

Osmanlı’da bayramlar, tüm sene boyunca heyecanla beklenir zamanı yaklaşınca coşkuyla hazırlıklar yapılmaya başlanırdı.

Padişah tarafından bayramdan önce yayınlanan tembihnâmeler ile birlikte tüm hanelerde bayram temizliği başlar, toplumun uzak durması gereken davranışlar tekrar hatırlatılır, insanlar manen bir temizliğe yönlendirilirdi.

Dolaplardan en yeni ve en temiz kıyafetler çıkarılır, sokaktaki çeşmeler, sokaklar elden geçirilirdi.

Sokaklar da, insanlar da yenilenmeye çalışırdı.

2. Bayram Günündeki Hazırlıklar

Arife günlerinde top atışları yapılırdı. Bayram gecelerinde mahallenin bekçisi, sabaha karşı tıpkı sahur zamanında olduğu gibi davullarını çalar çeşitli mâniler söylerdi.

Bayram coşkusu sabahın ilk ışıklarından itibaren yaşanmaya başlanırdı.

Bayram namazı için erkekler temiz kıyafetlerini giyip yakınlarındaki camiye gider bayram namazı kılardı.

Kadınlar ise namaz dönüşü beylerini ve evin diğer erkek üyelerini karşılamak üzere bayram kahvaltısı hazırlıklarını yapardı.

Kahvaltı sonrasında bayramlıklar giyilip büyüklerin evleri ziyaret edilmeye başlanırdı.

3. Tebrik Merasimleri Düzenlenirdi

Önceleri Topkapı Sarayı’nda daha sonraları ise Dolmabahçe Sarayı’nda ve Yıldız Sarayı’nda bayram tebrik merasimleri düzenlenirdi. Devlet erkânı Ayosofya ya da Sultanahmet Camii’nde bayram namazını kılardı.

4. Kurbanlık Hayvanlar Beslenirdi

Kurban Bayramı’nda kurban edilecek hayvanlar padişah için “Saya Ocağı” denilen bir yerde özel olarak beslenir daha sonra saya neferleri tarafından kesimi ile ilgilenilirdi.

Padişah, “Hırka-i Saadet Dairesi” denilen yere gider ve kendisi için hazırlanan kurbanlardan ilk olanı kendisi keserdi.

Kesilen kurbanlar; medreselere, kimsesiz veya dul kadınlara, tulumbacılara, bekçilere dağıtılırdı.

5. İkramlıklar Düşünülürdü

Subay ve memurlara bayram hediyesi olarak maaş ikramiyesi verilirdi, büyük camilerde halka hediye, şeker, helva ve lokumlar; cezaevindeki mahkûmlara helva dağıtılırdı.

İmkânı olan her evde turunç reçeli bulundurulurdu ki et tüketimi dengelensin sindirim biraz olsun rahatlayabilsin diye.

6. Veresiye Defterleri Kapatılırdı

Toplumun zengin insanları ödeme güçlüğü çeken kişilerin borçlarını ödeyerek veresiye defterlerini kapatırdı.

7. Etrafı Arife Çiçekleri Donatırdı

Bayramdan önce imkânı olan her aile çocuğuna yepyeni bayramlık kıyafetler alırdı.

Çocuklar da büyük sabırsızlıkla bekledikten sonra arife günü bayramlık kıyafetlerini giyer sokakta gezmeye başlardı.

Bayramlıklarını giyip etrafta keyifle dolaşan çocuklara “Arife çiçeği” denirdi.

8. Küçükbaş Hayvan Tercih Edilirdi

Günümüzde kurbanlıklara genel olarak birkaç ortak ile girilir ve büyükbaş hayvan tercih edilir.

Osmanlı’da ise daha çabuk ürediğine inanıldığı ve büyükbaşa göre daha makbul görüldüğü için genel olarak küçükbaş hayvan tercih edilirdi.