Ne Kılıçdaroğlu’ymuş be!
Adam partinin başından gitti, tartışmaları bitmedi.
Size bugün Kılıçdaroğlu’nun nasıl başkan olduğu ile ilgili Melih Aşık’ın kaleme aldığı bir makalesinden alıntılar yapmak istiyorum.
Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilemem.
Yazarı orada.
Tarihçesine göre:
Deniz Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihinde istifa etti.
Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010 tarihinde Genel Başkan seçildi.
Konunun tamamı bu, ama ayrıntılar, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in “Baskılara Direnirken” (Remzi Kitabevi-2020) adlı kitabından özetlenmiş.
Baykal'ın istifasına yol açan kaset komplosundan birkaç ay önce;
Merkezi İsveç'te bulunan Silk Road Enstitüsü’nün yetkilisi Svante Cornell, Onur Öymen'i Ankara'da ziyaret etmiş.
Bu enstitünün ABD'deki Foreign Policy Council ile de ilişkisi vardır.
Svante Cornell, Öymen'le sohbetin ardından kendisine Türkiye ile ilgili 77 sayfalık bir rapor bırakır.
Raporda yer alan geleceğe ilişkin 3 senaryodan biri şudur:
“Deniz Baykal istifa etmek zorunda bırakılır. Onun yerine Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçilir. Kılıçdaroğlu parti politikalarını değiştirir ve bunun üzerine Avrupa'daki bazı partiler tarafından desteklenir.”
Onur Öymen, bu raporla ilgili hem Baykal hem Kılıçdaroğlu'na bilgi verir.
Kılıçdaroğlu bu bilgiyi sessizce dinlemekle yetinir.
O günlerde Baykal'a yönelik bir suikast ihbarı partiye ulaşır.
İhbar İstanbul kaynaklıdır.
Yılmaz Ateş, İstanbul Emniyeti'ne giderek olayı araştırır.
Kendisine Baykal'a suikast yapacak kişinin sonradan vazgeçtiği bilgisi verilir.
Ertesi gün kaset olayı patlak verir.
İstifasını veren Baykal, evinde Önder Sav, Mustafa Özyürek, Yılmaz Ateş ve Onur Öymen'le yaptığı toplantıda “Partinin başına kim geçebilir?” diye sorar.
Peşinden “Aranızda konuşun ve mutabık kalacağınız bir arkadaşın ismini bana bildirin” der.
Onur Öymen ve arkadaşları Baykal sonrasını görüşmeye vakit bulamadan sürpriz şekilde Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olacağı haberiyle karşılaşırlar.
Öymen, haberi, sabah vakti partinin garajına arabasını park ederken tesadüfen Kemal Bey'le karşılaştığında kendisinden öğrenir.
Şaşkınlık içinde kalır.
Birkaç hafta sonra Wikileaks skandalı patlak verir.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın bazı dış merkezlerle yaptığı yazışmalar ortalığa saçılır.
Bu belgelerden biri Ankara'daki ABD Büyükelçiliği'nin, merkeze gönderdiği telgraftır.
Nisan-2008 tarihli telgrafta şu satırlar okunmaktadır:
“...Baykal’ın uzaklaştırılması ve yerine hiç değilse daha münasip bir muhalefet liderinin işbaşına getirilmesi, Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı askeri ve adli baskılara nazaran daha etkili bir yol olabilir…”
Diğer kimi telgraflardan, “CHP'nin Kemalist, laik ve milliyetçi bir parti olmasının ABD nezdinde rahatsızlık yarattığı” anlaşılmaktadır.
Kitabı yazan ve belgeleri sergileyen Onur Öymen şöyle diyor:
“Yabancı devletlerin muhalefet partilerinin liderlerini değiştirme girişimlerinin örnekleri pek fazla değildir.
Baykal'ın gidişi ve Kılıçdaroğlu'nun gelişi o yüzden özel bir önem taşıyor.
Wikileaks belgeleri ABD'nin 2008 yılından itibaren Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkaracak bir muhalefet lideri aradığını, Laik Kemalist kimliği yüzünden Deniz Baykal'ı kendisine yakın görmediğini ve Kemal Kılıçdaroğlu adını aylar öncesinden gündemine aldığını ortaya koyuyor… Bu bir hayali masal değil belgeli hikâyedir.”
Şimdi durup dururken yazmadık bunları tabi.
Bilindiği üzere Hatay Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Lütfü Savaş ve bazı CHP'li delegelerin başvuruları sonrası Özgür Özel'in genel başkanı seçildiği 38. Olağan Kurultay’ın iptali istemiyle açılan davalar birleştirilmişti.
Böylece görülecek dava 30 Haziran’da yapılacak.
“Mahkemeden Mutlak Butlan kararı çıkarsa ne olacak?” (Mutlak butlan; borçlar hukuku, ticaret hukuku, idare hukuku, medeni hukuk gibi alanlarda sıkça kullanılan bir terim olmakla birlikte bir işlem veya olayın gerçek dünyada (sosyal yaşamda) gerçekleşmiş olsa bile taşıdığı şartlar gereği hukuken hiç gerçekleşmediğini ifade eder.)
Bu soru gündemi meşgul etmeye başladı.
Yani kongre iptal edilirse, Kılıçdaroğlu kaybetmemiş gibi koltuğa oturacak.
Oluşacak durum ile ilgili Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı.
Kılıçdaroğlu mesajında, “Bu partinin düşmanlarını, yine bu partinin harem-i ismetinde boğmaya muktediriz” dedi.
Bu “Partinin başına geçip geçmeyeceği sorusuna” yanıt değildi.
Peki neyi işaret etmişti?
Saray'a yakınlığıyla bilinen Abdulkadir Selvi, şunu dedi:
“Kılıçdaroğlu istifa ederse, bu kez mahkeme davayı açanlardan kayyum atanması için 7 kişilik liste isteyecek. Onların arasından birini kayyum olarak atayacak. CHP’yi zor bir dönem bekliyor…”
Kısaca her şey planlanmış.
Konuya başak yönden bakmak gerekirse ve “Neden?” sorusuna yanıt aranırsa şu sonuç çıkıyor ortaya:
Yenidünya düzeninde söz sahibi olacak ülkeler, kendi çıkarlarına göre çalışmak istedikleri liderleri seçmek istiyor.
Anlaşıldığı üzere bunu yeniden dizayn etmek istiyorlar.
Bu sebeple bizim bunun dışında kalmamız söz konusu değil.
Trump’ın seçildikten sonraki hamleleri yeni düzenin en büyük kanıtı.
Levent Gültekin anlatıyor:
“Sayın Kılıçdaroğlu lütfen adaylıktan çekilin!” dediğimde bana “Benim kendi adaylığımı engelleme şansım yok!” dedi.
Ortada dolaşan söylemler şöyle:
“2023 seçimlerinde kazanabilecek 2 aday vardı anketlere göre.
Biri; İmamoğlu,
Diğeri de Yavaş’tı.
Sonra ne oldu?
Kendisi aday oldu ve seçimi verdi.”
Eğer CHP Konresi iptal kararı çıkarsa, bu yazılanları unutmamak lazım.
DÜZEN!
Kazdağları’nda Halilağa Altın ve Bakır Madeni için faaliyetini sürdüren şirket, 215 gündür ağaç kesime devam ederken, bölgeye kamyon ve iş makinalarını yığmış.
“Gövde gösterisi yapıyor” denmiş habede.
Çanakkale’de halen yüzde 79 maden ruhsatı varmış.
Hangi biriyle uğraşacağız?
“Ne olmuş yahu, çıkarsınlar işte, memlekete faydaları olur!” demek kolay.
Bir de şartları görmek lazım.
İş düzgün yapılsa neyse.
Çetrefilli olunca huylanıyor insan.
Mesela:
Halilağa’daki maden faaliyeti için 2020’de ÇED için başvurulmuş.
Bunun üzerine Hacıbekirler köyünde yaşayanlar “Toprağımıza, suyumuza havamıza dokunmayın” diyerek madene karşı hukuk mücadelesi başlattılar.
En temel haklarıydı çünkü.
Yanıbaşlarında maden ocağı istemiyorlardı.
Sonra ne oldu?
85 köylünün imzasıyla açılan dava ile ÇED kararı iptal edildi.
Ama şirket pes etmedi.
Bir daha girişimde bulunarak yeni bir ÇED onayı aldı.
Yöre halkı da pes etmedi.
Yeniden dava açtılar.
Ne oldu biliyor musunuz?
Tüm raporlarda, “Burada maden işletilmesinde kamu yararı yoktur” denmesine rağmen köylüler davayı kaybetti.
Sonunda maden ocağının hazırlanması amacıyla ağaç kesimi başladı.
Anlaşmaya göre; 18 yıl sürecek maden çıkarma işinden sonra müteahhit firma kestiği ağaç kadar yeniden ağaç dikecek.
Yetkilinin anlattığına göre;
Bölge çok sık kızılçam, karaçamdan oluşuyormuş.
Çok genç bir orman olduğu için kesilen ağaç sayısı 1 milyonu geçmiş aslında.
Ama bildirilen 150 bin ağaç.
Ağacın yanısıra bir de su meselesi var.
Maden, yıllık 5 milyon metreküp suya ihtiyaç duyuyormuş.
Fakat bölgede böyle bir su kaynağı yok.
Yetkililer de; Önümüzdeki yıl için yağışların az olacağını, barajların doluluk oranlarının fazla olmadığını ve oluşacak kuraklık nedeniyle köylülere ekim-dikim yapmamaları yönünde telkinde bulunuluyor.
60 bin dönümlük alanı kapsayan 12 köyün ve Kocabaş Çayı’nın suyunu alsa da bu su madene yetmiyor.
DSİ o bölgede iki gölet yapıyormuş.
Kimin için acaba?
Merak ediliyor da, sordum.
ŞİMŞEK GİBİ
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek büyüme ve refahın adil paylaşımı konusunda ‘”İslami finans’ın ‘mut verici bir alternatif” olduğunu söylemiş.
Enflasyonu düşüremeyince suçu mevcut finans ortamında bulan Şimşek, n,hayet düşüncesini açıklamış.
“İslami Finansman Kanunu’nu için çalışıyoruz.”
Belki de ekonominin başına geliş sebebini açıkladı da haberimiz yok.
Verilen habere göre İslami finans;
“Faizsiz finans prensiplerine uygun şekilde bankacılık sistemi ve faaliyetleri” anlamına geliyormuş.
Bu çerçevede yürütülen tüm işlemlerde İslami öğretiler esas alınıyormuş.
2’nci İstanbul Dünya İslam Ekonomisi Zirvesi’nde konuşan Şimşek, şöyle konuşmuş:
“Küresel büyümenin yüzde 3’ün altında kalacağını öngörüyoruz…
Böylesi bir ortamda büyümenin ve refahın daha adil paylaşılmasını sağlayacak yollar arıyoruz.”
“İşte tam bu noktada ‘İslami finans’ umut verici bir alternatif olarak öne çıkıyor.”
“Eşit katılıma ve kapsayıcılığa dayalı yapısı sayesinde hem sosyal hem finansal anlamda herkes için erişilebilir bir model sunuyor. Bugünün karmaşık ekonomik sorunlarını düşündüğümüzde İslami finans, refahın adil paylaşımını mümkün kılabilecek güçlü bir araç ve etkili bir yol haritası olabilir.”
“Türkiye İslami finans gelişme endeksinde ilk 10’da. 136 ülke içerisinde 10’uncu gelişmiş piyasa olarak burada yer alıyoruz.”
“Önceliklerimiz arasında kurumsal yapıların dönüştürülmesi, daha destekleyici bir yasal altyapının oluşturulması, bütüncül bir yönetişim modelinin hayata geçirilmesi, insan kaynağının güçlendirilmesi ve toplumsal farkındalığın artırılması yer alıyor.”
“Refahın adil biçimde paylaşılması gerektiğine inanıyoruz ve bu noktada İslami finansmanın önemli bir rol üstleneceğine inanıyoruz.”
Şimşek kısaca diyor ki:
“23 senede beceremedik, şimdi yeni bir sistem daha deneyeceğiz…”
Sormak lazım:
“Garantisi nedir?”
Cevap şu olur kanımca:
(!)
EBABİL KUŞU
Kanatlarını açmış bir şekilde yerde yatan bir ebabil görürseniz, korkmayın ve sadece yardım edin!
Aslında kuş hasta değildir.
Buradaki cevap farklıdır:
Çok kısa bacakları vardır ve yanlışlıkla vurulursa yerden uçamazlar.
Bir sopayla çevirmeye çalışmayın, başka şeyler yapmayın.
Sadece nazikçe elinize alın ve ya kuşun kendi kendine uçmasını bekleyin ya da onu havaya kaldırıp rahat bırakın.
O, güç kazanacak ve kendi kendine uçacaktır...
Ebabil harika bir kuştur...
Uçarken, uyurken, su içerken, yemek yerken ve çiftleşirken 4 yıla kadar inmeden havada kalabilir...
120 km/s hıza ulaşabilir...
Ve sadece üremesi onu durdurur...
500 bin km uçabilir...
Ebabil kuşu Kuran’ı Kerim’deki Fil Suresi’nde de geçer.
Şöyledir.
Mekke döneminde inmiştir.
5 âyettir.
Sûrede, fillerle donanmış ordusuyla Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ebebil kuşlarının attığı taşlaşmış çamurla helâk edilişinden bahsedilir.
Sürü halinde Ebrehe ordusuna saldıran ebabil kuşları ayaklarında tuttukları taşları ordu üzerine savurunca ordu dağılmış, Ebrehe yaralanmış ve döndüğü Yemen’de hastalanıp ölmüştür.
Küçük diyerek fazla küçümsemeyin, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var?” şekline dönüştüğünde oldukça korkutucu olabiliyorlar.