Geçen hafta börekçi dükkânımızda su böreğinin yanında, Boşnak böreği de yapınca dükkân dolup taşmıştı.

Sabahları Boşnak böreği, sonrasında ise akşama kadar su böreği satılıyordu.

Geçen hafta da anlatmıştım, dükkân yetmiyordu bize.

Satın almıştık hatırlarsanız.

Daha borcu bitmemişti.

Annem; "Bize üç katlı yer lazım. En alt katı mutfak olarak, orta katı gelip geçene, üst kat ise aileye hizmet vermeli" diyordu.

"Anne ne yaptın sen? O kadar parayı nereden bulacağız?"

"Bulurum" dedi Gülay, "Babama söylerim taksiyi satar, bize yardım eder."

"Yahu o takside kardeşin çalışıyor, o ne yapacak sonra?"

"Kolayı var, bizim servis işlerine bakar motosikletiyle…"

Bir an sessizlik oldu.

Kimse itiraz edemedi.

"Neden olmasın?" dedim kendi kendime.

Gülay; "Dur babama sorayım, hem zaten kardeşimin taksicilik yapmasını istemiyordu. Belki de burası ona da bir mekan olur."

Hemen telefona sarıldı.

Çevirdi numarayı.

Babası cevap verince içeriye gitti konuşmak üzere; "Alo baba…"

Annem bana baktı, "Neden olmasın. Koskocaman delikanlı. Hem işi de öğrenir, sahip çıkar dükkâna."

"Olur anne olur. Yeter ki istikrarlı olsun, işi öğrenmeye hevesli olsun…"

Gülay geldi içeriden.

Biz "Baban ne dedi?" sorusunu sormadan o başladı anlatmaya.

"Babam dedi ki olur tabi, neden olmasın? Ancak tek şartım var; Eğer Rüstem 'Tamam olur' derse, ben de 'Olur' derim…"

Gözler bana çevrildi.

Ne diyeceğimi şaşırmıştım.

"Olur" desem ileride doğacak bir olumsuzlukta beni sorumlu tutacaklar.

"Olmaz" desem, iş olmayacak, Gülay bana surat yapacak.

İki ucu bozuk değnek.

Dedim; "Söyle kardeşine yarın kahveye gelsin, önce konuşayım onunla. Belki babana bile söyleyemediği hayat ile ilgili başka planları vardır… Niyetini öğreneyim, cevap veririm…"

Ertesi günü bizim kayınbirader kahveye geldi ve beni buldu.

"Buyur enişte beni çağırmışsın…!"

Çocuğa taksinin satılacağını ve börekçide çalışacağını söylememişler.

O da meraklanmış "Git enişten seni çağırıyor" deyince.

-"Gel otur bakalım koçum şuraya, bir şey içer misin?"

-"Sağol enişte, hemen konuşalım da müşteriye çıkacağım birazdan…"

-"Artık gençlik yaşın neredeyse bitmek üzere, geleceğin için bir plan yapman lazım. Bu taksiciliği ömür boyu yapmayacağına göre, kafanda bir plan vardır elbet…"

-"Var tabi enişte, ama babamla konuşmaktan çekiniyorum. Oturup anlatacağım ama itiraz edecek biliyorum. O an kan beynime fırlayacak, ortalık karışacak, iş bozulacak…"

-"Ne planıymış bu?"

-"Bak şimdi senden laf çıkmaz, sana anlatayım sen delikanlı adamsın…"

-"Eyvallah kardeşim, beni öyle gördüğün için sağol…"

-"Bak şimdi enişte! Benim takıldığım manita var ama babam bilmiyor. Bu kızcağızla ciddi takılıyorum. Gelecek için de planlar yapıyoruz. Bana 'Taksiyi satarız, spor salonu açarız' diyor."

-"Sen ne diyorsun?"

-"Vallahi aklıma yatmıyor değil hani. Ancak babamı ikna edemem ki. Nihayetinde taksi onun, kolay kolay vazgeçmez arabasında ve plakasından…"

-"Bence iyi düşünmüşsünüz. Açarsınız bir spor salonu, gel keyfim gel… Ömür boyu geçinir gidersiniz…"

-"Ama kafamda deli sorular var…"

-"Neymiş onlar?"

-"Ben spordan ve spor salonundan anlamam. Kızcağız daha önce bir salonda çalışmış ama nereye kadar?"

-"Olsun evlat, gidersin kursuna, öğrenirsin…"

-"Yok be enişte, aslında yapacağım iş değil. Arabayı satıp bu işlere girmek benim aklıma yatmıyor…"

-"Neden?"

-"Ya beceremezsek? Ya batarsak, elimizde avucumuzda bir şey kalmaz, çökeriz…"

-"Peki ne yapmak istiyorsun?"

-"Ben daha garanti bir iş yapalım diyorum ama öyle bir iş yok şimdilik…"

-"Baban ne diyor?"

-"Babam da biliyor taksi işinin ömür boyu sürmeyeceğini. Bakalım, Allah ne gösterecek? Belki iyi bir fırsat çıkar önümüze, bekleyelim' diyor…"

-"Bak kardeşim… Şimdi beni iyi dinle… İtiraz etme lafım bitince konuşuruz…"

-"Hayırdır enişte? Bir teklif mi var yoksa?"

-"Evet, hem de ne teklif?"

-"Anlat bakalım?"

-"Şu anlattıklarına bakınca epey mantıklı, önünü görebilen biri olduğunu anladım. Aferin sana. Zira bu devirde senin gibilere rastlamak zor. Genelde hepsinin aklı havada oluyor…"

-"Taksicilik bizi törpüledi be ağabey…"

-"Bak şimdi. Bildiğin üzere ablan ile annem dükkân satın alarak, bir börekçi açtılar. İşleri kısa zamanda büyüdü. Fakat bu dükkân onlara yetmez oldu ve daha büyük bir dükkâna ihtiyaç doğdu."

-"Ooo köşeyi döndüler desene?"

-"Aynen öyle. Fakat büyük dükkân alacak para yok. Ayrıca evlere servis yapacak elemana da ihtiyaç var…"

-"Ha sen diyorsun ki, taksiyi satalım dükkân alalım sen de servis yap…"

-"Ben öyle bir şey demedim…"

-"Dedin işte enişte, yoksa neden anlatasın ki bunca hikâyeyi…"

-"Akıllı adamsın vesselam. İtiraf edeyim aynen öyle diyecektim…"

-"Tek şartım var; Eğer bu dükkâna ortak olursam, bana da börek açmayı öğretirlerse varım…"

YAŞLI KADIN VE BANKA

“Bir kadının bankasına bıraktığı not” diye başlıyor bu yaşanmış hikâye.

96 yaşında ve hâlâ zeka fışkırıyor!

Bu mektup gerçekten bir banka müdürüne gönderilmiş ve müdür o kadar etkilenmiş ki, mektubu New York Times’ta yayınlatmış.

İlgili makama,

Geçen ay tesisatçıma ödemek üzere verdiğim çekimi reddettiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum.

Hesaplamalarıma göre, onun çeki yatırmasıyla, hesabıma düzenli olarak her ay yatırılan mütevazı tasarrufumun ulaşması arasında tam olarak üç nanosaniyelik bir fark olmalı.

Elbette bu otomatik transferin sadece otuz bir yıldır devam ettiğini kabul ediyorum.

Banka olarak bu kısacık zaman aralığını yakalama beceriniz ve bana “Sıkıntı” yaşattığınız için 30 dolarlık hizmet bedelini kesme kararlılığınız takdire şayan.

Bu olay, mali alışkanlıklarımı sorgulamam için beni teşvik etti.

Ben, sizin aramalarınıza ve mektuplarınıza bizzat cevap verirken, ben sizi aradığımda yüzsüz, pahalı, robotik bir sistemle karşılaşıyorum.

Bu nedenle, tıpkı sizin gibi ben de yalnızca gerçek bir insanla muhatap olmayı tercih ediyorum.

Bundan böyle kredi ve borç ödemelerimi otomatik olarak değil, banka çalışanınıza özel ve kişisel olarak hitaben yazılmış çeklerle göndereceğim.

Ve bilin ki, postayla gönderilen bu tür mektupları başka biri açarsa bu yasalara aykırıdır.

Lütfen seçtiğiniz çalışanın doldurması için ilişikteki “İletişim Yetkilisi Bilgi Formunu” bulunuz.

Form sekiz sayfa ama banka olarak benim hakkımda bildiğiniz kadar ben de onun hakkında bilgi sahibi olmalıyım.

Tıbbi durumunun belgeleri noterden onaylı olmalı.

Gelir, borç, varlık ve yükümlülük bilgileri de resmi belgelerle kanıtlanmalı.

Uygun bir zamanda kendisine bir PIN kodu vereceğim ve bu kod olmadan benimle işlem yapılamayacak.

PIN 28 haneli olacak, çünkü bankanızın telefon sisteminde sadece bakiye öğrenmek için 28 tuşa basmam gerekiyor.

Ve taklit, iltifatın en içten şeklidir, öyle değil mi?

Daha da adil bir sistem için, artık bana ulaşmak isteyenlerin karşısına da bir otomatik sesli yanıt sistemi çıkacak:

 • 1’e basın: Randevu almak için

 • 2’ye basın: Eksik ödeme hakkında bilgi almak için

 • 3’e basın: Oturma odamda isem yönlendirme

 • 4’e basın: Yatak odamda isem yönlendirme

 • 5’e basın: Tuvaletteysem yönlendirme

 • 6’ya basın: Evde değilsem cep telefonuma yönlendirme

 • 7’ye basın: Bilgisayarıma mesaj bırakmak için (şifre gerekli, yetkili kişiye verilecek)

 • 8’e basın: Ana menüye dönmek için.

Genel şikâyet ya da talep için, lütfen bekleyin, bir temsilcim sizinle ilgilenecektir…

Sizden örnek alarak, ben de bu yeni sistemin kurulumu için 50 dolarlık bir ücret talep edeceğim.

Lütfen her işlem sonrası hesabıma yatırınız.

Saygılarımla,

96 yaşındaki sadık müşteriniz

(Unutmayın: Bu mektubu gerçekten 96 yaşında bir kadın yazdı!)

ZENGİN BAKİRE...

Amerikalı milyoner bir bayan, genç ve yakışıklı avukatını yanına çağırır ve der ki: “Yetmiş yaşına geldim ve biliyorum ki artık bu dünyada misafirim. Bugün yarın demeye kalmaz ruhumu teslim ederim. Onun için sana vasiyetimi yazdırmak istiyorum.”

Avukatı da “Tabii hanımefendi” diyerek hemen kâğıt ve kaleme sarılır.

Kadın başlar saymaya...

“Bildiğin gibi benim hiç kimsem yok. Bugüne kadar hep tek başıma mücadele ettim ve çalışmaktan hiçbir şeye zamanım olmadı. Kendimi bildim bileli iş hayatının içindeyim. Sadece iki dileğim olacak. Biliyorsun servetimin tamamı 100 milyon dolar. Bana öldüğümde 99 milyon dolar harcanarak öyle görkemli bir cenaze töreni yapılsın ki bütün dünya bunu yıllarca konuşsun…”

Avukat “Evet efendim anladım, ikinci dileğiniz nedir?” diye sorar.

Yaşlı bayan utana sıkıla,

“Bugüne kadar hiç kimseyle beraber olmadım ve hâlâ bakireyim. Bu zevki tatmadan ayrılmak istemiyorum bu dünyadan. Benimle sevişmeyi kabul edecek kişiye de geri kalan bir milyon doları vereceğim” der.

Avukatın gözleri açılır ve “Anladım efendim” diyerek kendisine bu konuda yardımcı olabileceğini söyler.

Genç avukat akşam eve geldiğinde bu konuyu karısına danışmaya karar verir ve o gün yaşlı milyoner kadınla aralarında geçen konuşmayı anlatır.

Eşi, bir milyon dolara bu işi yapacak birilerini bulabileceğini ve bunu problem yapmamasını söyler.

Avukat en sonunda ağzındaki baklayı çıkarır ve “Hayatım biliyorsun bugünlerde benim de işlerim pek yolunda gitmiyor ve bir milyon dolarda çok iyi para hani. Diyorum ki eğer sen de kabul edersen bir kereden bir şey olmaz. Hem ihtiyarın hayrını alırız hem de iyi bir para kazanmış oluruz ne dersin?” diye sorar.

Genç kadın biraz düşündükten sonra “Haklısın hayatım zaten yolun sonuna gelmiş durumda hem bir milyon dolar da çok iyi para. Bence bir mahzuru yok” der.

Genç avukat gelişmelerden son derece memnun, sabahı zor eder, sabahleyin doğru yaşlı milyonerin yanına varır.

“Efendim, eğer sizin için de bir sakıncası yoksa bir milyon dolarlık vasiyetinizi yerine getirmek için talibim…”

Milyoner bakirenin arayıp da bulamadığı bir şeymiş bu.

“Peki o zaman yarın sabah saat 10:00 da malikaneye gelirsin” der.

Akşam avukat son derece neşeli evine gider ve eşine milyoner bakireyi razı ettiğini ertesi gün bu iş için saat 10’da evine gideceğini söyler.

Eşi, “Peki o zaman yarın seni ben bırakırım, tahminen bir saat sürse ben seni 11 gibi yine oradan alırım” diyerek anlaşırlar.

Planlandıkları gibi ertesi sabah kadın avukatı malikâneye 10’da bırakır ve gider. 11 sularında evin önüne gelir ve beklemeye başlar, evde hiç kıpırtı yok. Neyse, 5-10 dakika uzayabilir çok önemli değil, diye düşünür kadın.

Saat 11.30’a doğru artık dayanamaz ve başlar korna çalmaya…

Evden hâlâ ses yoktur.

Beş on dakika sonra tekrar çalar kornayı…

Gene ses yok…

Artık kadın iyice sinirlenmeye başlar ve hiç aralıksız kornaya basar...

Derken pencereden yarı çıplak vaziyette genç avukat seslenir,

“Sevgilim sen bugün git benim ne zaman geleceğim belli değil. Kadın fikrini değiştirdi, cenazemi belediye kaldırsın diyoooor...”

YÜZÜK

Platon’un 'Devlet' adlı eserinde anlattığı 'Yüzük' öyküsü ilginçtir:

Hikâyeye göre;

Gyges, Lidya kralının hizmetinde bir çobandır.

Günün birinde bir deprem yüzünden yer çatlar ve hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılır.

Bu yarığın içine inen meraklı çoban, orada altın bir yüzük bulur ve yüzüğü alır.

Çobanlar ay sonunda krala hesap vermek için toplanırlar ve Gyges toplantıya bu yüzükle gelir. Otururken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içine çevirir.

Bunu yapar yapmaz 'Görünmez' olur.

Kendisi de dahil, orada bulunan herkes şaşırır. Yüzükle oynarken taşı çevirince bu kez görünür olur.

Böylece Gyges, yüzüğün tılsımını keşfeder:

‘Yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünür kalıyor.'

Bunun üzerine aklınca bir plan yapar ve görünmez olarak saraya girer, sarayda kraliçeyi baştan çıkartır, onun yardımıyla kralı öldürüp, kralın yerine geçer...

Hikâye bu ya görünmez yüzüğün sahibi olma üzerinden, insanın doğası anlatılmaktadır.

Öyle ki ‘Her istediğini korkmadan alabilmek, dilediğini yapabilmek, büyük bir güce erişmektir. Üstelik de kimse güç (yüzük) kendisini göstermediği için dürüst bilinecektir.’

Böyle bir yüzüğe sahip olduğumuzda acaba biz ne yapardık?

Artık yakalanıp ceza görme tehlikesi yoksa her türlü sıkıntıdan uzak, yakalanma, ayıplanma, dışlanma korkusu olmadan her şeyi yapabilecek bir güce sahip olsak, hiç kimseye hesap verme endişesi taşımasak, ahlaklı olabilir veya ahlaklı kalabilir miydik?

Bu konuda Horner, Westacott'ın cevabı şöyle:

“Kimse mecbur olmasa  ‘ahlâklı’ davranmaz!

O halde ahlâk oynamak zorunda olduğumuz çok gelişmiş, ince bir oyun, toplumda yaşamak için ödediğimiz bir fiyattır.

Ahlak, insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar bütünü, güçlü olanı istediği şeyi yapmaktan engellemenin yoludur.

Gerçekten güçlü olanlar, beyinleri yıkanıp, suçluluk duygusu duymadıkça, istedikleri şeyi elde ederler.

Gerçekten endişelenmeye değer tek bir kural var: O da sadece yakalanmamak!..”

Peki öyleyse ahlaklı olmanın farkı nedir?

Ahlak, hayata bir düzen/ölçü getirir ve bu ölçü, gücün kullanımını belirler.

Ölçü 'Adalet' yolunda 'Hak' olarak kendini gösterir ve 'Kanunla' somutlaşır.

Hak ve adalet, haddi aşıp ötesine el atmamak ve başkasına zarar vermemek üzere bir sınır çizer...

Platon, aynı kitapta, 'Şeytanın avukatlığını' yaptırarak bir yerde şöyle der:

“Haksızlıktan şikâyet edenler, haksızlığa uğrayanlardır" (Devlet, 359).

Eğer güçleri yetseydi, haksızlık etmek fırsatını bulan herkes, haksızlık ederdi...” (Devlet, 360).

Görüyoruz ki kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir şey sayıp, ardına düşmek, insanın doğasında olan bir şeydir...

İşte bizi haksızlıklardan alıkoyan, eşitlik duygusuna ve saygısına götüren şey, kanundur!

Devlet için kanun, her zaman kayıtsız ve şartsız gereklidir...

(Platon’un “Devlet” adlı kitabından alıntı)

ANANIN KOCASI

Son eşini de kaybettikten bir yıl sonra orta yaşını hayli geçmiş olan kadın evlenmeye karar vermiş ama oğlunun şiddetli direnciyle karşılaşmış.

Ne yapıp etse de oğlunu razı edememiş en sonunda oğluna mani ile derdini anlatmayı denemiş...

Sonucu ben de bilmiyorum ama mani şöyle:

“Üçü uzun, dördü kısa;

İkisi İsa, biri de Musa;

Ali, Veli Selami:

Üçü atlı, beşi develi;

İki de ondan evveli

Recep, Şaban, Ramazan,

Sonrasında Bayram,

En son da rahmetli baban,

Anan koca mı gördü ki yavrum."