Yıllar önce Çanakkale’nin geçmişi ile ilgili dergimizde röportajlar yapıyordum.

Emek pastanesi gelmişti önüme.

Bizim gençlik yıllarımızda popüler olan pastane.

“Bu ay sizlere biraz nostalji yaşatalım istedik” diye başlamışım yazmaya.

“Geçmişimize sahip çıkarak, zaman zaman bunu yapmak istiyoruz” demişiz.

“Çanakkale’nin mihenk taşlarından biri, Emek Pastanesi’ni tanıtalım” diyerek anlatmışım.

Yazıyı arşivimde bulunca “Bunu yayımlamam lazım” dedim içimden.

“O vakitler dergide okumayanlar varsa bir anı olarak tarih bilinmeli” diye düşündüm.

1958 yılında kurulan bu pastane, 1966 yılında el değiştirmiş ve 1989 yılında binanın yıkılması ile tarih olmuş.

Sadece bina değil yerle bir olan, anılarda toprağa gömülmüş.

Bu sayımızda Emek Pastanesi’ni 1966 yılında devren kiralayan ve aralıksız tam 23 sene işleten Balaban Ailesi’ni bir araya getirerek Mülahim (Mülayim) (1934) ve İsmail Ağabeye sormuşum.

Onlar da anlatmışlar…

“Bizler Yugoslavya’ya yerleşmiş atalarımızın devamıyız.

Belgrat Goran Bölgesinde ikamet ederdik.

Orada yine pastanemiz vardı.

Babamız Mahmut Bey, Annemiz Haviye (Havva) Hanım ve İbişe Hanım (1930), Bahriye Hanım (1931),  Mülahim (Mülayim) Bey (1934), İsmail Bey (1935), Cemail Bey (1936) ve Salih Bey (1942) olmak üzere 6 kardeştik.”

Şimdilerde hepsi rahmetli oldu.

Allah rahmet eylesin…

Yaşadıkları topraklarda çok baskı gördüklerini belirterek anlatmaya devam ettiler.

“1965 yılına kadar Türk olduğumuz için çok baskılar gördük.

Fiziki olmasa bile manevi olarak baskı görüyorduk. Bizleri hiç istemiyorlardı. ‘Siz Türksünüz, gidin buradan’ diyerek sürekli taciz ediyorlardı.”

“Babam kafasına koymuştu.

Türkiye’ye gelecektik.

Ancak o zamanlar Yugoslavya 6 Cumhuriyetten oluşuyordu.

Bir tanesi de Makedonya idi ve sadece Makedonya’dan Türkiye’ye göç izni vardı.

Türkiye’ye göç etme şartları ağırdı.

Buna göre Makedonya’dan mal, mülk edineceksiniz ve en az iki sene ikamet edeceksiniz sonunda göç izniniz çıkınca mallarınızı orada bırakma şartı vardı.”

“Babam bu göç işi ile uğraşırken rahmetli oldu.

Biz kardeşler Makedonya’da pastane satın alarak işlettik ve ailelerimizle beraber tam 17 kişi göç şartlarını yerine getirdik.”

“31 Aralık 1965 tarihinde Uzunköprü’ye trenle geldik ve aynı gün otobüse binerek Çanakkale’ye indik.”

Neden Çanakkale?

“Büyük ablamız buraya gelin gelmişti.

Bize sahip çıkar düşüncesi taşıyorduk.

Nihayetinde sahip de çıktı.”

“Bir oda bulduk komşuları yardımıyla.

Eski Belediye Başkanı Rahmetli Reşat Tabak ve Rahmetli Esat Algönül’ün yardımlarıyla 15 Haziran 1966 yılında Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Emek Pastanesi’ni tam 45.000 Liraya devren kiraladık.

Çok para verdik tabi.

O parayla meydandan ev alabilirdik. 

Pastaneyi o zamanlar Esat Algönül işletiyordu.

Bir miktar peşin verip geri kalan paraya vade yapmıştı, Allah Rahmet eylesin.”

“Pastaneyi devraldığımızda orada çalışanlara hiç dokunmadık.

Aynen işlerine devam ettiler.

Usta Muzaffer Ortaç, Ali Girgin, Hasan Akarsu çalışırdı.”

“Biz 4 kardeş işe başladık.

Daha sonraları bize Nazım (Mülayim oğlu) ve Muhammet (Cemail oğlu) katıldı.”

“O yıllarda Yugoslavya’dan gelmiş olmamız sebebi ile yerli halktan bazıları çekinerek yaklaşıyordu.

Ne de olsa ‘Gomonist’ memleketinden gelmiştik.

‘Neydik, neyin nesiydik?’ gibi.”

“Hatta yakın geçmişte Sosyal Demokrat bir partide önemli rol almış biri, (O zaman gençti tabi) pastaneye gelerek ‘Siz Müslüman mısınız? İslam'ın 5 şartını sayın bakalım’ gibi sorguya bile çekmeye kalkmıştı bizi.

Hatta Cemail’i ‘Kırmızı gömlek giyiyor’ diye ‘Gomonist’ olarak bile bellemişti.

Hâlbuki onun kolunda kocaman Ayyıldız dövmesi vardı.

Bizim Gomonistlikle filan işimiz yoktu. Zaten Gomonizmden kaçmıştık. Vatanımıza kavuştuğumuz için seviniyorduk.”

“Biz gelirken yanımızda televizyon getirmiştik.

‘Belki Yunanistan filan çeker’ diye kurmaya kalktık.

Anteni gören bir komşu bizi polise ihbar etmiş.

‘Bunlar casus’ diye.

Tabi işin aslını anlatana kadar akla karayı seçmiştik.”

“Bizler yavaş yavaş Çanakkale’ye alışırken, onlarda bize alışmaya başladı.

Pastane kültürü gelişti.

İnsanlar pasta yemeyi öğrendi.”

“O zamanlar Yalı’da (Yalı Hanı’nın Yalı’ya bakan tarafındaki kapısının yanında) Halk Pastanesi vardı.

Burayı (daha sonra Çanka Gazoz Fabrikası’nı kuran) Naci ve İsmet Muhtaroğlu çalıştırıyordu.

Bizler bu pastaneyi onlardan devren kiraladık.

Artık ikinci pastanemiz olmuştu.

Daha çok çalışıyorduk.

O kadar nüfusa bakmak kolay değildi tabi.

Ama işletme zorlukları dolayısı ile 1976 yılında bu pastaneyi kapattık.”

“Haziran 1967 yılında Arap-İsrail savaşı patlak verdi.

İsrail, Arap Yarımadası’nda hâkimiyeti neredeyse ele geçirmişti.

O sırada Çanakkale’de bir söz yayıldı.

Güya bir Yahudi vatandaşımız, ‘Artık Hacca giderken bizim elimizi değil ayağımızı öpeceksiniz’ demiş.

Kulaktan, kulağa yayılan bu söz milleti galeyana getirdi.

Halk ayaklandı.

Harmanlıktan yaklaşık 1000-1500, Hastane bayırından 2000 kişi toplanıp Yahudi evlerini yıkmak için toplanmaya başladılar.

Asker ve polis bunu önledi.

‘Bu işin başında Mülayim Balaban’ var diye bir sivil polis ihbar verince, Mülayim Balaban mahkemelik bile olmuş.”

“Türkiye’ye televizyon girince, Amerikan filmlerinde doğum günü pastası görenler, bizden pasta talep etmeye başladılar. 

‘Birden patlama oldu’ diyebiliriz.

Çanakkale’de ilk 7 katlı düğün pastasını Rahmetli Reşat Bey’in kızının düğününde yapmıştık.

“Pastanede pasta yanında bisküvi filanda satardık.

Bize bisküvi getiren kimdi biliyor musunuz?

Sabri Ülker.

Ali Şen bile gelmiştir pastanemize.

Yugoslavya’dan tanırız kendisini.

Fikret Hakan gibi zamanın ünlüleri çok gelmiştir pastanemize.

1989 yılında rahmetli Reşat Beyin varisleri binayı komple yıkmaya karar verince biz de pastaneyi kapattık.”

“Mülayim emekli oldu, İsmail Necippaşa Camii karşısına Balaban Pastanesi açtı, Cemail ile oğlu Muhammet Heykelin karşısında Memo Pastanesi açtı, Salih ise iskelede büfe işletmeciliği yaptı.

İçlerinden Cemail rahmetli oldu.

Mülayim Oğlu Nazım şu anda pastacılık yapan tek kişi.

O da uzun zaman Demircioğlu Caddesi’nde Emek Pastanesi adında bir pastane işletti. Şimdilerde pastanelerde part-time usta olarak çalışıyor. (Anlattığı tarihlerde tabi. Şimdi hayatta kalanların hiç biri pastacılıkla uğraşmıyor)

İşte böyle.

O pastaneyle ilgili anısı olanlar varsa bana ulaşabilirler, buradan yayımlarım.

Ama bu arada ben de o tarihlerde bizden büyük delikanlı olan ağabeylerimize ulaşıp, araştıracağım.

Başta da dediğim gibi, giden anılar oldu geride hikâyesi kaldı…

Allah vefat edenlerin hepsine gani gani rahmet eylesin.

Amin.

(Resim rahmetli Ayhan Öncü sayfasından alıntıdır. Pastane sinemanın altındaydı.

Ayrıca bu linkini vereceğim sayfadan da kendisinin Emek Pastanesi ile ilgili yazısını da bulabileceksiniz)

“https://www.canakkaletravel.com/yazi/hey-gidi-gunler-hey.html”

ANTİK ÇAĞDA DÜNYANIN ÇEVRESİNİ ÖLÇEN BİLİM ADAMI:

EROTESTHENES

Dünyanın boyutunu merak ettiğimizi ve çevresini hesaplamak istediğinizi varsayalım, bunu nasıl yapabilirdiniz?

Günümüzde bunu yapmak elbette çok kolay. Basit bir sorgu neticesinde dünyanın çevresinin 40.075 km olduğunu biliriz.

Ancak antik çağlarda olsaydınız bunu nasıl ölçebilirdiniz?

Antik dönemlerde astronomi çalışmalarında karmaşık cihazlar kullanılmazdı.

Kişilerin ellerindeki tek araç kitaplar ve gözlem yetenekleri idi.

Ayrıca bazı problemlerin üstesinden gelmek için entelektüel yeteneğe sahip olsalar bile, ilk bilim adamlarının çoğu sosyal ve dini geleneklerle savaşmak zorundaydı.

Eratosthenes Dünyanın Çevresini Nasıl Ölçtü?

Eratosthenes’in ayak izlerini takip ederek, Dünya’nın büyüklüğünü, Gnomon (Güneş saati kadranı) adı verilen (esasen düz bir yere dikilmiş) dikey bir çubuk yardımıyla bulabiliriz.

Bu çubuk Güneş’in gökte ilerlerken düşürdüğü gölgenin izlenmesini sağlar. Gnomon pusula görevi de görür, çünkü öğle vakti gölge tam kuzeyi gösterir.

Ayrıca, Güneş’in yüksekliğini belirlemekte de kullanılırdı.

Tek yapılması gereken şey, gölgenin ve çubuğun uzunluklarını ölçmektir..

Bu ölçümlerle orantılı bir dik üçgen yardımıyla gölgenin karşısına rastlayan açı hesaplanabilir.

Bu açı da Güneş’in doğrultusunun başucu doğrultusundan (dikey doğrultudan) ne kadar saptığını gösterir.

Gnomonun kullanımı Eratosthenes ve çağdaşları tarafından iyi bilinmekteydi.

İskenderiye Kütüphanesindeyken Eratosthenes, Güney Mısır’da, (bugünkü Asvan yakınlarındaki) Syene kasabasında çok değişik bir özelliğe sahip bir kuyu olduğunu öğrendi.

Kuzey yarımküredeki en uzun gün olan 21 Haziran’da tam öğle vakti, Güneş doğrudan olarak kuyuya geliyor ve en aşağısına kadar her yeri aydınlatıyordu.

Eratosthenes, Güneş’in 21 Haziran’da tam tepede olduğunu ve bu yüzden kuyuyu tamamen aydınlattığını fark etti.

Ancak bu olay birkaç yüz kilometre kuzeyde olan İskenderiye’de hiç olmuyordu.

Bugün bu kuyunun, Güneş’in ışınlarını 21 Haziran’da dik olarak alan Yengeç dönencesinde olduğunu biliyoruz.

Güneş’in hem Syene’e, hem de İskenderiye’ye dik ışınlar göndermemesinin sebebinin Dünya’nın eğimi olduğunu bilen Eratosthenes, bu olaydan yola çıkarak Dünya’nın çevresini ölçebileceğini düşündü.

İskenderiye ve Syrene arasındaki mesafe=D kilometre;

Dünya’nın merkezinde gördükleri açı=7.2 derece ve

Çemberin toplam açısı=360 derece ise

Dünyanın Toplam Çevresi= (360/7.2) x D) kilometredir formülü ile bulunabilirdi.

Şehirler arasındaki bazı mesafeler, bir deve kervanının bir şehirden diğerine seyahat etmesi için geçen süre ile ölçülürdü.

Ancak develerin farklı hızlarda dolaşma ve yürüme eğilimi vardı.

Bu ölçümün kesinlik olasılığı düşük olduğundan kullanılması mümkün değildi.

Bu nedenle Eratosthenes, eşit uzunlukta adımlarla yürümek için eğitilmiş profesyonel araştırmacılar olan Bematistleri işe aldı.

Syene’nin İskenderiye’den yaklaşık 5000 stadyumda olduğunu buldular.

Uzun mesafeler o çağda Stadion denen birimle (bir stadyumun boyu) ölçülürdü. Bir stadionun değeri 600 ayak olarak kabul edilirdi.

İki kent arasındaki uzaklık bugünkü ölçülerle kabaca 800 km civarına denk gelmektedir.

Şimdi yapılması gereken bu sayıyı 50 ile çarpmaktır.

Bu durumda Dünyanın çevresi yaklaşık 40.074 kilometre kadar olacaktır.

Şaşırtıcı bir biçimde, gerçek çevre bu tahminden sadece 66 kilometre daha büyüktür!

Eratosthenes’in Ölçümleri Ne Kadar Doğru?

Eratosthenes’in yönteminde elbette o dönemin şartlarından kaynaklanan bazı noksanlıklar var idi.

İlki Güneş doğrultusuyla dikey doğrultu arasındaki açı o devirde ancak yaklaşık olarak ölçülebilirdi.

İkincisi, Assuan’ın İskenderiye’ye göre tam tamına değil ancak kabaca güneye düşmesidir.

Üçüncüsü, iki kent arasındaki uzaklığı tam olarak ölçmenin çok güç, hatta olanaksız olmasıdır.

Eratosthenes’in tahmininin, bilimsel açıdan kesin bir ölçümden çok bir “Göz kararı ölçüm” olduğu kabul edilir.

Hesaplama biraz hatalı olsa da, bu ilkel teknik yalnızca %0,16’lık bir hatayla bize bir cevap vermişti.

Bu değer, bir dolaysız yaklaşımın kesinlikle olanak dışı olduğu durumlarda, kullanılan basit ama zekice geometrik akıl yürütmenin, başarı sağlama yeteneğine çarpıcı biçimde tanıklık etmektedir.

Matematik.org