ADALET!

Hoca denilen bir zat, 16 Şubat 2025 tarihinde sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda, ünlü oyuncu Adile Naşit’in mezarından çığlıklar geldiğini öne sürerek tepki çeken ifadeler kullanmış.

Paylaşımında Adile Naşit ve Kemal Sunal hakkında asılsız iddialarda bulunana Hoca, aynı zamanda Yeşilçam sanatçılarını hedef alan açıklamalar yapmış ve aynen şöyle demiş;

“Mezarı bir açıyorlar, nasıl bir manzara biliyor musun? Adile Naşit’in bacağını ensesinden sokmuşlar, ağzından çıkarmışlar. Bir müftü her gün mezarlıktan bir çığlık duyuyor. En son gidip bakıyor ki çığlık Adile Naşit’in mezarından geliyor. Hani bizim evimizin annesi vardı ya, küçükken öyle yutturdular. Evimizin tonton annesi dediler. Evimizin esprili adamı da Kemal Sunal, 44. dereceden Türkiye'nin en büyük masonlarından biri. Kemal Sunal’ı da evimizin komedyeni diye çaktılar bize, Adile Naşit’i evimizin tonton annesi diye çaktılar. Zaten Yeşilçam’da kimi çaktılarsa hepsi Ermeni.”

Bu ifadelerin ardından Adile Naşit'in yeğeni Necip Naşit Özcan, avukatı aracılığıyla savcılığa başvurarak bu hoca hakkında “Kişinin hatırasına hakaret” suçlamasıyla suç duyurusunda bulunmuş.

Başvuruyu inceleyen savcılık kararında, “Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine göre hakaret suçunun ancak birinci ve ikinci derece akrabalar tarafından belirli şartlar sağlanarak şikâyet edilebileceğini, ayrıca bu sözlerin hukuki olarak hakaret kapsamında değerlendirilemeyeceğini” belirtmiş.

Yorum mu?

Yorumu siz yapın artık, onu da bana bırakmayın…

ESKİDEN

Osmanlı devletinin ilk yılları...

Bursa’da bir kişi, satın aldığı atın hemen sonrasında, atın hasta olduğunu fark etti.

Onu geri vermek istiyor ancak satan adamın atı geri almayacağından endişe ediyordu.

Bu yüzden önce kadıya gidip işi resmi olarak halletmek istedi.

Ancak kadıyı yerinde bulamadı, mahkeme ertesi güne kaldı, hasta at ise gece öldü.

Adam, ertesi gün olanları kadıya anlattı, ne yapılabileceğini sordu.

Kadı, “Zararını ben ödeyeceğim” dedi. Şaşkınlıkla kadıya bakan adam;

“Sizin konuyla bir ilginiz yok, niçin siz ödeyeceksiniz ki…” dedi.

Kadı, şu manidar cevabı verdi:

“Evet, görünürde benim konuyla ilgim yok ama işin aslı öyle değil. Sen dün geldiğinde ben yerimde olsaydım, atı geri verdirirdim, sen de paranı geri alırdın. At da senin elinde değil, sahibinin elinde ölmüş olurdu. Şimdi buna imkân kalmamıştır. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep oldu. O yüzden zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi.

O kadı, sonradan Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı olacak olan zamanın din ve fen bilgilerine vâkıf Molla Fenari Şemseddin Hazretleri (1350-1431) idi.

Hani “Adalet” dedik ya…

TRAFİK CEZASI

Soğuk bir kış günü Konya'da trafik uygulaması yapmaktadır.

Yaşlı bir amca ve yanında seyahat eden eşinin aracını kontrol için çevirirler. Kontrolden sonra bir kaç eksiklikten dolayı yaşlı amcaya ceza yazılır.

Amca makbuzunu alıp aracına doğru giderken geri döner ve Jandarma Astsubay Zeki Marmara'ya;

“Evladım sana bir kere sarılabilir miyim?” der.

Astsubay Zeki Marmara insanların ceza yazıldıktan sonra söylenmesine alışıktır.

“Hayırdır amca niye sarılacaksın?” diye sorar.

Amca:

“İçimden geldi evladım...” der.

Astsubay Zeki; sıcak bir tebessümle;

“Gel sarılalım!” der...

Sarılırlar...

Ayrıldıklarında amcanın gözleri yaşlıdır.

Ve hızla aracına doğru yürüyüp biner.

O esnada Astsubay Zeki Marmara hiçbir şey anlamadığı bu durumu açıklaması için; “Amca niçin ağladığını bana söyleyeceksin?” diye ısrar eder.

Amca gözleri buğulanmış olarak yanında ki hanımına dönüp bakar.

Teyze de ağlamaktadır.

Bu esnada uzman çavuş Faruk Yayla'da yanlarına gelmiştir.

Amca ısrara dayanamaz.

Astsubay Zeki Marmara'ya şefkatle bakar ve: “Oğlum yaşasaydı senin yaşlarında olacaktı. Cizre’de Şehit düştü.” der.

Astsubay Zeki Marmara ve Uzman Çavuş Faruk Yayla Kurşun yemiş gibi sarsılırlar...

Bir müddet gözleri birbirlerine takılı kalır.

O an zaman durur, dünyevi tüm sıkıntılar mis kokulu evlatlar unutulur...

Konya'nın soğuğunda yürekleri alev alev yanmaktadır.

Amca aracını vitese takar, tam yürümek üzereyken Astsubay Zeki Marmara ve Uzman Çavuş Faruk Yayla amcanın aracını durdurup ceza makbuzunu geri isterler.

Zorla da olsa elinden alırlar.

Amcanın ellerini öpüp;

“Biz de senin evladın sayılırız ve evlatlar babalarının cezasını öderler.

Gerçi bu cezanın bedeli Cizre'de çoktan ödenmiştir. Lakin kabul edersen bir kerede biz ödemek istiyoruz…” deyip amcayı hürmetle uğurlarlar...

Haber şöyle;

“TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından onaylanırsa yürürlüğe girecek yeni uygulamayla, “Mevcut milletvekillerinin 2 aracı, eski milletvekillerinin de bir aracı trafik cezasından muaf olacak.”

Habere göre, mevcut milletvekillerine tanınan bu hakkın eski vekilleri de kapsamasıyla trafikte 3 bin 600 imtiyazlı eski ve yeni vekil yaratılmış olacak.”

Biz ne istiyoruz, onlar ne yapıyor?

Adalet nire, biz nire?

ADAM HAKLI

Jose Mourinho: “Türkiye’de sportif bir rekabet yok, burada insanların tahmin ettiğinden daha büyük şeyler oluyor. Biraz daha derine inerseniz, inanılmaz şeyler bulursunuz.”

Adam yurt dışından gelmiş ülkemizde teknik direktörlük yapıyor.

Ama işler beklediği gibi gitmiyor.

Bu onun tembelliğinden veya bilgisizliğinden kaynaklanmıyor.

Bakıyor ki bu ülkede adalet yok.

Veya bazıları oluşan olaylara “Adalet” diyor ve isyan ediyor.

Demek biz de bir problem var.

Yoka dünyaca kabul edilen koskoca bir spor adamı başarısızlığını adalete bağlar mı?

Dünya kendisine güler.

Ama öyle olmuyor ve çoğunluk kendisine hak veriyor.

Demek adam “Adalet” konusunda haklı…

YARDIM

Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken, sarhoşa benzeyen bir adam gördüm.

Bir sağa bir sola yalpalıyordu ve yanındaki direğe sarılmıştı.

Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim.

Otuz yaşın üstünde olmalıydı.

Kendisine biraz daha sokuldum.

Üstü başı son derece temizdi.

Yanından geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı.

Yavaşça yanına gidip:

“İyi misiniz?” diye sordum.

“Bir ihtiyacınız var mı?”

Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı:

“Hastayım!..”

Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum.

Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.

Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi.

Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim.

Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik.

Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu.

Şoför de yanımdaydı...

Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük.

Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı.

Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.

Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu.

Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.

Başını sallayarak:

“Borçlu değil, alacaklısın dostum...” dedi.

“Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün…”

O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum.

Kim bilir?

Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.

Alıntı.

TURNAYI GÖZÜNDEN

Bir gün bir yerde ünlü avcılar toplanmış, birbirlerine başlarından geçen av serüvenlerini anlatıyorlardı… Anlattıklarının birazı gerçekse çoğu da düşseldi.

İçlerinde yaşlı ve deneyimli bir avcı, hiç konuşmadan dinliyordu arkadaşlarını.

Ötekilerin ilgisini çekti yaşlı avcının suskunluğu.

“Niçin susuyorsun?” diye sordular ona. “İçimizde en deneyimli avcı sensin. Kim bilir ne serüvenler geçmiştir başından…”

Yaşlı avcı arkadaşlarını kırmak istemedi. O da başından geçen bir olayı anlatmaya başladı:

“Avcılığa henüz başladığım gençlik günlerimden birinde, elimde silah, yanımda köpeğim göl kıyısına vardım.

Baktım bir turna uçuyor havada.

Turnayı ayağından vurmak istedim.

Nişan aldım, ateş ettim.

Tam da o sırada hayvan gagasıyla ayağını kaşımak istemez mi?

Saçma, kuşun bir gözünden girdi, öteki gözünden çıktı!

Hayvan uçamadı, yere düştü!

Köpeğim koşup getirdi turnayı.

Baktım ki her yeri sağlam, yalnızca gözlerinden kan akıyor…

Çok pişman oldum hayvanı vurduğuma. Onu yere bıraktım.

Çırpınıyor, ama uçamıyordu…

O çırpındıkça acı duyuyordum!

Derken gökte bir bölük turna belirdi.

Üstümüzde döne döne uçuyorlardı. Gelip yerde çırpınan turnanın yanına kondular.

Kör turnayı aralarına aldılar.

Kendi dillerinde ötüşüp anlaştılar.

Sonra hep birlikte kanat çırparak havalandılar.

Ben olduğum yerde donakalmış, yalnızca olup biteni izliyordum öyle.

Bölük halinde uçup gittiler.

Kör turnaya ses vererek yönünü bulmasına yardımcı oluyorlardı…

İşte o gün bugün, turnalar hep katar katar uçar oldu.

Onların böyle toplu halde uçmaları benim yüzümden…”

Öyküden etkilenen avcılardan biri dayanamadı:

“Helal olsun usta!” dedi. “Durdun durdun, turnayı gözünden vurdun!”

Şu ülkenin gidişinde bakalım kim turnayı gözünden vuracak?

DEVLET

Memleket yangın yeri.

Ortalık kaynıyor ve kaynamaya devam ediyor.

Bir takım aktörler de kaynatmak için elinden geleni yapıyor.

Ortada bir devlet var.

Bu devleti kurmak için ne mücadeleler verildi, ne canlar feda edildi.

Ne fedakârlıklar yapıldı.

Devleti yönetirken geçmişe bakmalı ve kuranlarla ilgili saygı ve sevgiyi eksik etmemeli, onların mirasını sürdürmek için alınan görevi layığı ile yapmalı

Devleti yönetenlere de (Kim olursa olsun) gerekli saygı gösterilmeli, “Devlet büyüğü” kapsamında kabul edilmelidir.

Bizim geleneklerimizde devletimize ve devlet büyüklerine saygısızlık yapmak yoktur.

Diğer taraftan da bakıldığında devleti yönetenlerin veya yönetmişlerin sözlerinde dikkatli olmaları, davranışlarını kontrol etmeleri, tarafsızlık sergilemeleri ve adil olmaları gerekiyor.

Aslında durum bu kadar basitken inatlaşmanın, işi yokuşa sürmenin de gereği yoktur.

Karşılıklı suçlamalar yerine, oturup konuşmak en iyisi değil mi?

Yapılacak tek şey Adil ve adaletli olmak.

Bu kadar zor mu sizce?