Türkiye sallanıyor, sarsılıyor, ayaklanıyor.
Sebep?
Bence bu bir günlük, beş günlük bir şey değil.
Yılların birikimi demek daha doğru olur.
Caddelere, sokaklara, meydanlara sığmayan halk ne istiyor?
Adalet…
Evet, evet tek istediği şey adalet…
İnsanın var olma duygusudur adalet.
Adaletin olmadığı yerde barış, huzur olmaz.
Nitekim olmadı.
Mızrak çuvala sığmadı.
Milyonlarca insan sokağa döküldü sonunda.
Bunun sorumlusu kim?
İktidar.
Onca Sayıştay raporlarına rağmen iktidara ait onca belediyeye hiç dokunulmazken, sadece CHP belediyelerine dokunmak ve gelecekte cumhurbaşkanlığına aday olabilecek kişiyi apar, topar tutuklamak milletin hoşuna gitmedi.
“Adalet” kavramı bir kez daha öne çıktı.
20 sene öne “Yasaklar” kelimesinin yanında “Yoksulluk” ve “Yolsuzluk” kelimelerini de katarak iktidara gelenlerin son günlerde düştüğü duruma bakın!
Halk sokaklarda,
Polisle karşı karşıya.
Kimsenin yargıya karşı çıktığı filan yok.
Birilerinin anlamsız sözleri kimsenin umurunda değil.
Yargı yücedir.
Ama “Adalet mülkün temelidir.”
Mülk, “Devlettir.”
Devleti yönetmek, köyü yönetmeye benzemez.
Tek istenilen Adalet.
O sağlanmayınca veya adalet karşısında herkes eşit olmayınca ortalık karışır.
CHP bir oylama yaptı.
Üyeleri arasında bir aday yoklaması yaptı.
Ancak yanına da bir sandık koyarak, “Halk olarak gelin siz de fikrinizi belirtin” dedi.
1.5 milyon üyesi bulunan CHP’nin yaptığı bu yoklamada 15 milyondan fazla oy çıktı.
Yani 10 katı.
Anketlerde sürekli olarak “Tarafsız oylar vardır ve aslında hep birincidir ya”
İşte o oyların yeri artık belli oldu gibi.
İktidar oldukça büyük siyasi yanlış yaptı.
İnsanları kendisinden uzaklaştırdı ve belki de yapılacak seçimde sandığa bile gitmeyecek seçmene adres gösterdi.
CHP üye kazanımı konusunda rekor kırmış.
Bunun tek sebebi iktidarın yanlış ekonomik ve siyasi politikalarıdır.
AKP bu olaylardan sonra artık düşüş sürecine girmiştir.
Kimse bunu inkâr edemez.
Yasaklanan rakipler her daim yasaklayanların başlarına iş açmıştır ve iktidarlarından etmiştir.
Tarihte örnekleri oldukça çoktur.
AKP’nin bizzat kendisinin yaşadığı olayı unutması mümkün değilken, hala bu yola tevessül etmesi anlaşılır gibi değildir.
31 Mart 2019 tarihinde yapılan Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, bildiğiniz üzere iptal edilmiş ve tekrarlanan seçimi Ekrem İmamoğlu oldukça büyük fark atarak kazanmıştı.
AKP’lilerin; Bizim insanımızın “Mağdurun yanında” yer aldığını, “Her daim Adaleti gözettiğini” unutması mümkün değildir.
Tüm bunlar bilinirken hala inatla ısrar niye?
Bu adaletsizlikler toplum yapısını bozarken, ekonomiyi de allak bullak etti.
42 liraya kadar yükselen doların, onca müdahaleye rağmen hala ateşli kalmasının sebebi sizce ne?
Borsanın sürekli olarak durdurulması neden?
Ekonomiden sorumlu bakanın çabalarının bir gecede heba edilmesinin sorumlusu kim?
25 milyar dolarımız bir gecede neden eridi?
Borsa neden yüzde 20 değer kaybetti?
“Tasarruf yapılacak” diye sırtımıza bindirilen onca yükün, tekrarlanacak olmasının sorumlusu kim?
Olaylarda en ufak bir suçumuz olmamasına rağmen biz halk olarak neden hep mağdur oluyoruz?
Sorumlular ise; neden istifa yolunu seçip, “Beceremedik” diyerek çekip gitmiyorlar acaba?
Beklentimiz;
Adaletin sağlanması.
İktidarın yaşanan olaylardan ders alması ve fabrika ayarlarına dönmesi.
Mümkün olduğu kadar erkenden bir seçime gidilmesi.
Halkımızın huzura ermesi…
AKRAN ZORBALIĞI
Dün gazetemizde haberi vardı şu yaşananların.
“Akran zorbalığı…”
Uzman Büşra Pekkoç Baskıcıoğlu; “Araştırmalar, dünya çapında çocukların yaklaşık üçte birinin hayatlarının bir döneminde akran zorbalığına maruz kaldığını göstermektedir.” Diyor.
Bu oldukça yüksek bir rakam.
Sadece ülkemizde değil, dünyada gelişen bir olay.
Akran zorbalığını uzman Baskıcıoğlu şöyle tarif ediyor;
Akran zorbalığı:
“Bireyin yaşıtları tarafından sürekli ve kasıtlı olarak;
Fiziksel,
Sözel,
Sosyal veya
Dijital yollarla zarar görmesi ya da baskı altında tutulmasıdır.
Fiziksel saldırılar,
Alay etme,
Dışlama,
Tehdit etme,
Dedikodu yayma ve
Siber zorbalık gibi birçok farklı formda ortaya çıkabilir…”
Bir çocuk akranına neden fiziksel, sözsel, sosyal veya dijital yollardan zarar vermek isteyebilir?
Nedenini ise Baskıcıoğlu şöyle açıklıyor:
“Zorbalığın nedenleri arasında;
Aile içi şiddet,
Yetersiz ebeveyn ilgisi,
Düşük özsaygı,
Sosyal beceri eksiklikleri,
Okul ortamındaki denetimsizlik ve
Toplumda şiddetin normalleştirilmesi gibi faktörler yer almaktadır.
Zorbalık yapan bireyler genellikle;
Kendilerini güçlü hissetmek,
Dikkat çekmek veya
Başkalarına üstünlük sağlamak amacıyla bu tür davranışlarda bulunurlar…”
Yaş aralığı konusunda uzamanın yaptığı açıklamayı okuyunca resmen ürperdim.
Hatta kendimi tutamayıp;
“Yok yahu!” bile demişim.
Bu yaş aralığı kaçmış biliyor musunuz?
Araştırmalara göre, akran zorbalığı en çok “07-15” yaş aralığıymış.
İlkokulun son yılları ve ortaokul dönemi, zorbalığın en sık yaşandığı dönemlermiş.
Vay vay vay!
Yazık.
Biz de zamanında okuduk.
Elbette ki kavgalarımız olmuştur.
Nihayetinde çocuksunuz.
“Saçımı çekti, silgimi aldı” gibi şaka yollu basit nedenlerimiz vardı şikâyet unsuru olacak.
Ama bu kadar olmamıştı.
Uzman demiş ya, “Aile içi şiddet, anne baba ayrılıkları…”
Günümüzde artık bu sebepler fazlalaştı.
Şiddet ve boşanmalar çoğaldı.
Çocuklar ortada kaldı.
Bu zorbalıkların ileriki yaşlarda çocuğa ne derece etkisi olacağı belli.
O sebeple derhal harekete geçilerek özel eğitimler yapılmalı ve bu konu ön planda tutulmalıdır.
Önlemek için uzmanı şöyle diyor;
“Aileler, eğitimciler ve toplum iş birliği yapmalı”,
“Okullarda zorbalık karşıtı programlar düzenlenmeli”,
“Çocuklara empati ve sosyal beceriler kazandırılmalı”,
“Aileler çocuklarının davranışlarını yakından gözlemlemeli”,
“Dijital ortamda karşılaştıkları içerikleri kontrol etmeli”,
“Psikolojik destek alınarak çocukların güvenli ve sağlıklı bir ortamda gelişmeleri sağlanmalıdır.”
Akran zorbalığının, bireylerin gelişimi üzerinde uzun vadeli etkiler bırakabilen ciddi bir problem olduğuna dikkat çeken uzman, “Bu konuda farkındalığı artırmak ve etkili çözümler üretmek, daha sağlıklı bir toplum oluşturmanın önemli bir parçasıdır.” diyor.
Zırt, pırt eğitim sistemini değiştirenler bu konuya da el atsalar fena olmaz diyorum.
Zira bu çocuklar bizim geleceğimiz.
20 sene sonra bizi yönetecek kişiler…
ZIVANADAN ÇIKMAK
Zıvana kelimesinin kökeni, Farsçaymış meğer.
“İki ucu açık küçük boru, içine bir şey geçirilmek için açılmış delik, bu deliğe geçirilen mil” anlamına geliyormuş.
İr başka tanım ise;
Zıvana: Değirmen taşının etrafında döndüğü kazığa denirmiş.
Resimde ise zıvanadan çıkmış bir değirmen taşı görülüyor.
TDK'ye göre, zıvanadan çıkmak deyiminin anlamı şuymuş:
-Çok sinirlenmek, öfkelenmek
-Aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak
-Denetlenemez duruma gelmek.
Hepimizin tepesini attıran durumlar olmuştur. Çok üstünüze gelindiği ya da çok sinirlendiğiniz anlarda, “Beni zıvanadan çıkarmayın ülen!” dediğiniz olmuştur.
“Zıvanasız” sıfatı ise:
Deli, ölçüsüz davranışları olan, delişmen, aklını kaçırmış, çok öfkeli kişileri anlatmak için kullanılıyor.
Zıvanadan çıkmak deyiminin hikâyesi şöyle anlatılmış:
Birinci anlama göre:
Zıvana, kapıların üzerinde çivili olarak duran ve kapıların açılıp kapanmasını sağlayan menteşeye verilen ad.
Kapı, zıvanadan çıktığı zaman ayakta duramaz, devrilir.
İkinci anlama göre:
1960’lı yıllarda İstanbul’da trafik polislerin içine girdiği, metalden yapılmış olan korumanın adı zıvana imiş.
Bir söz, davranış ve olay karşısında hemen parlamak, yani öfkelenmek insana bir şey kazandırmaz, aksine zarar verir.
Her şeyi düşünüp, akıl ve mantık yoluyla çözmek gerekir.
Bazı insanlar bu yolu denemezler.
Bağırıp çağırıp ve öfkelenmekle başkalarının üzerinde baskı kurup her şeyi halledeceklerini sanırlar ama aldanırlar.
Yani, zıvanadan çıkmadan önce:
Her şeyi etraflıca düşünmek, aklı-ı selim ile hareket etmek her zaman daha iyidir.
Toplumun zıvanadan çıkması ise çok vahimdir.
Tekrar yerine oturtmak oldukça zordur.
Devleti yönetenlere duyurulur…
FUTBOL VE YORUMCULARI
Hürriyet Köşe yazarı Koray Durkal, ülkemizdeki futbol yorumcuların tarzlarını yakından incelemiş ve şu tespitleri yapmış ve televizyonlarda ve dijital platformlarda yorumculuk yapan bazı eski futbolcuların yabancı meslektaşlarına göre ne kadar geride olduğunu yazmış köşesinde.
Sonra devam etmiş, örnek vererek anlatmış.
“İngiltere’de Gary Lineker, Thierry Henry, Jamie Carragher, Micah Richards, Rio Ferdinand, Gary Neville, Roy Keane ve Alan Shearer gibi unutulmaz futbolcular ekranlarda neyi farklı yapıyorlar” diye sormuş ve kendisi cevaplamış:
1- Oyun hakkındaki derin analizleri, karmaşık kavramları ilgi çekici benzetmelerle ifade ediyorlar. Mizahı keskin analizlerle harmanlayarak, izleyicilerle güçlü bağlar kuruyorlar
2- Geçmişten gelen güvenilirliklerini futbol sahalarında biriktirdikleri anekdotlarla zenginleştirerek, izleyicilere farklı bakış açıları ve oyun hakkında daha derin analizler sunuyorlar.
3- Mesleğe başlamadan önce pek çoğu profesyonel medya eğitimleri alıyor. Topluluk önünde konuşma, röportaj teknikleri ve atölye çalışmaları sayesinde etkili ve kendinden emin iletişim kurma yeteneklerini geliştiriyorlar.
4- Taktiklerin nüansları, oyuncu psikolojisi ve belirli liglerin dinamikleri üzerine ekstra çalışmalar yapıyorlar. Bu sayede oyunları eleştirel bir gözle izleme ve analitik becerilerini artırıyorlar.
Buyurun işte.
Sonra da “Neden izlenmiyoruz?” şeklinde serzenişte bulunan TV kanallarına sormak lazım;
Siz ne yapıyorsunuz?
Zaten bizim futbol yorumları hakemle başlıyor, hakemle bitiyor.
Hangi taktikle oynandı, hangisiyle oynanmalıydı?
Oyuncuların kapasiteleri,
Kaliteleri hakkında fazlaca bir yorum yok.
Ayrıca araştıran, inceleyen de pek fazla değil.
Maç sonu hocayı arayıp, taktik konuşan kim var?
Yorumcu mu?
Azıcık torpil, azıcık ağzı laf yapan olsun yeter.
Bir de programda reyting için bağırmalar, çağırmalar olursa tadından yenmez.
Aynı yemek programları gibi.
Gelin-Kaynana programları gibi.
Millet olarak bağırmaya ve bağırılmaya alıştırıldık.
Kalite filan bizi pek ilgilendirmiyor.