Demokrasi; Eski Yunancadaki “Demos” (halk) ve “Kratos” (otorite) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuş ve sözlük tanımı itibarıyla “Halkın kendi kendini yönetmesi” anlamına gelmiş.

Devlet yöneticilerinin halk tarafından seçilmesine dayalı bu sistem Abraham Lincoln tarafından şöyle tarif edilmiş;

“Halkın, Halk tarafından, Halk için yönetimi…”

Milattan önce 4. ve 5. yüzyıllarda özellikle Atina’da yaşanan “Doğrudan demokrasi” deneyimi, demokrasi tarihinin de başlangıcı kabul edilmiş.

Demokrasinin ilk uygulamasında;

Vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasında keskin bir ayrım yapılmış.

Ayrıca;

Kadınların, kölelerin, belirli bir ekonomik güce sahip olmayanların ve yabancıların dışarda tutulduğu bir vatandaşlık tanımı yapılmış.

Roma’daki demokrasi deneyimi, yüzyıllar geçtikçe değişen farklı uygulama ve gelişmelere sahne olmakla birlikte hiçbir zaman Atina tipi bir model olarak öne çıkmamış.

Roma’nın çöküşünden sonra “Toprak sahipliğine dayalı” bir yönetim biçimi olan “Feodalizm” ortaya çıkmış.

16. ve 17. yüzyıllarda merkezi “Krallıklar” kurulmuş.

Bu süreç içinde çok sayıda “Bağımsız Cumhuriyet” ortaya çıkmıştır.

Ancak bu cumhuriyetler, demokratik olmaktan çok “Oligarşik” (Siyasal gücün, birkaç kişiden oluşan küçük bir grubun elinde bulunduğu yönetim biçimi) bir nitelik taşımış.

Daha sonra “Klasik Batı Demokrasi” meydana çıkmış.

1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi bu sürecin, dolayısıyla “Modern demokrasi tarihinin” en önemli dönüm noktalarından biri olmuş.

Fransız Devrimi eski rejimin geleneklerini yıkmış, “İnsan Hakları, Hürriyet, Kardeşlik, Eşitlik ve Hukuk” nosyonlarıyla biçimlendirilen yeni bir düzen oluşturmuştur.

Demokrasiyi en kapsamlı ifadesiyle;

“Genel ve eşit oy hakkına dayalı, belirli aralıklarla yapılan ve gizli oy-açık sayım ilkesini esas alan seçimler vasıtasıyla siyasal iktidarın değiştirilmesine olanak sunan bir sistem” olarak tanımlanır.

“Halkın yönetimi” anlamına gelen bu demokratik sistemde;

Düzenli ve rekabetçi seçimlerin yanı sıra toplumsal ikna ve rızanın nasıl gerçekleştirildiği, bireyin ve bireysel özgürlüklerin nasıl korunduğu, denetim mekanizmalarının nasıl çalıştığı, azınlık haklarının nasıl güvence altına alındığı, düşünce ve ifade özgürlüğü ile çoğulculuğun nasıl sağlandığı gibi hususlar da büyük bir önem taşımış.

Demokrasi dünyada oldukça saygın bir yönetim sistemi olarak kabul edilir.

Bu sebeple;

Demokratik olmayan ve diktatörlükle yönetilen ülkelerin bile yalnızca seçimlerin varlığına dayalı olarak kendilerini demokratik sıfatıyla tanımladıkları görülmüş.

“Demokrasinin çeşitleri var mı?” diye merak edenler için şu tanımlamalar mevcut:

Doğrudan Demokrasi,

Temsili Demokrasi,

Yarı Doğrudan Demokrasi,

Çoğulcu Demokrasi,

Çoğunlukçu Demokrasi,

Özgürlükçü Demokrasi,

Totaliter Demokrasi,

İktisadi Demokrasi,

Marksist Demokrasi,

Liberal Demokrasi,

Siber Demokrasi,

Militan Demokrasi,

Müzakereci Demokrasi,

Katılımcı Demokrasi,

Anayasal Demokrasi,

Düşük Yoğunluklu Demokrasi…

Bunların yanında daha başka nitelendirmelerle tarif edilen birçok uygulama ve teoriden bahsetmek mümkün.

Peki bizde nasıl?

Daha dün çıkan bir haberde şöyle anlatılmış:

Türkiye, hukukun üstünlüğü endeksinde 179 ülke arasında 147’nciliğe gerilemiş.

İsveç merkezli V-Dem Enstitüsü araştırmasında,

“İnsan hakları, hukuk, adalet, sivil toplum ve demokrasi” gibi 50’den fazla alt başlığa göre;

1789’da 3. Selim dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun puanı 0.23 iken, 2024’te Türkiye’nin puanı 0.18 olmuş.

Araştırmada Cumhuriyet’in kurulduğu yıl olan 1923’te Türkiye’nin puanı 0.23,

Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu 1938’te 0.58,

12 Eylül darbesinin hüküm sürdüğü 1981’de 0.45 olmuş.

Türkiye’nin puanı:

1991’de 0.66,

AKP’nin iktidara geldiği 2002’de ise 0.74’e yükselmiş.

Türkiye’nin puanı;

2016’da 0.24’e,

2024’te ise 0.18’e kadar inmiş.

Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Yılmaz, “2002’de Türkiye, hukukun üstünlüğü endeksine göre;

177 ülke arasında 55’inci sıradayken,

2024’te 179 ülke arasında 147’nci oldu” yorumunu yapmış.

Türkiye listede Ürdün, Irak, Uganda, Mısır’ın bile arkasında kalmış.

Raporda, Türkiye “Seçimli Otokrasi” (Otokrasi; Tek bir kişi ya da küçük bir grup tarafından yönetilen, halkın katılımı veya denetimi olmadan uygulanan bir yönetim biçimi) olarak tanımlanmış.

Görüldüğü üzere, demokrasi konusunda 3. Selim’in bile gerisinde kalmışız.

Demokrasiye ulaşmak için önümüzde daha çok uzun bir yol var demektir bu…

“Dünyadaki tutuklu sayılarına bakayım” dedim.

Hani bizim gazeteciler abartıp duruyorlar ya, “Türkiye’de tutuklu sayısı rekora gidiyor” filan.

Tarihi en yakın araştırma raporunu buldum.

Şöyleymiş;

ABD; 1 milyon 808 bin kişi.

Çin; 1 Milyon 690 bin kişi.

Brezilya; 889 bin kişi.

Hindistan; 573 bin kişi.

Rusya; 433 bin kişi.

Türkiye; 392 bin kişi.

205 ülke arasında tutuklu sayısında 6. olmak bize hiç yakışmamış.

Şahsen üzüldüm doğrusu.

Türkiye;

Tutuklu gazeteciler sıralamasında dünyada 9’uncu sırada yer almış.

Bu arada; Gazetecilerden de özür dilemek lazım galiba…

Adamlar içeri girip çıkmaktan yazı yazamamışlar…

Bu arada şu haberi de vermeden geçmek olmaz:

Önümüzdeki aylarda da Niğde, Çorum Osmancık, Erzurum Hınıs cezaevleri için ihale yapılacakmış.

2025 yılında 11 yeni cezaevi yapılması planlanıyormuş ve bu cezaevleri için 1 milyar 213 milyon 506 bin TL ödenecekmiş.

Bu arada bahsi geçen 3. Selim dönemini hatırlatmak istedim:

Osmanlı İmparatorluğu'nda 1789-1807 yılları arasında hüküm sürülen bir dönem.

Bu dönemde, Padişah 3. Selim, Yönetimde reformlar yapmak istemiş ve özellikle devletin yönetimindeki yolsuzlukları ortadan kaldırmayı hedeflemişti.

3. Selim, adaletin sağlanması için bazı reformlar yapmayı amaçlamıştı.

Bu dönemde, “Nizam-ı Cedid” adı verilen bir dizi “Yenilikçi Yasa Ve Düzenlemeler” getirilmişti.

Bu reformlar genellikle modernleşmeye yönelikti ve toplumsal yapıyı köklü bir şekilde değiştirmeyi hedefliyordu.

Selim’in adalet anlayışında, daha merkeziyetçi bir yönetim ve güçlü bir yargı sistemi kurma gayesi vardı.

Bu dönemde adaletin sağlanabilmesi için devlete karşı duyulan güvenin artırılması amaçlanmış, ancak reformlar, geleneksel yapılarla çatıştığı için geniş bir toplumsal desteğe sahip olamamıştı.

Daha geniş bir bakış açısıyla, 3. Selim zamanında adaletin sağlanmasıyla ilgili yapılanlar, uzun vadede modern Osmanlı yönetiminin temellerini atmaya yönelik olmuştur, ancak dönemin zorlukları ve iç muhalefet nedeniyle bu reformlar büyük ölçüde yarım kalmıştı.

KARIŞIK İŞLER

Demokrasi tarihimizde görülmedik işler CHP’de yaşanıyor.

Bir kurultay sonucu yaratılan kargaşa hala devam ediyor.

Delegelerin oylarını parayla sattığı iddiası ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği, Özgür Özel’in seçildiği kurultay iptal edilmek isteniyor.

Kim istiyor bunu?

Partiden ihraç edilenler.

İktidar diyor ki; “Böyle bir şey olursa kayyum atarım…”

Düşünün Atatürk’ün kurduğu koskocaman partiye Kayyum atanmış.

Ayıptır, günahtır…

Bu olasılığa karşı CHP yönetimi “Olağanüstü Kurultay Kararı” aldı.

Ama diğer görüş diyor ki;

“Bu kararı alacak olanlar zaten geçersiz. O sebeple olağanüstü kurultay kararını alamazlar, usulsüz olur…”

CHP yönetimi ise “Biz kurultayı yaparız ve oradan alnımızın akıyla çıkarız. 6'sında yaptırmazlarsa 16'sında yaparız. O da olmazsa olağan kurultay sürecini başlatırız. O da olmadı delegelerden imza toplarız… Biz sürecimizi işleteceğiz, bu hukuksuzluklarla da AKP iktidarı ile de mücadelemizi sürdüreceğiz.” Diyor.

Peki iptal olursa ne olur?

Kurultay iptali söz konusu olursa Kemal Kılıçdaroğlu tekrar genel başkanlık görevine gelir.

Kılıçdaroğlu yaşananlara bakarak “Olağanüstü kurultaya gider mi?” sorusu gündeme geliyor.

Olağanüstü Kurultay kararının ardından, Kemal Kılıçdaroğlu, Özgür Özel'i aldığı karardan dolayı kutlamıştı.

İmamoğlu olayından sonra da şu Kılıçdaroğlu açıklamayı yapmıştı:

“CHP; kuruluştur, kurtuluştur ve umuttur. İlk direniştir ve teslim alınamaz son kaledir. Hukuksuz müdahalelere maruz bırakılamaz. Bu karanlık ve zor günleri hep birlikte, el ele, omuz omuza aşacağız…” dedi.

Bu söylemden siz ne çıkarırsınız bilemem ama bence omuz omuza derken saki “Ortak bir listeyi” kastediyordu…

Sonuçta yaşayıp göreceğiz.

Ama bu gündem iktidarın çok hoşuna gidiyor belli.

Zira;

Kimse tencere, tava konuşmuyor.

Kimse hayat pahalılığından bahsetmiyor.

Kimse ülkenin gidişatını konuşmuyor.

Ne ala memleket…

İSLAM’DA ADALET

Bizim iktidardakilerin ağzından düşürmedikleri Osmanlı’da adalet nasıldı acaba?

İşte Osmanlı Devleti, “Adalet” üzerine inşa edilmiş bir temel yapıya sahipti..

Bu devleti yönetenler mutlak adaleti tesis etmek için olağanüstü gayretler göstermişlerdi.

Osmanlı yöneticileri İslâm halifesi Hz. Ömer'in o meşhur  “Adalet Mülkün Temelidir.” sözünü kulaklarına küpe edinmişlerdi.

Osmanlı Devletinde temel unsur insandı.

İnsan merkezli bir devletti Osmanlı.

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinde dile getirdiği “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, insan merkezli bir hayat ve yönetim anlayışının veciz ifadesiydi.

O günlere ait bir anlatım şöyle;

Vaktiyle Fatih Sultan Mehmet, vazifesini, emrinin hilâfına yapan bir Hıristiyan mimarın kolunu kestirmişti.

Fatih’e göre mimar, caminin kubbesini yükseltecek fil ayaklarını kestirip kısaltarak büyük bir hıyanette bulunmuştu.

Buna ceza vermek istemişti.

Eli kesilen Hıristiyan mimar, Kadı Hızır Bey’e gidip Fatih’i dava etti.

(Devire bakar mısınız? Padişahı şikayet etmiş!)

Fatih, murâfaa (duruşma) günü milletin herhangi bir ferdi gibi âlâyişsiz (Gösterişsiz) bir surette mahkemeye gitmiş.

(Yani çakarlı arabalar, konvoylar yokmuş o devirde)

Maznun (Sanık) sandalyesine oturdu.

Kadı Hızır Bey yerini aldı ve muhakeme başladı.

Mahkemelerde hâkim, adalet tevzi (Dağıttığı için) ettiği için oturur, diğerleri ayakta ifade verirdi.

Hızır Bey, Fatih’i otururken görünce, Ona “Suç murâfaası (Duruşma) üzeresin, ayağa kalk!” diye ihtar etti.

Bu ikaz üzerine Fatih, ifade için ayağa kalktı.

Kadı Hızır Bey, muhakeme neticesinde Fatih’i suçlu, Hıristiyan mimarı mazlum (Haksızlığa uğrayan) buldu.

“Kısas” ayetini okudu ve:

“Fatih’in kolunun aynı şekilde kesilmesine” karar verdi.

İmparatorlukları dize getiren, çağ açıp çağ kapayan cihan padişahı Fatih, kararı sükûnet ve tevekkülle karşılayarak “Hüküm şer’i şerifindir!” dedi.

Hıristiyan mimar, bu ulvî adalet sahnesinden fevkalâde duygulanarak gözyaşları içinde “Hakkımdan vazgeçiyor, diyet kabul ediyorum!” deyiverdi.

Mesele bu suretle tatlıya bağlandıktan sonra Fatih, nükteli olarak Hızır Bey’e “Benden değil de Allah’tan korktuğun için seni tebrik ederim!” dedi.

Fatih, şahsi malından Hıristiyan mimara bir ev bağışladı.

Allah bize “Allah’tan korkan” iktidarlar nasip etsin.

Amin…