Hayat pahalı mı?
Bana sorarsanız gerçekten pahalı.
Eşim dedi “Marketten 2 pide alır mısın?”
“Elbette” dedim indim aşağıya.
(Market bizim apartmanın altında)
Seçtim 2 pide.
Geçtim ödeme için kuyruğa.
Elimde de 50 lira var.
Önümde 2 kişi var ama elleri yüklü.
Yapacak bir şey yok, bekliyorum mecburen.
O sırada kasadaki çocuğu 50 lira lazım oldu para üstü vermek için.
Benim elimdeki 50 lirayı görünce “Abi, 2 pide mi?” dedi.
“Evet” dedim.
“Ver abi o elli lirayı geç” dedi.
Verdim parayı ve üstünü beklemeye başladım.
Yahu pide eğer 25 liraymış.
Ne bileyim?
Hâlbuki pidenin 25 lira olduğu haberini ilk biz yaptık nerdeyse.
Dalgınlık işte.
“Hayırdır abi ne bekliyorsun?” diye sordu çocuk.
“Para üstü vermeyecek misin?” dedim biraz öne yaşananlara şahit olan etrafımdakiler de gülüştü.
“Hesap tamam abi, pide 25 lira” dedi.
“Vay anasını!” dedim içimden.
“Bu ne?”
Arkadaş AVM’de araba yıkatmış 600 lira vermiş ona yanıyordu geçenlerde.
Ben benzinlikte 160 liraya kendim yıkıyorum.
Sosyal medyadan aldığı pideye 80 lira veren Demet Akalın günün konusu olmuştu.
Daha sonra haberlerde pidenin 30 lira olduğunu görünce şok geçirmiş.
Kendisine pideyi 80 liraya satanı hemen bulmalıydı bence.
Ayıp yahu?
Zafer Alagöz de arabasını havaalanına park etmiş.
22 saat sonra gelip aldığında 1225 lira ödemiş.
İsyan edip duruyor ve:
“Arabayı 22 saatliğine İstanbul havaalanı otoparkına bıraktım.1225 lira istediler. Bilseydim alana yakın bir otelde suit oda tutardım. Araba da keyfine bakardı… Artık bazı şeylere ‘Yuuhh!’ demek yeterli değil, ‘Ohaaa, ohaaa’ diyorum. Allah vicdan versin." diyor.
Bizim Halk Bahçesi yanında da 70 lira sanırım zira geçenlerde bizim bir tanıdık isyan ediyordu.
Diğer özel otoparklarda ise girdi-çıktı 100 lira.
Gerisini siz düşünün.
Her şey iyi güzel de şu vergi işi nasıl gidiyor acaba?
Bu paraları kazananların vergi durumları nasıl?
Anlatılanlara ve yaşadıklarımıza bakılırsa bunların vergi rekortmeni olmaları lazım.
Peki öyle mi?
12 MART MUHTIRASI
Ülkemizde darbeler, muhtıralar oldukça fazla yaşandı.
Cumhuriyet ayarlarından çıkıldığı konusunu öne sürerek yönetimi ele geçirenlerle, geçireceğini ima edenler fazlaydı.
Genç cumhuriyet içinde kraldan fazla kralcı olanlarla, cumhuriyet adı altında sinsice sistemi değiştirmek isteyenler arasında bir kavga yaşandı sanki.
Hangi tarafı dilerseniz kendisini hararetle savunuyor.
İşte bugün 12 Mart.
O günlerden biri.
1971 yılında yaşandı.
.Size kısaca bir özet geçeyim.
Yaşayıp unutanlarınız varsa hatırlasın,
Yaşamayanlar da ne olduğunu anlasın,
Ülke olarak da sebep ve sonucuna bakarak ders çıkaralım ve ders alalım.
Türk Tarih Kurumu sitesinden aldım bu anlatımı:
“12 Mart 1971 günü Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanı generaller, emir-komuta zinciri içerisinde, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini dayanak göstererek, Cumhurbaşkanı, Senato ve Meclis Başkanlığı’na muhtıra vermiştir.”
Muhtıra: Bir konuda uyarmak için yazılan yazı.
“TSK Muhtırada; Parlamento ve hükûmetin ülkeyi anarşi ve kardeş kavgası içine soktuğunu, derhal partiler üstü yeni bir hükûmetin kurularak anayasanın öngördüğü reformların yapılmasını, aksi halde idareye el koyacağını bildirmiştir.”
“Muhtıra, Türk devlet teşkilatı ve siyaseti üzerinde önemli bir değişim süreci başlatmıştır. Bu süreçte meclis açık kalmış ve yönetim sivil siyasetçilerin elinde gözükmüşse de asıl belirleyici güç ordunun üst kademesi olmaya devam etmiş, çok partili siyaset fiilen iki yıl askıya alınmıştır.”
“Muhtıra şiddet eylemlerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.”
“Bununla birlikte sürecinin ortaya çıkmasında üç temel unsurun etkili olduğu savunulabilir.
İlki, ordunun üst düzey komuta kademesinin, iktidarın siyasi şiddet ve kamu düzenindeki bozulmanın üstesinden gelemeyeceğine inanmasıdır.
İkincisi, birçok subayın sorunların toplumsal ve ekonomik reformlarla aşılabileceğine inanması ancak hükûmetin bu reformları yapabileceğine de güvenmemesidir.
Üçüncüsü ise parlamenter sistemi göz boyama aracı olarak algılayan, çözümü parlamenter sistemin dışında arayan radikal subayların daha otoriter bir rejim kurulmasını istemeleridir.”
“Bununla birlikte Demirel hükûmetinin Türkiye’deki hâkim çevrelerin çıkarlarına aykırı bir ekonomi politikası ve daha önceki dönemlere oranla daha bağımsız bir dış politika izlemeye başlaması bu çıkar gruplarının ve ABD’nin mevcut hükûmetten kurtulmak istemesine sebep olmuştur.”
“Ayrıca 1969 sonrası, Adalet Partisi ve diğer sağ partilerin demokratik yollarla iktidardan uzaklaştırılmasının hayli güç olduğunun ortaya çıkması, sol kesimdeki darbeci eğilimlere yoğunluk kazandırmıştır.”
“12 Mart’ta ordu, 27 Mayıs’ın aksine iktidarı doğrudan ele almamış, TSK’nın taleplerinin yerine getirilmemesi halinde doğrudan müdahale edileceği belirtilerek
hükûmet istifaya zorlanmıştır.
Muhtıra sonrası bir araya gelen hükûmet üyeleri; Cumhurbaşkanı, meclis, muhalefet ve basının tepkisizliği sonrası, meclisi açık tutabilmek adına istifa kararı almıştır. Dolayısıyla ülke devrik bir başbakan, devre dışı bırakılmış bir cumhurbaşkanı, süreçte tepkisiz ve başı önde bir meclis ve birbirine küs komutanlarla yeni bir evreye girmiştir.”
Olaylar bitmemiş ve Türk Siyasi Tarihinde depremler yaşanmış, yeni yeni partiler, oluşumlar ortaya çıkmış. Ecevit Erbakan bu olaydan sonra popüler olmuştu.
Ve nihayet tarihimize “12 Mart Muhtırası” şeklinde yerini almıştı…
KARTAL İLE KUZGUN
Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş Kuzgunmuş meğer.
Kartalın boynuna binerek ve onunla beraber uçarken bir taraftan da gagalarmış...
Kartalın bu durumda yapabileceği pek bir şey yokmuş tabi.
Ona hiç karşılık vermez, onunla savaşmazmış…
Sebebi ise kuzgun için enerji harcamayacak olmasıymış…
Peki nasıl baş ediyormuş?
Şöyle;
Kanatlarını açıp gökyüzünde daha daha yüksekten uçmaya başlarmış...
Uçuş çok yüksek olduğundan, kuzgun için bu durum sonun başlangıcı olmaya başlarmış.
Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz, sonunda düşermiş…
Yazının altında şöyle bir yorum var:
“Sizinle savaşmaya, eleştirmeye, çalışanlara cevap verip enerjinizi harcamanız gerekmez...
Onlarla zaman harcamayı bırakın...
Siz de var olan gücünüzü sizi daha yükseklerdeki hedefinize ulaştırmak için kullanın yeter...
Ensenizde sizi didikleyenler, oksijensiz kalıp yere çakılacaklardır...”
KOLTUK SEVDASI
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ABD Başkanı Donald Trump ile olan yarışışını kaybedince istifa etmek zorunda kaldı.
İkili arasındaki çatışma, Trump'ın göreve geldiği ilk günden itibaren kendini göstermeye başlamıştı zaten.
Trump’ın Kanada’yı “51. eyalet” yapma söylemleriyle başlayan tartışmanın ardından Trump'ın , Trudeau’ya “Vali” diye hitap etmesi bardağı taşırdı adeta.
Bu durum karşısında güçlü bir duruş sergilemeyen Trudeau, önce Liberal Parti içinde ardından da tüm Kanada halkı tarafından sertçe eleştirildi.
Eleştirileri kabul edemeyen Justin Trudeau, 9 yıllık görev süresinin ardından istifa ettiğini açıkladı.
Kanada'nın istifa eden başbakanı Justin Trudeau, meclisten ayrılırken Avam Kamarası'nda 9 yıl boyunca oturduğu makam koltuğunu da yanında götürmüş.
Görüldüğü üzere koltuk sevgisi böyleymiş demek ki.
Artık evinin başköşesine oturup, gece gündüz inmez üzerinden.
Bu olayı okuyunca aklıma ne geldi bilin bakalım?
Necmettin Erbakan, Odalar Birliği Başkanlığı'na seçilmişti.
Başbakan Süleyman Demirel, dönemin Emniyet Genel Müdürü İbrahim Ural'a "Atın bu adamı kardeşim" diye seslendi.
Atılacak kişi Erbakan'dı.
Daha sonra Demirel, "Ne pahasına olursa olsun çıkarın o adamı oradan" demişti.
Vali operasyon için emir verdi.
Erbakan'ın oturduğu makamın kapısı kırılacaktı.
Odalar Birliği önünde başta Milli Türk Talebe Birliği (MTBB) ve MHP'li öğrenciler Erbakan için gece gündüz nöbet tutmaya devam etti. "Milliyetçi Türkiye, kahrolsun masonlar" şeklinde sloganlar atılıyordu.
Odalar Birliği'nin üst katlarına birçok komando sızdı.
Başkanlık odasının kapısı ana baba günüydü, komandosu var, gazetecisi var, sivili, memur, polisi vardı.
Yani herkes yerine almıştı.
Polisler kapıyı açmayı beceremediler.
O zaman hırsızlık masasına emir verilip ellerinde iyi bir hırsız olup olmadığı soruldu.
Sonunda çilingir Çapur Hüseyin'i getirdiler.
Kapı açıldı, Erbakan içeri girenleri karşıladı ve "Müdür bey yaptığınız kanunsuz, bundan mesul olursunuz" dedi.
Demirel’in baskısı sonucu Erbakan, görevini bıraktı.
Bu olay Erbakan'ın siyasete girmesini artık zorunlu hale getirdi.
Odalar Birliği'nden ayrılarak Adalet Partisi'ne kaydını yaptırmaya gitti.
edileceğini bile bile gitti ancak daha sonra Erbakan "Eğer öyle yapmasaydım bunlar, Erbakan solun karşısında sağı böldü diyeceklerdi" diye anlatıyor.
Anlayacağınız;
Rahmetli Necmettin Erbakan da koltuğu bırakmamak için kendisini odaya kilitlemiş zamanında…
TİYATRO BAŞKA
Bu satırları yazarken yorgunluk üzerimden akıyor.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü dolayısı ile benim yazıp, yönettiğim kadın cezaevinde geçen “Mahkûmlar” adlı oyunu Bozcaada’da sergiledik.
Sevgili Başkan Yahya Göztepe’nin övgülerine mazhar olduk.
Halk çok beğendi ve alkışları ile bizi takdir etti.
10’u kadın oyuncu olmak üzere müziklerimizde bize eşlik eden ve sahne amirliğimizi yapan 2 kadın daha vardı sahnede.
Muhteşem oldu.
Bizi davet eden Bozcaada Belediyesi’ne teşekkürler.
Bir ikinci ise “Hayvanız Biz” adlı oyundu.
Altın Yıllar Yaşam Merkezi tarafından organize edilen ve 65 yaş üzeri oyuncuların rol aldığı bu oyunumu da pazartesi günü “Yaşlılar Haftası Etkinlikleri” kapsamında sergiledik.
Kostümleri, dekoru ve oyunculukları ile oldukça yoğun alkış alan oyunun sonunda bir plaket alarak tebriklere mazhar olduk.
Hem yazıp, hem yönetmek kolay değil tabi. Ama yapılan işi sevmek, tüm zorlukları kolaylıyor.
Allah ömür verdiği müddetçe üretmeye, sizler destek verdikçe de topluma tiyatro kanalıyla bir şeyler vermeye devam edeceğim.
Oyunlarımıza gelen, bize destek olan herkese buradan çok çok teşekkür diyorum…