Geçen hafta anlatmıştım.

Eşim Gülay’ın evde canının sıkılması ile kendisini alışverişe vermiş ve bu halde kısa da olsa tartışma yaşamıştık.

Sonunda iş tatlıya bağlanmış, kendisi iş aramaya karar vermişti.

Ben her zamanki gibi kahvehaneye gidip geliyorum. Allah’tan bir sorunumuz yok, geçinip gidiyoruz.

Eşim Gülay ise iş aramakla meşgul.

Önce ne iş yapacağı konusunda karar vermesi lazım.

“Acaba emlakçılık mı yapsam?”

“Acaba Tuhafiyeci mi açsam?”

“Yoksa kahvenin yanına kafemi açsam?”

Diye sabah akşam düşünüyor.

Ona soruyor, buna danışıyor.

Akşam olduğunda gece olup yatana kadar bunu düşünüyor ve sürekli olarak şu soruyu soruyor.

“Acaba ne yapsam?”

Annem de gelmişti o akşam.

Konuyu anlattık kendisine.

“O iş kolay” dedi.

Birden ikimiz birden ona odaklandık ve aynı anda sorduk:

“Nasıl yani?”

“Ben de zamanında ne iş yapayım diyerek çok düşünmüştüm. Malum geçim zordu.”

“Eee?”

“Düşündüm, taşındım sonunda şuna karar verdim…”

“Neye?”

“Herkes bildiği işi yapmalı.”

“Aman anne bu mu yani? Elbette bilindik iş yapılacak. Ama ne?”

“Hah işte onu diyecektim. Evladım ben şu iş, bu iş anlamam. Benim bildiğim tek şey yemek yapmak. O halde bu işi yapmalıydım…”

“Peki neye karar verdin?”

“Su börekçisi açacaktım.”

“Eee?”

“Sabahları camdan baktığımda işe gidenleri görüyordum. Hepsinin ellerinde bir şeyler vardı yemek için. Kiminde simit, kiminde poğaça filan. Dedim ben de börekçi açsam iş yaparım…”

“Sonra ne oldu anne?”

“Ne olacak? Baban ‘Otur oturduğun yerde, kadın kısmısının yeri evidir.’ dedi benim hayaller suya düştü.”

Gülay: “Anne iyi düşündün vallahi. Ben çok güzel poğaçalar yaparım, sen de su böreği yaparsın. Şahane olur.”

Benim kadın dayanışmasının arasına girmem mümkün değildi tabi.

Karar verilmişti.

Benim kahvenin yanındaki “Kiralık” büyük dükkân tutulacak ve oraya börekçi açılacaktı.

İş başa düştü ve ertesi günü dükkânı kiralamak üzere yola çıkıldı…

KADIN

Biz şu çağda kadının çalışıp, çalışmamasını tartışıyoruz.

Sokağa bile yalnız çıkmamasını isteyenler var.

Okumasını istemeyenler,

Hatta “Yüzünü bile açmasın” diyenler dolu.

Peki size rahmetli Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın “Sümerler’de Kadın” başlıklı bir yazısını paylaşsam?

Sümerlerde kadınlar neler yapabiliyormuş?

Okuyun.

Kadın;

Ticaret yapabiliyor,

Doktor olabiliyor,

Ebeliği sadece kadınlar yapıyor.

Kadın kâtipler var,

Kadın tek başına tanıklık yapabiliyor,

Kadın müfettişler var.

Omuzu yarı açık pilili elbiseler veya şeffaf elbiseler giyiyorlar.

Kadınlar makyaj yapabiliyor

Kadınların her türlü süs eşyaları, parfüm ve cilt yağları var.

Kadınlar müzik aleti çalıp şarkı söyleyip, dans edebiliyorlar.

Kadınlar cinsellikle ilgili şarkılar söyleyebiliyor, şiirler yazabiliyorlar.

Sümerler;

Yazıyı icat eder etmez okullar açıp yazıyı öğretmişler,

Hukuki antlaşmaları öğretmişler,

Kızlı erkekli matematik, astronomi, geometri öğrenmişler.

İkinci dil olarak Akatça öğrenmişler.

Çocuklar bütün gün okula gitmiş ve düzenli tatil yapmışlar.

Temizlik çok önemliymiş.

Çocuklar okullarda reçete yazmayı öğrenmişler.

Müzik dersleri varmış.

Sümerler tabletlerde destanlar, ilahiler, şiirler yazmışlar.

Sümerler hukuka son derece önem vermişler, kanun yapmışlar her şeyi yazmışlar.

Örneğin gümüşte faiz yüzde 30, arpada yüzde 20.

Sümerlerde mahkeme, hatta yüksek mahkeme bile varmış.

Sümerlerde; kadın ve erkeğin eşit ücret aldığını söyleyen kanun varmış.

Sümerler halkın üzerinden aşırı vergi yükünü kaldırmış, vergide reform yapmışlar.

Sümerler çok Tanrılı ama en büyük Tanrıları “Gök, Yer, Hava ve Su Tanrılarıymış…”

Sümerler kendilerine “Kenger” diyormuş. Kenger; Türkistan’da bir bölge adı.

Sümerlerin dili de Türkçeymiş.

SÜMERLER!

Sümerler hakkında neler bilmeliyiz?

Gelin bunu Perrin Margaryan’ın yazısından öğrenelim:

Büyük şehir nüfusları 80.000’e yakındı

Mezopotamya’daki Sümer medeniyetinin kökenleri bugün hala tartışılıyor, ancak arkeolojik kanıtlar Sümerlerin MÖ 4. binyıla kadar kabaca bir düzine şehir devleti kurduklarını gösteriyor.

Bunlar, merkezinde genellikle bir Ziggurat olan, surla kaplı metropollerden oluşuyordu. Evler; kamış demetler kullanılarak veya çamurdan tuğlalarla inşa ediliyor, Fırat ve Dicle’nin alüvyon yüklü sularını dizginleyip tarımda kullanmak için karmaşık sulama kanalları açılıyordu.

Eridu, Ur, Nippur, Lagaş ve Kiş büyük Sümer kentleriydi, ancak bunların arasında en eski ve en çok gelişenlerinden biri de neredeyse 10 kilometrelik savunma surlarıyla çevrili, 40.000 ila 80.000 nüfusa sahip önemli bir ticaret merkezi olan Uruk’du. 

Kent, MÖ 2800’lerde dünyanın en büyük şehriydi.

Hükümdarlarından biri kadındı

Antik Mezopotamya’ya dair en büyük bilgi kaynaklarından biri, antik Sümer hükümdarlarının birçoğunun isimlerinin ve ne kadar süre tahtta kaldıklarının yazılı olduğu kil bir tablet olan “Kral Listesi.”

Listede, ilk krallardan birinin 43.200 yıl yaşadığı söyleniyor. Listede ayrıca MÖ 2500 dolaylarında Kiş tahtına oturan Sümer’in tek kadın hükümdarı Kubaba’nın da ismi geçiyor.

İktidarı veya tahta nasıl geldiği hakkında çok az şey bilinse de listede Kiş’in temellerinin sağlamlaştırdığından ve yüzyıl süren bir hanedan kurduğundan bahsediliyor.

Ortak bir dil ve kültürel gelenekleri paylaşmışlarsa da Sümer şehir devletleri birbirleriyle neredeyse sürekli bir savaş halindeydi.

Bu çatışmaların bilinen ilki MÖ 2450 dolaylarında sınır anlaşmazlığı sebebiyle rakip şehir devleti Umma’yı mağlup eden Lagaş kralı Eannatum’la ilgiliydi. Eannatum zaferini anmak için, mağlup düşmanlarının etiyle ziyafet çeken kuşların betimlendiği kireç taşından ürkütücü bir anıt olan “Akbaba Steli”ni diktirmişti.

Sümerler biraya çok düşkündü

Lapa kıvamında olan Sümer birası kamışlarla içiliyordu.

Yazı, tekerlek, saban, yazılı kanunlar, edebiyat en bilindik Sümer icatları, ancak Sümerleri meşhur eden bir şey daha var: Bira!

Arkeologlar Mezopotamya’da bira yapımının MÖ 4. binyıla dayandığını kanıtlayan bulgulara rastladı. Kullandıkları mayalama yöntemi bugün hala gizemini korusa da yaptıkları biranın çok kıvamlı oluşundan dolayı özel bir kamışla içilen arpa özlü bir karışım olduğu görülüyor.

Sümerler biralarının besin zengini malzemelerinden övgüyle söz etmiş ve biranın “Neşeli bir kalp ve memnun bir ciğerin” anahtarı olduğunu söylemişti.

Hatta bira bulduğuna inanılan ve uğruna yazılan ilahi de yere konulmuş maltı suladığı söylenen Ninkasi adında bir tanrıça bile vardı.

Çivi yazısı 3.000’den fazla yıl kullanıldı

Sümerlerin çivi yazısını icadı MÖ 3400’lere dayanıyor.

Yazı en karmaşık formunda, antik kâtiplerin hece ve kelimeleri kamıştan bir kalem kullanarak ıslak kil tabletler üzerine yazdığı birkaç yüz karakterden oluşuyordu.

Yazılı tabletler daha sonra sertleşmeleri için pişiriliyor ya da güneşin altında bırakılıyordu.

Sümerler çivi yazısını ilk olarak ticari işlerin hesabını ve kaydını tutmak için geliştirmiş, fakat zamanla şiirden tarihe, kanunlardan edebiyata her şey için kullanılan tam teşekküllü bir yazı sistemine dönüşmüştü.

Yazı birden çok dile adapte edilebildiği için birkaç binyıl boyunca bir düzineden fazla kültür tarafından kullanılmıştı öyle ki arkeologlar, Yakın Doğu’ya ait astronomik metinlerin MS 1. yüzyıl gibi yakın bir tarihte bile çivi yazısıyla yazılmış olduğunu keşfetti.

Sümerler gezmiş görmüş tüccarlardı

Anayurtları odun, taş ve madenden yoksun olduğu için Sümerler hem deniz hem de kara üzerinde tarihin en erken ticaret ağlarından birini kurmak zorunda kalmıştı.

En bilinen ticari ortakları bakır ticaretini tekelinde tutan, yine de tüccarları sedir odunu için Anadolu ve Lübnan’a, altın ve değerli taşlar içinse Umman ve İndus Vadisi’ne aylar süren yolculuklar yapan Dilmun Adasıydı (günümüzde Bahreyn).

Sümerler, sanatta ve kuyumculukta kullanılan mavi renkli değerli bir taş olan lapis lazuliye özellikle düşkündü.

Bu taşı almak için Afganistan’a kadar gittiklerine dair kanıtlar bulunuyor. Tarihçiler Sümer kaynaklarında Magan ve Meluhna olarak geçen iki antik ticaret noktasının Mısır ve Etiyopya olabileceğini de söylüyor.

Gılgamış Destanı’nın kahramanı, muhtemelen gerçek bir tarihi figürdü

Mezopotamya edebiyatının en gözde başarısı, orman canavarıyla savaşı sonsuz yaşamanın peşinden koşan bir Sümer kralının maceralarını anlatan 3.000 satırlık epik şiir “Gılgamış Destanı…” 

Destanın kahramanı Gılgamış Herkül’le yarışır güce sahip bir yarı tanrı olsa da birçok araştırmacı karakterin gerçekte Uruk şehrinin beşinci kralına dayandığını inanıyor.

Tarihi Gılgamış’ın adı Kral Listesi’nde geçiyor ve MÖ 2700 dolaylarında yaşadığı düşünülüyor. İktidarına dair günümüze kalmış çok az kaynak bulunsa da arkeologlar Uruk’un devasa savunma surlarını inşa ettirdiğine ve tanrıça Ninlil tapınağını restore ettirdiğine ilişkin yazıtlar ele geçirdi.

Tüm bunlar Gılgamış’ın, yaptıkları daha sonra destanlaştırılmış gerçek bir hükümdar olabileceğini gösteriyor.

Sümerlerin geliştirdiği matematik ve ölçümler bugün hala kullanılıyor

Altmış saniyelik dakikalar ve altmış dakikalık saatlerin kökeni Antik Mezopotamya’ya dayanıyor.

Modern matematiğin onluk sisteme dayalı olması gibi, Sümerler de 60’lık birliklere dayalı bir sayı sistemi kullanıyordu.

Kolayca bölünebilen bu sayı sistemi daha sonra bunu ayların uzunluğu üzerine astronomik hesaplamalar yapmakta kullanacak Babiller tarafından benimsendi.

60’lık sistem zaman içinde kullanımdan kalksa da bıraktığı miras bugün bile hem saat hem dakika ölçümlerimizde bizimle.

Sümerlerin altmışlık sayı sistemlerinin diğer kalıntıları günümüzde, dairenin 360 derece olması gibi uzamsal ölçümlerde varlığını sürdürüyor.

Sümer tarihi 19. yüzyıla kadar bilinmiyordu

Mezopotanya’nın MÖ 2. binyılın başlarında Amoritler ve Babiller tarafından hâkimiyet altına alınmasından sonra Sümerler, kademeli olarak kültürel kimliklerini kaybedip bir politik güç olarak varlıklarını sürdüremediler.

Tarihlerine, dillerine, teknolojilerine dair her şey hatta adları bile unutuldu.

Sırları, İngiliz ve Fransız arkeologlar 19. Yüzyılda antik Asurlular hakkında kanıt ararken Sümer eserlerine rastlayana kadar Irak çöllerinin kızgın kumları altında gömülü kaldı.

Henry Rawlinson, Edward Hincks, Julius Oppert ve Paul Haupt gibi araştırmacılar çivi yazısının deşifre edilmesinde öncü olarak tarihçilerin erken Mezopotamya’nın uzun kayıp tarihini ve edebiyatını incelemesi için uygun yolu açtı.

O tarihten beri arkeologlar Sümer sanatı, çömlekçiliği, heykelciliğine dair sayısız eserin yanı sıra büyük bir çoğunluğu bugün hala tercüme edilmeyi bekleyen 500.000 kadar kil tablet keşfetti.