18 Mart Deniz Zaferini yeni kutladık.
Deniz ve Kara savaşlarının ve Çanakkale Destanı’nın günümüze yansıyan en önemli anıtı Çanakkale Şehitler Abidesi’dir.
Abide’nin yapımının hikâyesini belki çoğunuz bilirsiniz de bilmeyenlere bir daha hatırlatmak isterim.
Savaştan sonra müttefik güçler (Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Yeni Zelandalılar ve Avusturalyalılar) o topraklarda can veren askerleri adına farklı anıtlar yaptırdılar.
Türkiye’de bir anıt yaptırmıştı, fakat diğer anıtlara nazaran anıt daha küçük boyutlardaydı.
Anıtlarla alakalı durum Atatürk’e anlatıldıktan sonra Gazi Mustafa Kemal bütün anıtlardan daha görkemli bir anıt yapılması için talimat verir ve Abide’nin yerini dahi tarif eder.
Atatürk anıt için verdiği talimatta şöyle demiştir:
“Anıt Ege Denizi ile Marmara denizinin birleştiği bir noktada, boyu da 40-45 metre yüksekliğinde olsun ve Boğaz’dan geçen herkes görsün!”
Ekonomik sorunlar sebebiyle anıtın inşaatı bir türlü başlayamaz ve ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anıtı göremeden ebediyete intikal eder.
Türk milletinin birlik ve beraberliğini, yenilmezliğini ve 253 bin şehidinin simgesi olan anıtın projesi 1944 yılında açılan bir yarışmanın sonucuyla belirlenir.
Anıt yeri olarak önce Alçıtepe planlara dahil edilir ancak arazinin bozuk ve denize de bir hayli uzak olması sebebiyle buradan vazgeçilir.
Daha sonra anıtın inşası için Hisar Burnu’nda karar kılınır.
Çanakkale Şehitler Abidesi’nin yapımına 1952’de karar verilir ve temeli de 19 Nisan 1954 yılında atılır.
Yine ekonomik nedenlerle Şehitler Abidesi’nin inşası birkaç defa durma noktasına gelir.
Takvimler 15 Mart 1958’i gösterdiğinde anıtın sadece gövde kısmı tamamlanabilmiştir.
Yapımı yavaşlayan anıtın inşaatının tamamlanabilmesi için özel bir gazete devreye girer ve aylarca süren kampanya sonrasında Türk milletinden toplanan 2.386.251 liralık bağış toplanır.
20 Ağustos 1960 yılında en büyük gurur kaynaklarımızdan birisi olan Çanakkale Şehitler Abidesi açılır.
Çizimi mimarlar Doğan Erginbaş, İsmail Utkular, Feridun Kip tarafından yapılan Abide’yi projelendiren, mühendis ise Ertuğrul Barla'dır.
Dört büyük sütunun üzerine oturtulan abide, Türk milletinin sağlam temellere dayandığı ve yıkılmaz olduğu anlamını taşımaktadır.
Abide’ye uzaktan bakıldığında da Mehmetçik’in M harfi şekli gözükür ve anıtın tavanına mozaikten Türk bayrağı işlenmiştir.
Abidenin dört ayağında, sekiz adet rölyef bulunmaktadır.
Denize bakan rölyeflerin dört tanesi deniz savaşlarını, karaya bakan dört tanesi ise kara savaşlarını anlatmaktadır.
Çanakkale Şehitleri Abidesi, yaklaşık 4 milyon liraya mal oldu.
İnşaatta;
3800 ton granit taşı,
285 ton demir,
630 metreküp kereste,
1275 ton çimento,
4400 ton çakıl kullanıldı.
Abidenin takke kısmı için 850 metreküp yani 2125 ton beton sarf edildi.
Abide, dört ayak ve bir kubbeden oluşmaktadır.
Abidenin Hisarlıktepe üzerindeki yüksekliği 42 metre, denizden yükseklik ise 92 metredir.
Anlatıldığı üzere 1958'de Abide inşaatı parasızlıktan yarım kalmıştı.
Bağış kampanyası başlatılmıştı.
Zeki Müren gazino programlarını hemen yarıda kesti.
Önce gazinolardan para toplamaya başladı ve tüm sözleşmelerini iptal etti, ardından hemen ülke içinde turnelere çıktı, şehir şehir şarkı söyledi.
Tüm kazandıklarını Abide inşaatına verdi.
Aynı zamanda kendisi de kişisel olarak bağışta bulunmuştu.
Dönemin diğer ünlü sanatçıları ve halkın desteğiyle bağışlarla, 1958 yılında inşaat yeniden başlamış ve 1960 yılında tamamlanmıştır.
ÇEMBERLİ ETEK
1871 yılının Cadılar Bayramında ünlü yazar, şair ve oyun yazarı Oscar Wilde'ın kız kardeşleri Emily ve Mary, İrlanda'da bir baloya katılırlar.
Gecenin sonlarına doğru, ev sahibi Andrew Nicholl Reid ile son valslardan birini yaparken şömineye fazla yaklaşan Emily'nin etekleri alev alır.
Reid, alevleri söndürmeye çalışırken yardıma koşan Mary'nin de etekleri tutuşur ve her iki genç kız da birkaç gün içinde hayatını kaybeder.
Wilde kardeşler, o yılların en popüler ve en gülünç giysilerinden biri olan çemberli eteklerin binlerce kurbanından ikisi olarak tarihe geçer.
Çemberli etek 18. yüzyılın çok sevilen ve çok eleştirilen iç eteğinin 19. yüzyılda bazı eklemelerle yeniden doğuşu olmuştu.
Eski iç eteklerin yapımında balina kemiği, at kılı, hasır, ahşap ve hatta şişirilebilen lastik kullanılıyordu, yenisinde yani çember eteklerde bunların yerini metal aldı.
Ve 1850’de icat edilen dikiş makinası sayesinde de artık çok sayıda üretilmesi mümkündü.
Bu tarz o kadar tutuldu ki;
1856 yılında, çelik halkalarla yapılan kafesli çember eteğin patenti alındıktan sadece bir yıl sonra İngiltere bunların yapımında kullanmak üzere 40 bin ton İsveç çeliği ithal etti.
Brian May ve Denis Pellerin'in kaleme aldığı "Çember Etek, Moda'nın en Muhteşem Faciası" kitabına göre Sheffield'de bir fabrikada 800 kadın işçi, günde 8000 çember etek üretiyor ve bu da talebe yetmiyordu.
Gelmiş geçmiş en ünlü hemşire Florence Nightingale'in çember eteği, "Absürt ve iğrenç bir kostüm" diye niteleyip yetkililerden bu eteğin kaç kadının ölümüne yol açtığını açıklamasını istemesi de, bu tuhaf kılığa olan talebi azaltmamıştı.
Bu giysinin ne kadar cana mal olduğunu hâlâ tam olarak bilmek zor…
JAPON ATASÖZLERİ
Bir atasözü kısadır ama içinde uzun yılların tecrübesi gizlidir.
Tek satırda anlatılan kitapların özü budur.
Çoğu zaman bir satır hayatta öyle bir değişiklik yaratır ki, birkaç bin sayfa bunu sağlayamaz.
“Japon Atasözleri” adlı bir kitabın yazarı “David Gales”tir.
Bu kitap iki yüz ünlü Japon atasözünün bir derlemesidir.
Bu kitap dikkatle incelendi ve sonuçta zihin penceresi açıkken okunduğunda düşünceyi şaşırtıcı şekilde değiştiren 17 atasözü ortaya çıktı.
Seçilmiş atasözleri şunlardır:
1. Herkesten tavsiye alın, hatta diz çökün; İki akıl, tek akıldan daha iyi düşünecektir. Bilgili insanların tavsiyesi, bir kişinin görüşünden daha iyidir. Bu nedenle öğüt alan asla pişman olmaz.
2. Bir maymun da ağaçtan düşer; Bir uzman bile hata yapar. Kimsenin hata yapamayacağını düşünmemek lazım.
3. Hayat bir lambadır, onu rüzgârdan önce yakın.
4. Bin millik mesafe tek bir adımla başlar.
5. Nasıl ki kırık bir çiçek bir dala bağlanamıyorsa, aynı şekilde cam da kırıldıktan sonra tutturulamaz; Yaşananlar artık geri gelemez. Geçmiş zaman asla geri gelmez. Geçmişten pişman olmayın.
6. Çocuklar köpek dövüşlerinde, yetişkinler ise çocuk dövüşlerinde kavga eder.
7. Aptal bir insanın bile bir yeteneği olması gerekir; Bozuk saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir.
8. Gidenler yavaş yavaş unutulur; Gözün önünden geçen, daha sonra akıldan geçer.
9. Sevgi ve öksürük asla gizlenemez.
10. Şans her zaman cesurdan yanadır.
11. Kurnaz şahin çenesini gizler; Zeki bir insan en son, kısa ve güzel konuşur.
12. En iyi ilacın tadı ağızda acıdır; İyi ve doğru öğütler bize acı gelir ama faydası daha fazladır.
13. Başkalarının işlerini baş ağrısı haline getirmeyin.
14. Bir öğrencinin midesi asla dolmaz; Açlık zihni keskinleştirir. Dolu bir mide yavaşlar.
15. Cennete atılan ok kendine görünür; Yaptığınız işin sonucunu mutlaka alacaksınız.
16. Bir kişi için faydasız olan şey, bir başkası için hazinedir.
17. Başarısızlık başarının annesidir, deneyim öğretmenden daha iyidir.
OSMANLI’DA RAMAZAN ADETLERİ
11 ayın sultanı Ramazan Osmanlı döneminde heyecanla beklenirdi. Ramazan’ın habercisi hilali müjdeleyenlere 150’şer kuruş verilirdi. Osmanlı döneminde Ramazan ayına Müslümanlar gibi gayrimüslimler de değer verirdi.
Ramazan ayının gelmesiyle birlikte Osmanlı Devleti, halkının mübarek ay içinde nasıl davranması gerektiğini belirten bir tembihname yayınlardı. Tembihnamelerde; Müslümanların beş vakit namazı camide cemaatle birlikte kılması, mazereti olmayan tüm Müslümanların oruç tutmaları gerektiği belirtilirdi.
CAMİLERDE KANDİL YAPMAK
Camilerde kandil yakma geleneği İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren varlığını sürdürse de, minarelerde kandil yakılması yalnızca Osmanlı’ya has bir gelenek.
Ayet, hadis veya gül, Ay gibi motifleriyle şehri aydınlatan mahyalar, 16. yüzyıldan itibaren verdiği güzel mesajlarla insanları iyiliğe teşvik etmeye devam ediyor.
ZİMEM DEFTERİ
Osmanlı’da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi.
Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekûnunu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderlerdi.
Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
DİŞ KİRASI
Osmanlı döneminde iftar saati kapıyı kim çalmışsa kesinlikle geri çevrilmezdi.
Büyük konaklarda hem zenginler için hem de ihtiyaç sahipleri için sofralar kurulurdu.
İftarın ardından ise ev sahibi, yemeğe gelen misafirlerine diş kirası ismi altında hediyeler sunardı.
Özellikle fakir konuklara, altın ve gümüş akçeler verilirdi.
UCUZLUK
Osmanlı’da Ramazan ayında yiyecek ve eşya fiyatlarının zamlanmamasını devlet kontrol ediyordu.
Özellikle gıda maddelerinin Ramazan ayı boyunca daha ucuza satılması sağlanıyor.
İFTAR VAKİTLERİNDE KAPILAR AÇIK TUTULURDU
Osmanlı’da Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı.
Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu.
Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu.
Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.
İFTAR YEMEKLERİ
Osmanlı’da Ramazan sofraları iki aşamalı kurulurdu:
Birinci aşama ‘İftariye’ denilen ilk fasıl,
İkincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl.
İftariye, açlığın verdiği hızla yemeklerin üstüne atılmayı önlemek üzere tertiplenmiş çerez sofrasıdır bir anlamda.
ARİFE ÇİÇEĞİ
Osmanlı’da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır.
Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara “Arife Çiçeği” denilirdi.
Osmanlı’dan gelen “Arife Çiçeği” kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı.
SADAKA TAŞLARI
Sadaka taşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu coğrafyada yaygın bir şekilde kullanılmış ve günümüzde de koruma altına alınması gereken kültürel unsurlar arasına girmiştir. Çeşitli bölgelerde “Zekat Taşı”, “Zekat Kuyusu”, “Dilenci Mihrabı”, “Hacet Taşı”, “İhtiyaçgâh”, “Fıkara Taşı”, “Hayrat Deliği” gibi isimlerle de anılmakta olan bu taşların, genellikle, cami, tekke, medrese avluları, çeşme başları, üç beş semtin birleştiği köşelere, fakir, muhtaç, hasta insanların barındığı yapıların önlerine (Üsküdar’daki Miskinler Tekkesi gibi) dikildiği görülmektedir.
Bunların dışında cellat mezarlıklarına da sadaka taşlarının dikildiği bilinir.
Cellâtlar can almaları nedeniyle Osmanlı’da dışlanmış bir grubu oluşturmuşlardır.
Bu sebeple genellikle yerleşim yerinden uzak mezarlıklarda, isimleri yazılmadan sadece mezar başlarında bir taş konularak defnedilmişlerdir.
Belirli zamanlarda mezarlıkları ziyaret eden kişiler, cellât mezarlığı kenarına konan sadaka taşlarına para bırakarak cellâtların ailelerinin geçinebilmesi için sadakalarını bırakmışlardır.
RAMAZAN EĞLENCELERİ
Bu özel ayda sayısız eğlence yapılırdı.
Ramazan bayramının kutsal manasının yanında eğlence anlayışı da herkesçe sevilirdi.
Bütün gün sabırla sınırlandırılmış orucun genişletilmesiyle birlikte festivallere geçilirdi.
Teravih namazı sonrasında sahur zamanı gelinceye kadar devam eden bu eğlence halinin son derece huzuru geçiyordu.
“Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” denilerek bol köpüklü kahveler yudumlanır, derin sohbetler edilirdi.
Sokakta Karagöz ve Hacivat oyunları sahnelenirdi.
Yediden yetmiş yediye herkes bu oyunları izlemek için heyecanlanırdı.
Ayrıca Ramazan manileri de vardı.
Bu manilerden bazılarının komik olması ise bazılarının duygusal şekilde sergilenmesiydi.
Dışarı çıkmak istemeyenler ise ev ortamında hikâyeler anlatılır sohbetler ederdi.
Kimisi komşusuna gider güzel vakit geçirir kimisi de kendi evindeki ailesi ile mutlu zamanlar yaşardı.