16 Mart 2025 Pazar günü kordonda canlı yayın vardı.

Seyretmişsinizdir.

Serhan Asker’in sunduğu “Görkemli Hatıralar” isimli programdı bu.

18 Mart haftası dolayısı ile yapılmış bir program.

Programı seyretmiş olan kime rastlasam, sert eleştiriler yaptılar.

Ama ne sert?

Ben de televizyon programı yaptım zamanında.

Az çok bilirim bu işleri.

Belki onlar kadar profesyonel değilim ama işin özünü bilirim.

Mesela ben olsaydım;

Çanakkale Belediye Başkanı konuşurken karşısında telefonla oynamazdım.

Başkan sunucuyu neredeyse kolundan dürtecekti, “Dinle beni” diye.

Mesela ben olsaydım;

Sinan Meydan gibi önemli bir konuk konuşurken, ekrana alakasız mekânların görüntülerini getirmezdim.

O kişiye saygısızlık sayardım.

Mesela ben olsaydım;

Solo türkü söyleyen sanatçıya saygımdan, en azından tek kare de olsa görüntüsünü ekrana verirdim.

Eşini seyretmek için ekran karşısına geçen kadın, tek bir kare bile göremeyince şok olmuştur sanırım.

Mesela ben olsam;

Truva Atının dibinde zeybek oynayanları azıcıkta olsa ekrana taşırdım.

“Bizim Zeybek Hüseyin Armutoğlu nasıl oynuyor acaba?” diye olanca dikkatimi vermeme rağmen, tek bir görüntü yoktu.

Arkadaşımı göremedim.

Mesela ben olsam;

Konuklarımdan fazla konuşmaz, daha çok onları konuştururdum.

Mesela ben olsam;

Tarihi savaşta yer almış kişilerin torunlarını davet eder, onların dedelerinin hatıralarını anlattırırdım.

Mesela ben olsaydım;

Çanakkale Savaşlarına mal olmuş olan, “Çanakkale Türküsünü” illa söyletirdim koroya…

Daha söylenecek çok şey var.

Kimse kusura bakmasın ama ben dahil çok kişi beğenmedi.

Halk TV yöneticileri bu yazıyı okurlarsa veya kendilerine iletilirse bilsinler ki, bu program gereken etkiyi yapamadı…

Onca saatimize yazık oldu…

MENFAAT DÜNYASI

Dünya ne hale geldi.

Haberlere bakıyorsunuz;

İsrail Gazze’yi bombaladı,

ABD Yemen’i bombaladı.

Rusya Ukrayna’yı bombaladı.

Suriye Alevilere saldırdı…

Binlerce sivil hayatını kaybetti.

İnsan hakları savunucuları nerede?

Gıkları çıkmıyor.

Bazı kesimler, “Empaeryalist güçler” diye tanımlıyor ya,

Mehmet Akif ise “Tek dişi kalmış canavar” diyor ya,

İşte onlar bunlar…

İşlerine gelince insan hakları savunucusu,

İşlerine gelince vur abalıya.

Bu dünyada kimseye inanmayın,

Kimseye güvenmeyin.

Menfaat almış başını gidiyor.

Bunun uğruna ne asker, ne sivil kimse dinlemiyor.

Gözümüzü dört açıp, kendi stratejilerimizi belirlemeliyiz.

Elalemin kuyruğuna takılıp, işler yapmamalıyız.

Başkasının da maşası olmamalıyız.

Yurtta barış, dünyada barış ilkesi ile hareket ederek, kimsenin tavuğuna “Kışt” dememeliyiz.

Zira, Dünya artık menfaat dünyası.

KENDİNE TORPİL YAPAN ADAM

1 Mayıs 1988'de aramızdan ayrılan büyük sanatçı Altan Erbulak’ın bir anısı…

Kalabalığın arasından çıkan bir adam elindeki kartviziti kapıdaki görevliye uzatır: “Şeyy, bunu size vermemi istediler.”

Daha önce uzattığı kartviziti okuduğu hiç kimseyi içeri almayan görevli, göz attığı kartvizitte klasik bir istekte karşılaşır: “Kart hamili yakınımdır, maça alınmasını rica ederim.”

Karşısındaki adamı kovmadan önce ne olur, ne olmaz diyerek kartın arka yüzünü çeviren görevlinin gözleri, okuduğu isim karşısında gözleri fal taşı gibi açılır: “Beyefendi sizi Altan Erbulak mı gönderdi?”

“Evet” dercesine, başını sallar.

Görevli, “Siz lütfen içeri buyurun” diyerek ünlü sanatçının arkadaşını basın ve şeref tribünü kapısından içeri alır. Haliyle de, elinde bir kartvizit olduğu halde maçı alınmayanlar homurdanır.

Kapıdaki adam sert çıkar: “Duymadınız mı yahu, adam Altan Erbulak'ın yakını.”

Aslında o gün, kapıdan içeri giren adam Altan Erbulak'ın ta kendisidir.

Bir önceki Fenerbahçe-Galatasaray maçına giden Altan Erbulak, gazeteci kimliği ile basın ve şeref tribünün kapısından içeri girerken, aynı görevli tarafından durdurulur...

Ünlü sanatçı “Ben, Altan Erbulak” dese de, görevli karşısında duran 1.64 boyundaki adama bakarak şunu söyler: “Sahtekâr, Koskoca Altan Erbulak böyle mi olur?”

Altan Erbulak, kendi kartviziti ile kendine torpil yapan tek insan olarak tarihe geçer...

Mekânı cennet olsun…

STALİN Mİ?

Yıl, 1935’tir.

Stalin, Ekim 1917 Devrimi’nin yıldönümü kutlamalarında şu küstah cümleleri dile getirir:

“Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan’ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum.”

O sırada SSCB’nin Ankara Büyükelçisi, tanınmış hariciyecilerden Lev Karahan’dır.

Stalin’in demecini öğrenen Atatürk bir hayli rahatsız olur ve öfkelenir.

Saatler gece yarısını gösterirken beraberindeki ekibin tatlı dille ve usulüne göre yaptığı itirazlara rağmen Sovyet Elçiliği’ne doğru yola koyulur.

Hem de protokolsüz.

Şaşkınlığı yüzüne yansıyan personeline, “Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk! Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun! Hazırlayın arabaları!” der.

Atatürk devrim kutlamaları dolayısıyla balonun gerçekleştiği Sovyet Elçiliği’nde kendisini karşılayan Büyükelçi Lev Mihayloviç Karahan’a şunları söyler:

“Ajanstan öğrendiğime göre Başkanınız Stalin, Ardahan ile Boğazları istemiş, kararı katiymiş. Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii bu konuşmanın bir kopyası sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım.”

Metnin orijinali Atatürk’e getirilir.

Tercüme edilen metin, ajansın geçtiğiyle kelimesi kelimesine aynıdır.

Karahan’a dönen Atatürk:

“Elçiliğin telsizinden derhal Stalin’i bulduracaksın. Başkanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim.”

“Bu cevap bu gece gelecek, çünkü benim senin başkanınınkinden daha önemli bir kararım var. İstediğim cevabı almadan elçiliğinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim.” diye konuşur.

Karahan çaresizdir ve söyleneni yapar.

Nihayetinde SSCB’den gelen açıklama Atatürk’ün istediği yöndedir:

“Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar ile Ardahan’ı almak gibi bir arzusu kesinlikle yoktur.”

Atatürk, uzun süredir tanıştığı ve bu olay yüzünden can güvenliğinin tehlikede olduğunu düşündüğü Lev Mihayloviç Karahan’a, Türkiye’ye iltica etmeyi önerir.

Rus elçi, görevinin sonlandırıldığını ve derhal ülkesine çağrıldığını belirterek teklifi kibarca reddeder.

10 gün sonra Ankara’ya Karahan’ın fırında yakılarak idam edildiği bilgisi ulaşır.

Çanakkale’de otopark sorunu gittikçe büyüyor galiba.

Halbuki; Eski Hastane Bahçesi, Karayolları, Eski Emniyet arsası, Halk Bahçesi yanı, Kız Meslek Lisesi Bahçesi, Cennet Oto Parkı yanı ve Pazaryeri oto parkı var.

Aslında eski Carrefour’un olduğu yer de vardı da belediye orayı yeniden düzenliyor.

Arkadaşım Hastanebayırı’nda bir yerde oturuyor.

Kendisine “Haydi atlayın arabaya gelin, maç filan seyrederiz” dedim.

Bana cevabı ne oldu biliyor musunuz?

“2 haftadır arabaya binmiyoruz, güzel yerde duruyor diye.”

“Şimdi buradan arabamı hareket ettirirsem bir daha böyle güzel yer bulamam…”

Bizim arkadaş büfeye konmuş bardaklar gibi davranıyor arabasına.

Ellemiyor, uzaktan bakıp duruyor.

Bu olaydan anladığım, bizim hala otoparka ihtiyacımız var.

18 MART

18 Mart denilince kahramanlıklar aklımıza geliyordu.

Ama 1915 Çanakkale Köprüsü yapıldıktan sonra artık aklımıza, günde 45 bin geçiş garantisi geliyor.

Bunun karşılığında ise ortalama 8 bin araç geçince devlet kasasından uçup giden paralar alımıza geliyor artık.

Bu durum karşısında adam patlatmış haberi;

“‘Milletin cebinden 5 kuruş çıkmayacak’ denilen projelerden biri olan Çanakkale Köprüsü açılalı 3 yıl oldu.

Bu 3 yılda köprü müteahhidine Hazine’den 20.5 milyar TL aktarıldı…”

Otoyol hariç sadece Çanakkale Köprüsü’nün yapım maliyeti 1 milyar 750 milyon Euro olduğu belirtilirken, 3 yılda maliyetinin yarısı garanti bedeli olarak zaten firmaya ödendi bile denildi.

Ama firmanın köprüyü 2034 yılına kadar işleteceği hesap edilirse, varın siz hesaplayın ödenecek parayı.

Biz de “Neden bütçe açık veriyor ve neden vergiler artıyor?” diye düşünüp duruyoruz…

DİNDARLIK AZALMIŞ

Bu konuda bir gazetenin haberi şöyle;

“23 yıllık AKP iktidarı döneminde, kamusal alandaki dindarlık algısında gözle görülür bir dönüşüm gerçekleşti.”

Bu haberi neye dayanarak vermiş?

KONDA Araştırma Şirketi’nin paylaştığı son verilere göre, özellikle Ramazan ayında lokantaların açık olup olmaması konusundaki toplumsal görüşler dikkat çekici biçimde değişmiş.

Dindar nesil yetiştireceğiz diyerek iktidara gelen AKP, şirketin araştırmasına göre tam tersini gerçekleştirmiş.

Ekim 2024’te gerçekleştirilen ve 6 bin 137 kişinin katıldığı anket kapsamında, katılımcılara “Ramazan ayında lokantalar gündüz açık kalmalı mı, yoksa iftara kadar kapalı mı olmalı?” sorusu yöneltilmiş.

2007 yılında “Ramazan’da lokantalar tamamen kapalı olmalı” diyenlerin oranı %14 seviyesindeyken,

2024 yılı itibarıyla bu oran %4’e kadar düşmüş.

Benzer şekilde, “Lokantalar iftara kadar kapalı olmalı” görüşünü savunanların oranı da %38’den %24’e gerilemiş.

Buna karşılık, “Ramazan ayında lokantalar açık olmalı” diyenlerin oranında ciddi bir artış yaşanmış.

2007’de %48 olan bu oran,

2024’te %62’ye yükselmiş.

Zaten sokağa çıktığımızda “Bu memlekete ramazan gelmiş” dedirtecek tek bir görüntü yok.

İftar yemekleri verilmese, davulcular sahurda çalmasa kimsenin haberi bile yok ramazandan.

Fırat’ın kıyısındaki kuzudan sorumlu olanlar, bundan da sorumlu bence…

Vebal büyüktür…

ÜÇ VAKTE KADAR

Geçtiğimiz günlerde bir haber okudum.

Maliye bakanı bütçe açıklarını kapatmak için harekete geçerek “Sosyal medyada fal, astroloji, spiritüalizm, medyumluk ve yıldız haritası hizmeti verenler kişileri” incelemeye almış.

Şimdi diyeceksiniz ki; “Yahu bunlar ne kazanıyor ki vergi ödesinler?”

Haberin devamı şöyle;

“Doğum haritası ve tarot bakarak 15 milyon lira gelir elde eden bir falcı vatandaşın hiç vergi ödemediği belirlendi. Yaklaşık 1,8 milyar lira kayıt dışı hasılat ortaya çıkarıldı.”

Bu haber sonrası vergi konusunda sıkı denetime tabi tutulacaklar anlaşılan.

Ama bana sorarsanız maliye bakanı bunlardan tek kuruş alamayacak.

Çünkü bunlar gelecekten haber alabildikleri için, hemen fala bakıp, cam fanusu okuyup maliyeciler daha harekete geçmeden önlemini alırlar.

Her sabah;

Kahve içip, kendi fallarına bakarlar,

Tarot falı bakarlar,

Medyumluk yaparlar,

Enerjiyi yoklarlar,

Yıldızlara bakarlar ve:

“Maliyeciler bizim için yola çıktılar, toparlanın boşaltıyoruz burayı” şeklinde harekete geçebilirler

Bu sebeple maliyecilerin onları yakalaması mümkün olmaz.

“Üç vakte kadar maliyeciler basacak” şeklinde haber alabilirler mesela.

En iyisi peşlerini bırakmak.

Bunlardan bir şey çıkmaz…