Hatırlarsanız annem ve eşim Gülay’ın girişimci ruhlarıyla bir börekçi dükkânı açmaya karar vermiştik.
Dükkân tutulmuş, iç mimarisi özel olarak mimara yaptırılmıştı.
Onca parayı harcadıktan sonra sıra gelmişti dükkânı açmaya.
Gülay tutturmuştu, “İlla açılışa belediye başkanı gelsin” diye.
“Yahu hatun! Başkanın hiç işi gücü yok, bizim dükkânın açılışına mı gelecek? Zaten kendisiyle konuşmak için yanına bile sokmazlar.” dediysem de “İlla olacak!” diye başımın etini yedi durdu.
Kahvede oturmuş kara kara düşünüyorum, “Nasıl etsem, nasıl yapsam da Başkanı davet etsem” diye.
Sadece davet etmek yetmiyor ki. Kurdeleyi de kestireceğiz.
Ama nasıl?
Belediyeden emekli zabıta Yaşar var, sürekli kahveye gelir.
Onu yakaladım, durumumu anlattım.
“Olmaz ağabey” dedi, “Senin iş yaş, başkan öyle her davete gitse, ühüüü…” diye cevap verdi.
Valilikten emekli Hayri ağabeyi buldum. Derdimi anlattım.
“Rüstemciğim kendisiyle çok samimi değilsen, partinin önde gelenlerinden değilsen başkan hayatta gelmez” dedi.
Vay be ne yapacaktım ben şimdi?
Bizim parti ile işimiz olmaz.
Başkanı ise yolda görsek tanımayız.
Akşama Gülay soracaktı bana, “Ne yaptın, başkanı çağırdın mı?” diye.
Vallahi eve sokmaz.
Kahve içinde bir o yana, bir bu yana dolanıyorum. Elimdeki çayın biri gidiyor, diğeri geliyor.
Diğer yandan da zonalarımın azdığını hissediyorum, şiddetli bir şekilde kaşınmaya başladılar çünkü.
Benim bu düşünceli halimi gören simitçi Halim yanıma yaklaştı ve sordu.
“Hayrola ağabey, Karadeniz’de gemilerin mi battı yoksa?”
“Hiç sorma Halim, içinden çıkılmaz bir derdin içindeyim” dedim.
“Derdini anlatmayan çare bulamaz” demişler, söyle derdini elimizden bir şey gelirse yardım edelim” deyince güldüm.
“Halimciğim benim derdim dünyadan büyük, sen ilaç olamazsın” desem de inatla sordu;
“Ağabey sen bizi öyle ufak tefek görüp Karamürsel sepeti sanma, ummadık taş, baş yararmış…”
“Ulen Halim! Benim işim belediye başkanı ile sen bu işi nasıl çözeceksin ki ısrarla soruyorsun?”
“Aşk olsun Rüstem ağabey, bak şimdi kırıldım.”
“Ulen sen gariban bir simitçisin, ne işin olur başkanla?”
“Bak beni iyi dinle. Hatta otur şuraya çünkü söyleyeceğime şaşırıp düşme!”
“Hayırdır Halim? Ne düşmesi?”
“Ağabey başkan benim kankam, söyle derdini çözeyim…”
O an dalga geçtiğini zannettim.
-“Halimciğim hiç şaka kaldıracak durumda değilim, lütfen vaktimi çalma” dediğimde çok kızdı.
-“Ağabey doğru söylüyorum başkan benim kankam…”
-“Nereden kankan oluyormuş?”
-“Partiden… Ben bizim mahallenin delegesiyim. Aynı zamanda da delege organizasyonunu yapan kişiyim. Bu mahalle parti olarak benden sorulur. Geçen başkan adaylığı ön seçiminde kendisine çalıştık ve seçtirdik. Bana ‘Bir işin olursa çekinme gel Halimciğim’ demişti. Şimdi sıra geldi demek ki…”
-“Halim doğru mu söylüyorsun, seni bana Allah mı gönderdi yoksa?”
-“Vallahi ne dersen o. ‘İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş’ derler. İşte o mesele herhalde…”
Bizim Halim işi ayarladı.
Hakikaten de başkan müsait olduğu takdirde dükkânın açılışına gelmeyi kabul etti.
Bu müjdeli haberi Annem ve Gülay duyunca havalara uçtular.
Artık açılış günün beklemeye başlamıştık…
ASLAN İLE MAYMUN
Bir gün karı koca hayvanat bahçesine gezmeye giderler.
Hayvanat bahçesinde dolaşırken kadın birden maymun kafesinin önünde durur.
Erkek maymunun dişisinin saçlarıyla oynayışına bakarak, bunu ‘bir sevgi, bir bağlılık göstergesi’ diye kabul edip kocasına dönüp maymunları işaret eder:
“Görüyor musun ne kadar da romantik, işte aşk, sevgi bu” der.
Adam hiç sesini çıkarmaz.
Sonra aslanların kafesine doğru yönelirler.
Erkek aslan ve dişi aslan birbirlerinden uzak bir şekilde, ayrı köşelerde kendi hallerinde uzanmış vaziyettedir.
Kadın: “Görüyor musun bak, nasıl da mutsuz ve üzgün bir aile izlenimi veriyorlar” der.
Adam karısının elinden tutar ve maymun kafesine geri getirir.
Sonra yerden birkaç çakıl taşı alır kafesin içine, maymunlara doğru atar.
Erkek maymun hızlıca kafesin uzak bir köşesine doğru kaçar.
Taşlar kendisine değmesin diye arkasındaki dişisini bile unutmuştur.
Sonra döner aslan kafesine aynı şekilde bir kaç taş atar.
Erkek aslan, taşın dişisine atıldığını zannederek yerinden fırlayıp eşinin yanına gider ve öyle bir kükrer ki hayvanat bahçesi aslanın kükremesinden adeta yankılanır.
Adam karısına der ki: “Bak gördün mü? Görünüşte ne yapıldığına bakma. Bu seni yanıltır. Görünüşte herkese mutlu aile tablosu çizen birçok aile vardır ki, en ufak bir problemde birbirlerini yüzüstü bırakır. Ve yine öyle asil aileler vardır ki, dışarıdan mutsuz gibi görünürler ama birbirlerine sımsıkı sarılmışlardır. Onların sevgisini ve bağlılıklarını yaşadıkları zorluk zamanlarında ancak anlayabilirsin.”
Adam devam eder konuşmasına: “Öyle âşık görüntüsü verenlere aldanma. Nice âşık gördüğün kişi vardır ki, maymun gibi aşkları vardır, kaçıp gitmeye hazır. Nice acıdığın, mutsuz sandığın karı koca vardır ki, aslan gibi birbirilerine canlarını feda etmeye hazırdırlar…”
10 ERDEM
Harvard Üniversitesi araştırmış:
“Mutluluk için Gereken 10 Erdem”
Amerika’nın prestijli üniversitelerinden Harvard’da "Mutluluğu Yönetmek" kursu, katılanlara “Mutluluğun ne olduğunu ve bunu nasıl daha iyi yönetebileceklerini” öğretmeyi vadediyormuş.
Kursun açıklama kısmında katılımcıların, “Mutluluğun genetik, sosyal ve ekonomik faktörlerden nasıl etkilendiğini, duyguları ve davranışları nasıl yöneteceklerini” öğrendiği belirtiliyormuş.
Günlük yaşantılarında uygulayabilecekleri mutluluk stratejileri ve alışkanlıklar geliştirmelerine yardımcı olacak pratik bilgiler ediniyorlarmış.
İşte “Mutluluk Sanatı ve Bilimine göre” hayatta mutluluğu yakalamak için gerekli 10 davranış.
a.Korkularınızı belirleyin ve onlarla yüzleşin.
b.Heveslerinizi yani zaaflarınızı tanıyın ve onlarla başa çıkın.
Buna madde ve davranışsal bağımlılıklar da dahil.
c. Zaman ve paranızı nasıl harcadığınız konusunda dengeli olun.
d. Ne aşırı tutumlu ne de savurgan olun.
e.Değer verdiğiniz amaçlara ve insanlara karşı geri verme konusunda eliniz açık olsun.
f. Üstün şeylere odaklanın, önemsiz şeyleri gözardı edin.
g.Öfkenizi kontrol edin.
h. Hiçbir konuda yalan söylemeyin, kendinize bile.
i. Hakkınızı aramak için mücadele etmekten kaçınmayın.
j.Kimsenin sizi görmediğinde bile sadık kaldığınız kendinize ait ahlaki kurallarınız olsun.
Şimdi mutlu musunuz?
1 SELAM
Donmuş balık fabrikasında bir işçi çalışıyormuş.
Bir gün işini yaparken kazara dondurucunun kapısını kapatmış ve kendini içeride bulmuş.
Kapana kısılmış.
Yardım için bağırmaya başlamış, onu duyan olmamış.
İş günü bitmiş, fabrikada kimse kalmamış.
Bu ürpertici gerçeklikle yüzleşince donarak ölmek üzere olduğunu fark etmiş.
Ancak, beklenmedik bir anda, güvenlik görevlisi dondurucu kapağını açmış ve hayatını kesin ve korkunç bir ölümden kurtarmış.
Fabrika müdürü bekçiye şu soruyu sormuş:
“Bu işçinin hala içeride olduğunu ve diğerleriyle birlikte çıkıp gitmediğini nasıl bildin?”
Bekçi cevap vermiş:
“O hariç hiçbir işçi beni selamlamazdı. Her gün bana gülümsüyor ve nasıl olduğumu soruyordu. O akşamın sonunda onu ne gördüm, ne de duydum. Yani hala fabrikada olduğundan adım gibi emindim. Bulana kadar aradım.”
Hani derler ya:
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” diye…
KEDİ KADINI
1930'larda “Kedi hanımı” genellikle yalnız yaşayan ve kendisine eşlik eden birkaç kedi besleyen yaşlı bir kadındı.
O zamanlar toplum bekar veya bağımsız kadınlara; belirli bir sosyal damgayla bakıyordu.
Bu yüzden birden fazla kediye sahip olmak hem bir rahatlık hem de bir arkadaşlık kaynağı olarak görülüyordu.
Bu kadınlar, çağdaşlarının sosyal koşuşturmacasından ziyade hayvanlarının varlığını tercih ediyorlardı ve kediler bu dönemde bağımsızlığın ve eksantrikliğin sembolü haline geldi.
1930'lara gelindiğinde, bu kadınların birçoğu kedi dostlarına duydukları derin sevgiyle tanınıyordu.
Sıklıkla; örgü örerken, kitap okurken veya sadece kedilerinin arkadaşlığından keyif alırken görülüyorlardı.
Bu hayvanlar sadece yoldaş olmakla kalmayıp, özellikle Büyük Buhran sırasında büyük sosyal ve ekonomik belirsizlik döneminde duygusal destek de sağladılar.
“Kedi kadın” imgesi edebiyatta ve medyada sıklıkla işlendi, bazen mizahi bir dille, bazen de alışılmışın dışında bir yaşamın simgesi olarak.
“Kedi kadını” klişesi onyıllar boyunca yaygınlaşsa da, 1930'larda bu kadınlar, kendilerini sıklıkla dışlanmış hissettikleri bir dünyada kendilerine bir alan yaratmanın peşindeydiler.
Kedilere olan sevgileri gerçekti.
Birçokları için bu hayvanlar; toplumsal çalkantıların yaşandığı bir dönemde şefkat ve arkadaşlık gösteren en yakın arkadaşlarıydı.
Kaynak: Isabel Binhares Lopes
FİRUZE
Müzik dünyamızın deli dolu söz yazarı Aysel Gürel tarafından kalem alınan “Firuze” adlı şarkıyı hepimiz uzun yıllar boyunca Sezen Aksu’dan dinledik.
Daha sonra Tarkan tarafından da yorumlanan Firuze şarkısının, Aysel Gürel tarafından kızı Müjde Ar için yazıldığını biliyor muydunuz?
Neden olduğu bilinmiyor ancak Aysel Gürel, kızının adı yerine şarkı boyunca ona “Firuze” olarak seslenmeyi tercih etmiş.
Bir televizyon kanalındaki “Aysel Gürel özel programına” bağlanan Müjde Ar; “Annem, ‘Firuze’yi benim için yazmıştı” diye açıklama yapmıştı.
Hikâyesi bilinen ama derinliği bilinmeyen şarkılardan bir tanesiydi bu Firuze.
Br radyo programına katılan Atilla Özdemiroğlu ise bestelerinin hikâyesini anlatırken, “Firuze” adlı bestesi ile ilgili bilinmeyen bir konuyu açıkladı.
“Firuze” adlı şarkısının hikâyesini şöyle anlattı:
“Emel Sayın komşumdu. Onu çok severdim, benden şarkı istedi.
Bir eskiz yaptım götürdüm,
‘Çok güzel’ dedi.
Aradan bir iki ay geçti, baktım Emel’in albümü çıktı o beste yok.
Biz de zaten Sezen Aksu ile Aile Gazinosu yapıyorduk.
Sezen Aksu, Aysel Gürel ile beraber 5 günlük bir macera sonunda sözleri bitirdi ve ‘Firuze’yi tamamladı.
Daha sonra Emel Sayın bana, ‘Aşk olsun’ dedi, ‘Besteyi yine Sezen’e verdin’ dedi.
Ben de bunun üzerine besteyi ilk ona verdiğimi hatırlatınca bana ‘O beste o muydu?’ dedi.
Neden öyle oldu ben de bilmiyorum Emel Sayın’a buradan soruyorum” dedi.
Şarkının sözleri:
Bir gün dönüp bakınca
Düşler içmiş olursa yudum yudum yıllarını
Ağla ağla Firuze, ağla
Anlat,
Bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu
Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek
Bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze
Duru bir su gibi
Bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş
Yıllar sence yavaş
Acelen ne, bekle Firuze
Acılı bir bakış yerleşirse eğer
Kirpiğinin ucundan göz bebeğine
Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de
Bir gün gelir ödenir,
Öde Firuze…
Firuze (Firuze, 1982)
Söz: Aysel Gürel
Beste: Attila Özdemiroğlu
Düzenleme: Attila Özdemiroğlu