Yunanistan maceramız bitti nihayet.

Bir müddet yurt dışına çıkış yapmak istemiyorum.

Zaten kahveye gitmem lazım, uzun zamandan beri ayrı kaldım, özledim de aslında.

Oradaki muhabbeti, arkadaşları.

Eşim Gülay kahvaltıyı hazırlamıştı, çok acıkmışım zaten hemen oturdum.

Daha ilk lokmayı ağzıma götürmemiştim ki kapı çaldı.

Sen zahmet etme ben açarım dedim eşime ve gittim açtım, karşımda bir kadın.

Yaklaşık 50 yaşlarında, orta halli biri.

Başı tülbent ile örtülü.

“Ben geldim” dedi.

Afalladım tabi, sordum hemen;

“Sen kimsin?”

Kadın birden üfledi, püfledi ve “Hem çağırıyorsunuz hem de polis memuru gibi kimliğimi sorguluyorsunuz” demesin mi?

“Bir dakika” dedim kendisine ve içeri bağırdım; “Gülayyy! Bakar mısın?”

“Kim gelmiş?” diyerek geldi ve kadını görünce sarıldı boynuna;

“Nazan ablacığım, geldin demek!”

İşin aslı sonradan anlaşıldı.

Bizimki eve temizlik için kadın bulmuş.

Aynı zamanda annemin evini de temizletecekmiş.

Öyle ya, yaşlı kadın nasıl temizlik yapıp, cam silecekti?

Bu kadıncağız da pek cam silecek gibi değildi ya, neyse.

İçeri aldık.

Bizim kahvaltıya oturdu.

Kocası bunu terk edince kalmış iki çocukla yalnız. O da başının çaresine bakmak için evlere temizliğe gitmeye başlamış.

Komşulara da gidiyormuş, Gülay oradan bulup çağırmış.

Bir ara mutfağa gitti ve bana seslendi; “Rüstem! Yukarıdaki şu tabağı alır mısın lütfen?!”

Anladım bana bir şey diyecek; “Geldim hayatım!” diyerek karşılık verdim, elin kadınının yanında nazik olmak lazımdı.

Mutfağa gittiğimde hemen kolumdan içeri çekerek kapıyı kapattı yavaşça; “Rüstem” dedi, “Kadın nasıldır sence?”

“Ne bileyim kızım? Siz çağırdınız, hiç araştırmadınız mı?”

“Ne bileyim ben, komşular memnunmuş, ben de ‘boş vaktin varsa bize de gel’, dedim di.”

“O da gelmiş işte. İyidir di mi?”

“Ben şimdi yoklarım, sen merak etme.”

“Of ya, belim kopuyordu az daha, ne kadar yükseğe koymuşsun tencereyi?”

“Merdivenle koymuştum ama merdiveni annen almıştı, getirmeyince” şeklinde yalandan konuşarak çıktık mutfaktan.

Oturdum kadının karşısına, bir yandan sucukları lüpleterek diğer yandan sordum, “Demek kocan terk etti ha!”

“Yok be Rüstem bey, aslında ben kovdum sayılır. Herif gece-gündüz içmeye ve işe gitmemeye başladı. Parayı annesinden gidip alıyordu. Bütün paraları içkiye verdiğinden bize bir şey kalmıyordu. Bana da ‘Git çalış, niye evde oturuyorsun?’ diyordu köpoğlusu.”

“Ne iş yapardı?”

“Halde çalışırdı. Hamallık filan işte.”

“Anladım. Senin de şimdi işin zor. İki çocuk filan.”

“Evet Rüstem bey, inanın çok zor durumdayım. Çok çalışmam lazım. Çocukların masrafına yetişemiyorum. Büyük olan oğlan 16 yaşında tam ergenlik triplerinde. Kız desen orta okulda başka alem. Ne yapacağımı bilemedim. Köyde annem babam var, oraya gideyim diyorum çocuklar gelmiyor. Onları bu şehirde yalnız bırakamam, mahvolurlar.”

“Çocuğun okulu kaçta bitiyor?”

“Saat üç gibi bitiyor, bazı günler daha erken hatta.”

“Tamam bacım, sen oğlanı bizim kahveye gönder en azında saat sekize kadar çalışsın, para kazansın. Öğrensin çalışmayı. Yoksa baba parasından fayda yok. Serseri olur maazallah.”

“Aynen Rüstem bey, serseri olmaya meyilli zaten. Arkadaşları hep sigara içiyor, uyuşturucu içen bile var.”

“Aman aman, sen onu bana yolla bari arkadaş çevresinden uzak tutalım onu…”

“Allah senden razı olsun Rüstem bey, madem bir iyilik yaptınız bana, ben de hem size hem annenize temizliğe gelirim. Uygun fiyata çalışırım.”

“Olmaz kadın, uygun muygun yok. Neyse hakkın veririz. Sana para lazım, bak daha arkada kızın var onun yetişmesi daha tehlikeli. Çok dikkatli olmak lazım, bu devir bozuk devir…”

O günden sonra kadın bize temizliğe gelmeye başladı.

Oğlan kahvede çalışmak istemse de ben razı ettim. Beni de sevdi zaten.

Belki bir hayat kurtardım ama içim rahat en azından, çocuk vatana millete layık bir şekilde efendi olarak yetişecek.

MİLLİ RUH AYAKLANMALI

Milli Eğitim Bakanımız okullarda yılbaşı kutlamalarını milli ve manevi değerlerimize aykırılığı sebebiyle yasaklamıştı.

Maazallah çocuklarımız, gençlerimiz Hristiyan filan olurlardı.

Ne büyük önlem!

Maşallah Allah nazarlardan korusun bakanımızı.

Nasıl da hemen önlem alıyor, nasıl da koruyor yeni neslimizi “Dış minnakların kirli yılbaşı oyunlarından.”

Hatta tüm yurtta yasaklanmalı.

Aynı İŞİD’ciler gibi, Taliban gibi.

Bakın onlar dinimizi ne güzel temsil ediyorlar, bizim neyimiz eksik?

Nas’a göre ekonomimize ayar çektik nasılsa, eh Taliban’a göre de yılbaşını yasaklarız olur biter.

Şimdi gelelim esas konuya.

Daha mühim, daha vahim.

Haber şu;

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde iktidar ve muhalefet kulisinde bulunan çay ocaklarında, milletvekillerinin talepleri doğrultusunda menüye yeni ürünler eklendi.”

Vay, vay ki vay…

Görüyor musunuz başımıza geleni?

Yeminle taş yağacak taş!

Yahu siz hiç Din bilmez misiniz?

Nasıl cüret bu?

Neymiş bu ürünler bakın Allah aşkına!

Bir tanesi “Türk Kahvesi.”

Haydi bu neyse.

Her ne kadar Yemen’den gelse de adında Türk olduğundan kabul edilebilir tarafı var.

Peki ya diğerleri?

Bakın mesela;

“Filtre kahve” istemiş vekillerimiz.

Haydi kahveyi anladık da, “Filtrelisi” de nedir yahu?

Hep gavur icadı bunlar.

Haydi bunun da idare eder tarafı var.

Peki ya “Latte” ye ne demeli?

Adında hayır yok.

İçmekten adamın feleği şaşar maazallah.

İçinde ne var kim bilir?

Bir diğeri ise “Americano”ymuş.

Al işte, Amerikan malı.

Zamanında bize Amerikan malı süt tozu içirip beyinlerimizi yıkamışlardı.

Şimdi de bu Americano’yu içirmeye kalkıyorlar.

Vekillerimiz de bu tuzağa düşmüşler ve “İlle de Americano” demişler.

Yazık, yazık…

Vatan elden gidiyor da haberimiz yok!

En son istekleri de “Espresso” olmuş.

Vay be!

“Basınç, baskı” anlamına gelen bu içecekle, vekillerimize baskı yapmaya çalışan dış minnakların bir oyunu olduğu aşikârdır.

Vekillerimiz bu tuzağa asla düşmemelidir?

Bu gâvur icadı içecekler derhal Meclis ocaklarından kaldırılmalı, Mehter Marşı eşliğinde zırhlı giysilerle işgal sona erdirilmelidir.

Sayın milli eğitim bakanımız bu konuda önderlik etmeli, diğer bakanların da yardımıyla bir bakanlar kurulu kararı çıkartılıp bu tip “Gavur işi Meclisimize sızma girişimleri” yasaklamalıdır…

Bu bir vatan ruhudur, bu bir manevi değer kurtuluşudur.

Haydi göreve!

UMUT

Bir alıntı yine.

Oldukça hoş bir yazı, size aktarmadan geçemedim doğrusu.

Şöyle giriş yapmış yazan:

“60’ını aşıp 70’e yaklaşmakta olan arkadaşlarımdan birine, ‘Kendinde ne gibi bir değişiklik hissettiğini’ sordum.

Bana hepinizle paylaşmak istediğim aşağıdaki çok ilginç satırları yolladı” demiş ve tek tek dizmiş alt alta.

* Ailemi, kariyerimi ve pozisyonumu sevdiğim yılların ardından, şimdi eski arkadaşlarımı sevmeye başladım.

* Bir atlas olmadığımın farkına vardım. Dünyayı omuzlarımda taşımam gerekmiyor.

*Meyve sebze satanlarla pazarlık yapmayı bıraktım. Sonuçta, bir kaç kuruş fazla ödememle cebimde bir delik açılmayacağını biliyorum ama o bir kaç kuruş, zavallı adamın kızının okul masraflarını ödemesine yardımcı olabilir.

* Taksi şoförüne ödeme yaptığımda, para üstünü almıyorum.

Ekstra para kazanmak yüzüne bir tebessüm kondurabilir.

Ne de olsa benden çok daha fazla yoruluyor.

* Yaşlılara “Bu hikâyeyi anlatmıştınız” demeyi bir kenara bıraktım.

Ne de olsa, bu hikâyeler hatıralarını canlandırmalarına ve geçmişi tekrar yaşamalarına yardım ediyor.

* İnsanları hatalı olduklarında bile düzeltmemeyi öğrendim.

Ne de olsa, herkesi mükemmel yapma sorumluluğu bana ait değil.

Huzur mükemmeliyetten çok daha önemli.

* Cömertçe ve bolca iltifat ediyorum.

Ne de olsa, bu yalnızca karşımdakine değil, benim de ruh halime iyi geliyor.

* Giysilerimdeki kırışıklığı ya da bir lekeyi dert etmemeyi öğrendim.

Sonuç itibariyle, kişilik görünüşten daha çok öne çıkar.

* Benden farklı kişilerle tartışmaktan kaçınıyorum.

Ne de olsa, onlar iyi ilişkiler yürütmenin önemini bilmiyor olabilirler ama ben biliyorum.

* Beni kirli oyunlarıyla saf dışı bırakmak isteyen biri olduğunda, sakinliğini koruyorum.

Sonuçta, ben ne kirliyim ne de kimseyle bir yarış halindeyim.

* Duygularımdan utanmamayı öğreniyorum.

Ne de olsa, beni insan kılan duygularım.

* Bir ilişkiyi koparıp atmaktansa, egomu bir kenara bırakmanın daha iyi olduğunu öğrendim.

Sonuçta ego tek başıma olmama neden olacakken, ilişkiler asla yalnız kalmamamı sağlar.

* Her günü son günümmüş gibi yaşamayı öğrendim.

Ne de olsa, öyle de olabilir.

* Beni mutlu eden şeyleri yapmayı öğrendim, ne de olsa ben kendi mutluluğumdan mesulüm, başkasınınkinden değil...

HAYAT TRENİ

Bu yazı da tam “Cumartesilik” diye düşündüm.

Doğarken bindiğimiz trende anne ve babamızla tanıştık.

O zamanlar onların hep bizimle seyahat edeceklerini sanıyorduk.

Oysa istasyonun birinde onlar trenden ineceklerdi ve bizi yolculuğumuzda yalnız bırakacaklardı.

Zamanla trene başkaları da bindi ve bizim için önemliydiler;

Kardeşlerimiz, arkadaşlar, çocuklarımız, hatta hayatımızın aşkı...

Birçoğu inmiştir arkalarında üstelik de kalıcı bir boşluk bırakarak.

Kimisinin de eksikliği o kadar fark edilmez olmuştur ki, yerlerinin boşluğunu bile fark edememişizdir…

Bu tren yolculuğu “Neşe, keder, hayaller, beklentiler, merhabalar, Allahaısmarladıklar ve vedalarla” doludur.

Burada başarı, tüm yolcularla iyi ilişkilerde olmaktır.

Bunun için de elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız…

Ancak, hepimizin karşı karşıya olduğu bir muamma var:

Hiçbirimiz hangi istasyonda ineceğimizi bilmiyoruz.

İşte bunun içindir ki,

En iyi şekilde yaşamalı,

En iyi şekilde sevmeli,

Affetmeli,

Olduğumuzun en iyisini yansıtmalıyız…

Burası çok önemli çünkü trenden inip de yerlerimizi boş bırakacağımızda yaşam treninde yolculuğa devam edeceklerde güzel anılar bırakmalıyız.

Öyleyse yaşam treninde size iyi yolculuklar diliyorum.

Çok sevgi verin, başarı biçin!

Son olarak da, trenimde yolcu olduğunuz için her birinize teşekkür ederim.

Ha, unutmadan!

Şahsen trenden bu yakınlarda inmeye hiç niyetim yok!

Yine de, ola ki indim, sizinle seyahat bir zevkti!

İyi ki binmişsiniz!

SEVGİ

Hiç evlenmemiş ve çocuğu olmayan Franz Kafka, Berlin'de bir parkta yürürken, çok sevdiği oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlayan küçük bir kız çocuğuyla tanışır.

Kafka, çocukla birlikte bebeği uzun süre arar ve başarısız olur.

Ertesi gün onunla, bebeğini aramak için yeniden buluşmak istediğini söyler.

Fakat yine bebeği bulamazlar.

Kafka, kıza bebek tarafından yazılmış bir mektup verir.

Mektupta; “Lütfen ağlama, dünyayı görmek için bir geziye çıktım. Sana maceralarım hakkında yazacağım”, diyordu.

Böylece, Kafka'nın yaşamının sonuna kadar devam edecek bir hikâye başlar.

Kafka, küçük kızla her buluşmasında bebeğin maceralarının yazılmış olduğu mektupları okur ve akabinde çocuğun çok mutlu olduğunu görür.

Kafka, Berlin'e dönmeden önce oyuncak dükkânına uğrar ve bir tane bebek satın alır. Daha sonra kız çocuğu ile buluşmaya gider.

Bebeği çocuğa uzatır.

“Ama hiç bebeğime benzemiyor” der kız.

Kafka, bebeğin yazdığı bir başka mektubu çocuğa verir:

Mektupta

“Seyahatlerim beni değiştirdi.” yazmaktadır.

Küçük kız yeni bebeği kucaklar ve onunla mutlu bir şekilde evine gider.

Bir yıl sonra Kafka ölür.

Yıllar sonra, bir yetişkin olan kız, bebeğin içinde bir mektup bulur.

Mektupta şöyle yazmaktadır:

“Sevdiğin her şey muhtemelen kaybolacak, ama sonunda sevgi başka bir şekilde geri dönecek.”

İmza: Franz Kafka.