Son zamanlarda İzmir, Karabük, Sakarya, Bolu, Çanakkale başta olmak üzere yurdun değişik bölgelerinde meydana gelen orman yangınlarında binlerce dekar orman ne yazık ki kül oldu. Memleketin ciğerleri yanıyor manşetleriyle verilen haberlerde dikkati çeken en önemli noktalardan biri, yanan alanların çoğunlukla kültür ormanları oluşuydu.
Geçtiğimiz yıllarda da birçok bölgede meydana gelen yangınların çoğunluğu dikim sahalarında meydana gelmişti. Bir zamanlar kültür ormanı oluşturmak, orman alanlarını endüstriyel amaçlarla kullanmak en önemli hedeflerdendi. Özellikle ağaçlandırma çalışmaları yurdun hemen her tarafında adeta seferberlik ilan edilerek uygulandı. Bu arada orman köyleri de farklı geçim kaynaklarına yöneltilmeye çalışıldı. Bir yandan yeni ormanlar oluşturulurken, bir yandan da ormanın baş zararlısı olarak gösterilen keçi varlığı da ortadan kaldırılarak keçi sahipleri farklı uğraşlara yöneltildi. Birçoğu çobanlığı bırakarak büyükşehirlerin varoşlarına eklendi.
Orman yangınlarının ihmalden çıktığı, piknik ateşinden, anız yangınından, yanar atılan sigara izmaritinden ve benzeri çok sayıda sebepten çıktığı defalarca anlatıldı. Yangınlarda kasıt da bulundu ama rüzgârın güçlü olduğu yerlerde söndürmek imkânsız hale geldi.
Yangınları söndürmenin imkânsız olduğu yerlerde keçi sistemden çekilmiş, yangına en hassas olan kızılçam dikilmişti. Aslında bu konuya odaklanmak gerekiyordu.
Geçtiğimiz Cuma günü, Cuma namazı saatlerinde Sarıcaeli köyünde başlayan yangın kızılçamın artık dikimde kullanılmaması gerektiğini, yanan alanların kendi bitki örtüsünü oluşturmasına izin verilmesi gerektiğini kanıtladı. Can kaybı olmaması sevindiriciydi. Ancak memleketin ciğerleri yandı. Radar bölgesinde yanan masum arılar, ormanı yaşam alanı seçmiş yüzlerce sürüngen ve böcek türü de yok oldu.
Yangının üzerine adeta çöküldü. Kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, gönüllü vatandaşlar seferber oldu. Kısa sürede uçak, helikopter ve itfaiye araçlarıyla tüm bölgelerden müdahale edildi. Yangını duyan, elinde imkânı olan yangın alanındaydı.
Su, ayran, sandviç yağdırdı Çanakkale esnafı. Evlere servis ekipleri fırtına gibiydi. Herkes bir ucundan tuttu. İnşaat firmaları beton mikserleriyle su taşıdı itfaiyeler yolda oyalanmasın diye. Birlik ve beraberliğin bütün özelliklerini görmek mümkündü.
Yangında lojistik hizmetleri mükemmeldi. Ancak gel gör ki yangına engel olmak mümkün olmadı. Rüzgârın hızı saatte 50-60 kilometreyi buluyordu. Engebeli arazide arada bir anafor yapıyor, alevler 50-60 metreyi buluyordu. Kızılçamla kaplı bölgede hem dip hem taç yanığını olduğu için enerjisi de çok yüksekti. Dolayısıyla yangına dayanıklı çalı türleri de yanıyordu. Zaten yangın söndürmede en yüksek teknolojiye sahip ülkeler de rüzgârın şiddetli olduğu durumlarda yangınları söndüremediler ve can ve mal kayıplarını önleme yolunu seçtiler.
Kızılçamın seyrek olduğu yerlerde yangının zayıfladığına, enerjisinin düştüğüne şahit olduk. Artık çamın çama değmeyecek şekilde seyreltilmesi gerekiyor. Zaten ekonomik ürün alma ihtimali kalmadı. Yangınların tekrarlama sıklığı 30 seneye düştü. Bu sürede de kerestelik ürün elde etmek mümkün değildir. Eğer mesele ekonomi ise kadim kültüre dönmek daha verimlidir. Çalı ile keçi bu alanları daha verimli kullanıyor.