Bu köşede zaman zaman eskilerden, nostaljik anılardan bahseder dururum.
Sosyal medyadan bulduğum ve bizim yaşımızdakilere hoş gelen yaşanmışlıklara dair yazıları paylaşırım.
Hani "Mahalle kültürü" vardı eskiden.
Yabancılar kolaylıkla cirit atamazdı sokaklarında.
Komşumuz akrabamız gibiydi.
Mahallenin namusu vardı, herkes ondan sorumluydu.
Birsi doğum mu yaptı?
Herkes o evdeydi yardım için.
Düğün dernek cabası.
Cenazelerde, "İşim var!" mazereti olmazdı.
Ne günlerdi onlar?
Geri gelmesi mümkün olmayan güzelliklerdi.
Şimdi apartmanda, karşı kapı komşumuzu bile tanımıyoruz.
Bizim mahallede yaşlı bir amca vardı.
Balkona çıktığımızda görüyorduk, kızının yanına yerleşmişti...
Kızı dediğim neredeyse 70 üzeri.
Yürümekte zorlanan bir evlat ama babasını bırakmamış.
Ona vefa borcunu ödüyor bir nevi.
Ben mahallenin kahvesinde rastlıyordum amcaya.
"95 yaşındayım ben" diyordu "Ama en az 100 varımdır. Çünkü babam hemen nüfus kâğıdı çıkarmamış bana, okula almasınlar diye…"
Elinde bastonu ile evden çıkar, kendisine uygun bir rotayı takip eder ve kahvede mola verip, eve dönerdi.
Uzun bir süre göremeyince dedenin düştüğünü ve kalça kemiğini kırdığını duyduk.
Üzülmekten başka bir şey yapamadık tabi.
Bir müddet sonra dede elinde bastonla çıktı sokağa.
Karşılaştığımızda anlattı neler olduğunu.
O günlerde iyi olduğunu söylemişti de tekrar turlara başlamıştı bile.
"Aman amcacığım dikkat et yine düşme!" ikazını yaptım ama nafile.
Bizim dede bir daha düştü ve kalkamadı.
Hafta başında yoğun bakıma kaldırıldığını duyduk, sonrası mı?
Ayakkabılarını kapının önüne konmuş, görünce anladık ki…
Vefatı sonrası hastaneden köyüne götürülmüş, haberimiz o sebeple olmadı.
Dün balkonda gördüğümüz kızına başsağlığı diledik.
Eşim "Adettendir" diyerek yemek götürdü.
İşte böyle.
Yok olan adetleri geri getirmek oldukça zor.
Tek yapmamız gereken, elimizdekileri kaybetmemek…
Eh madem ki konu açıldı eskilerden.
İşte geçmişi hatırlatan bir yazı size.
Kredi kartı nedir bilmezdik.
O yıllar bakkala borç yazdırırdık.
Bakkallar süpermarket olmadığı için, haciz falan gelmezdi.
Öğretmenler saygı görürdü.
Ana baba gelip höt zöt edemezdi.
Öğretmenlerden gizli sigara içmek cesaretti ama, okul önünde uyuşturucu satmak akla hayale bile gelmezdi!...
Komşunun çocuklarını istediğin gibi öper koklar oynardın…
Kimse "Ulan çocuğu taciz mi edecek?" diye seni kollamazdı.
Semtlere göre okul farkı yine vardı ama kimsenin anası babası "Benim çocuğum onunla, bununla aynı sınıfta olamaz" diyemezdi…
Ayıptı, günahtı, gerçekten Allah’tan da kuldan da utanırdı insanlar.
Sokaklar böyle boş ve ruhsuz değildi, herkes sokaklardaydı aksine kimse eve girmezdi.
Büyükler çay, kek, börek sohbete dalarken, çocuklar sokaklarda tipi tip, gazoz kapağı, misket, yakar top, çelik çomak, uzuneşek, saklambaç oynar, gençler mahalle maçları yapardı.
O zamanda televizyon vardı ama her evde bulunmazdı.
Siyah beyazdı her şey ama yaşamımız renkliydi.
Böreğimizi, çekirdeğimizi alır Tv olan komşumuza sinemaya gider gibi giderdik.
Herkesin televizyonu yoktu, filmler diziler kısıtlıydı ama bizim Teksas, Tommiks, Zagor, Mandrake gibi kolleksiyonlarını yaptığımız çizgi kahramanlarımız vardı.
Ya komşuluk?
Bayramlar da başkaydı,
Öyle seyahatler, tatil vs yoktu.
Ayırım, ötekileştirme, öteleme yoktu.
Gayrimüslim komşularımızla bayramlarımızı ve bayramlarını beraber kutlardık.
Sabah evden çıkar akşama kadar sokakta oyun oynar, komşu evinden su içer, yemek yer yine oyuna koşardık.
Şimdiki çocukları bırakın sokakta oynatmayı, kapı önündeki bahçede bile tek başına bırakıp da oynatamıyoruz.
Gelecek korkumuz yoktu.
Kin, nefret nedir bilmezdik.
Öteki, beriki bilmezdik.
Evet, her şey çok güzeldi.
Acılarımızı paylaşırdık, ya bana bir şey olursa diye bu kadar dertlenmezdik, birimizde cenaze olsa yasını bütün sokak tutardık.
Sevmek öyle kolay değildi.
Aşk emek isterdi, yürek isterdi.
Öyle üç günlük aşklar yoktu, yıllarca içinden sever ama söyleyemeye korkardın, sevdin mi adam gibi severdin.
Komşu kızları komşu erkek çocuklarına emanetti.
Gece 10-11'lere kadar anne ve babalar bahçelerde komşularla oturur çocuklar sokakta oynardı.
Komşu Ayşe abla "Evladım bana 2 ekmek alıver" dese, sorgulamadan, düşünmeden gidilirdi.
İnsanlar insandı,
Adamlar adam,
Komşular komşu,
Hüzünler ve sevinçler ortaktı,
Yaşamda bir tat vardı.
Kısacası yaşamaktan da zevk alınırdı.
Mücadele etmekten de...
NEDEN BURADA DEĞİLSİN?
Adam akıl hastanesinin önünden geçerken bahçede gördüğü akıl hastasına sormuş:
"İçeride kaç kişisiniz?"
Hasta durmuş, adama bakmış ve:
"Siz dışarıda kaç kişisiniz?"
İktidarımızın aldığı kararlar karşısında halk deliye dönüyor.
Seçim zamanı dile getirmedikleri konuları bir-bir önümüze getiriyor.
Kırmız çizgiymiş, maviymiş hepsi hikâye.
Delirdik yani.
Biri anlatmış günün hikâyesini:
Akıl hastanesinin bahçesinde sigara içiyordum.
Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi.
Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik.
Ben bir kaç kafamı çevirsem de, o gözlerini üzerimden hiç çekmedi.
Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla misafirdi orada, hasta demeye dilim varmıyor şimdi.
Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına. "Sigara versene" dedi hemen.
Sigarayı uzatırken, "Neden buradasınız?" demiş bulundum.
Sigarasını yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime.
Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur.
"İyi günler" dileyerek uzaklaşmaya karar verdim. "Belki de yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim adam deli işte!" diye geçirdim içimden.
"Sen neden burada değilsin?" diye bağırdı arkamdan.
Öyle bir bağırdı ki, arkamı dönmeye korktum.
Cinnetle bağırır gibi...
Döndüm yüzümü, olduğum yerde, yaklaşmadan baktım yüzüne.
Bu sefer sesini daha da yükselterek, tekrarladı; "Sen neden burada değilsin?
Onca sahtekârın, onca vicdansızın, onca ihanetin içinde durabilmeyi nasıl başarıyorsun? Çocukların vurulduğu, çiçeklerin koparıldığı, sevgilerin harcandığı, umudun tükendiği, renksiz, yapay bir dünya var dışarıda. Uyuşmadan uyum sağlayamadığım, gürültüsünden uyuyamadığım, kirli, kibirli, kaba bir dünya var. Çıkarları uğruna seni çakıyla son model arabayı çizer gibi çizecek binlerce insan var. Kanını emecek bir sürü vampir. Sana kullanılıp köşeye atılmış pis bir mendil gibi hissettirecek bir sürü katil.
Sen neden burada değilsin?"
Deliler mi yatmalı akıl hastanesinde yoksa onları deli edenler mi?
ADAB-I MUAŞERET KURALLARI
1. Bir kişiyi telefonla iki defadan fazla aramayın ve üç kez çaldırın.
Çağrınızı yanıtlamazlarsa, ilgilenmeleri gereken önemli bir şeyler olduğunu varsayın.
2. Ödünç aldığınız parayı, diğer kişi size ödünç verdiğini hatırlamadan önce iade edin.
Bu sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.
3. Birisi size öğle/akşam yemeği ısmarlarken asla menüdeki pahalı yemeği sipariş etmeyin.
Mümkünse onların seçtikleri yiyecekleri sizin için de sipariş etmelerini isteyin.
4. Hiç kimseye "Ah, yani henüz evli değil misin?", "Çocuğun yok mu", "Neden bir ev almadın?" veya "Neden bir araba almıyorsunuz?" gibi garip sorular sormayın.
Bunlar sizin sorununuz değildir.
5. Arkanızdan gelen kişi için daima kapıyı açın.
Erkek ya da kız, yaşlı ya da genç olması fark etmez.
Toplum içinde birine iyi davranmak sizi küçültmez.
6. Bir arkadaşınız sizin için bir ödeme yaptıysa, bir dahaki sefere siz ödeme yapın.
7. Farklı görüşlere saygı gösterin. Unutmayın, birinin 6 gördüğü, size 9 görünebilir.
Ayrıca, ikinci görüş bir alternatif için iyidir.
8. İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin.
Dediklerinin hepsini duyun ve hepsini filtreleyin.
9. Konuşurken gereksiz konulara girmeyin.
Asıl konuyu anlaşılır şekilde anlatmaya çalışın.
10. Birileriyle dalga geçer ve onlar bundan hoşlanmazsa, durun ve bir daha asla yapmayın.
İnsanları daha fazlasını yapmaya teşvik edin ve ne kadar minnettar olduğunuzu gösterin.
11. Biri size yardım ederken "Teşekkür ederim" deyin.
12. Arkadaşlarınızı kamuoyunda övün.
Baş başayken eleştirin.
13. Birinin kilosu hakkında yorum yapmak için hiçbir zaman bir neden yoktur.
"Harika görünüyorsun" demen yeterli. Kilo vermek hakkında konuşmak istiyorlarsa, zaten yapacaktır.
14. Biri size telefonunda bir fotoğraf gösterdiğinde sola veya sağa kaydırmayın.
Sırada ne olduğunu asla bilemezsiniz.
15. Bir arkadaşınız size doktor randevusu olduğunu söylerse, bunun ne için olduğunu sormayın, "Umarım iyisindir" demeniz yeterlidir.
Onları, size kişisel hastalıklarını söylemek zorunda kalma gibi rahatsız edici bir duruma sokmayın.
Bilmenizi isterlerse, bunu zaten söylerler.
16. Temizlik görevlisine CEO ile aynı saygıyı gösterin.
Altınızdaki birine ne kadar kaba davrandığınızdan kimse etkilenmez, ama insanlar onlara saygılı davranırsanız bunu fark edeceklerdir.
17. Bir kişi doğrudan sizinle konuşuyorsa, telefonunuza bakmak kabalıktır.
18. Sizden istenene kadar asla tavsiye vermeyin.
19. Kimseye gerek yokken yaşını ve maaşını sormayın.
20. Sizi doğrudan ilgilendirmeyen herhangi bir şey olmadıkça işinize odaklanın.
21. Sokakta biriyle konuşuyorsanız güneş gözlüğünüzü çıkarın.
Bu bir saygı göstergesidir.
Göz teması konuşma kadar önemlidir.
22. Yoksulların ortasında asla zenginliğinizden bahsetmeyin.
Benzer şekilde, çocuğu olmayanların yanında çocuklarınız hakkında konuşmayın.
23. İyi bir mesajı okuduktan sonra, "Mesaj için teşekkürler" demeye çalışın.
24. Cep telefonlarınız ile konuşurken, başkalarının sizi dinlemek zorunda kalmamasına dikkat edin.
ERGENLİK
Çağ değiştikçe ergenlik davranışları da değişiyor.
Hatta ergenlik yaşı da düşüyor.
Bizim zamanımızda 15-17 yaş arasındaki ergenlikler şimdilerde neredeyse 10 yaşa düştü.
Onları anlamak zor tabi.
Çünkü kuşak farkı onları anlamamıza yetmiyor.
Çığır Açan Yıllar: Başarılı Gençler Yetiştirmek İçin Yeni Bir Bilimsel Çerçeve (Breakthrough Years: A New Scientific Framework for Raising Thriving Teens) kitabında Ellen Galinsky, gençlerin en çok istediği şeyin ebeveynlerinin onları dinlemesi ve saygı göstermesi olduğunu savunuyor.
Ergenlik çağındaki çocuğunuz; Okuldan sonra video oyunları oynayarak rahatlıyor ve siz ona oyunun başından kalkıp ödevlerini yapmasını söylediğinizde sizinle kavga mı ediyor?
Bunun için en iyi strateji, onları karar verme sürecine dahil etmek…
Galinsky kitabında buna benzer sorunlar yaşandığında "Ortak çözümler" stratejisini kullanmayı öneriyor.
Stratejiyi ise şöyle tarifliyor;
1) Çocuğunuzla (Ona vaaz vermek, suçlamak veya eleştirmek için değil), sorunu konuşmak için bir araya gelin.
(2) (Çocuğun fikirlerini ciddiye alarak),
Sorunu nasıl çözeceğinize dair birlikte beyin fırtınası yapın.
(3) Her fikir üzerinde konuşun, "Neden mümkün olup neden olmayacağını" tartışın.
(4) Denemek için bir fikir/çözüm seçin. Çocuklar genellikle işe yarayan çözümler bulurlar ve çözüm kendi fikirleri olduğunda dirençleri azalır.
Mesela;
"Oyundan ödeve ne zaman geçileceğini belirlemek için" saati kurmak, çocuğun bulduğu bir çözüm olabilir.
Onun karar almasını desteklemek, sınırlardan vazgeçmek anlamına gelmez.
Gençleri tartışmaya dahil etmek onlara arzuladıkları saygıyı göstermektir. Otoritenizi zayıflatmaz.
Hem aranızdaki bağları, hem de onların bağımsızlaşmasını güçlendirir.