Uluslararası bir genomik çalışma, erken Asyalıların insanlığın bilinen en uzun tarih öncesi göçünü gerçekleştirdiğini ortaya koydu. 100.000 yıldan uzun bir süre önce dünyada dolaşan bu erken insanların, Kuzey Asya'dan Güney Amerika'nın en güney ucuna kadar 20.000 kilometreden fazla yolu yürüyerek kat ettiği tahmin ediliyor. Bilim insanları, dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan Asyalıların beklenmedik derecede geniş genetik çeşitliliğini de haritalamışlar. Bu bulgular, Avrupalıların genetik hakimiyetine dair uzun süredir var olan varsayımları altüst ediyor ve yerli Güney Amerikalıların Asya kökenli olduğunu gösteriyor. Çalışma ayrıca, böylesine geniş bir göçün ve farklı ortamların insan evrimini nasıl şekillendirdiğine, popülasyonların hastalıklara nasıl adapte olduklarına ve bağışıklık sistemlerinin nasıl evrimleştiğine ışık tutuyor.
Çalışmaya Asya, Avrupa ve Amerika'daki 22 üniversiteden 48 araştırıcı iştirak ediyor. Araştırmacılar, Afrika'da başlayan, Kuzey Asya'da devam eden ve günümüzde Arjantin'in güneyinde son bulan, Dünya üzerindeki insan göçünün son sınırı olarak kabul edilen kadim bir göç yolculuğunu incelediler.
Yeniden oluşturulan rotalar, ilk insanların Amerika kıtasının en uç noktasına nasıl ulaştıklarına dair ayrıntılı bir görüntü sunarken, bulgular bu öncü grubun binlerce yıl boyunca yolculuklarını tamamlamak için aşırı çevresel zorlukların üstesinden geldiğini de gösteriyor.
Çalışmanın en önemli bulgusu, bu ilk göçmenlerin yaklaşık 14.000 yıl önce Güney Amerika'nın kuzeybatı ucuna, günümüzde Panama ile Kolombiya'nın birleştiği noktaya varmış olmaları olarak gösteriliyor. Amerika’nın keşfi olarak tanımlanan 1522 yılı da çürütülmüş oluyor.
Bu kritik giriş noktasından sonra nüfus dört ana gruba ayrılıyor. Bir grup Amazon havzasında kalırken, diğerleri doğuya doğru Kuru Chaco bölgesine ve güneye doğru Patagonya'nın buzul alanlarına doğru hareket ederek Asya'nın dışındaki en yüksek sıradağ olan And Dağları'nın vadilerinde yol alıyor.
Araştırma, bazı yerli toplulukların, Avrupalı sömürgeciler gibi daha sonraki göçmenler tarafından getirilen hastalıklara veya rahatsızlıklara neden daha yatkın olduğunu açıklayabiliyor.
Çalışma, uzun zamandır büyük ölçekli genom dizileme projelerinde örnekleme yanlılığı nedeniyle varsayıldığı gibi, Asyalı popülasyonlarda daha fazla insan genomu çeşitliliğinin bulunduğunu, Avrupalı popülasyonlarda bulunmadığını gösteriyor. Bu çalışma, tarihi nüfus hareketlerine ilişkin anlayışı yeniden şekillendiriyor ve insan evrimine ilişkin gelecekteki araştırmalar için daha güçlü bir temel oluşturuyor.
Çalışma, göç ve izolasyonun genetik özellikler üzerindeki etkisini izleyerek, farklı popülasyonların hastalıklara nasıl tepki verdiğine ve bağışıklık sistemlerinin nasıl evrimleştiğine dair fikirler sunuyor.
Bulgular ayrıca bilim insanlarının yerli Amerikan popülasyonlarının genetik yapısını daha iyi anlamalarına ve politika yapıcıların yerli toplulukları daha iyi koruyup muhafaza etmelerine yardımcı oluyor.
Ayrıca, gelişmiş genomik araçların ve küresel iş birliğinin, insanlığın insan evrimine ilişkin anlayışını nasıl derinleştirebileceğini ve gelecekteki tıbbi ve bilimsel atılımlara nasıl katkıda bulunabileceğini gösteriyor.