Bu yıl Çanakkale Deniz Zaferinin 110’uncu yıldönümünü kutladık.
Geri dönmeyeceklerini bilerek gelip kahramanca savaşan atalarımızdan Allah razı olsun. Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun adeta dört bir koldan saldırıya uğradığı, binlerce kilometre mesafelerde açılan cephelere asker yetiştirmekte zorlandığı bir dönemde Birinci Dünya Savaşına girmesi ve Çanakkale’de, Balkanlara, Trablusgarp’a, Kafkasya’ya, Yemen’e ek olarak yeni bir cephe daha açılması, adeta tükenmenin eşiğine gelişti. Dokunsan yıkılacak denen bir yapıda, dünyanın dört bir tarafından toplanan askerlere karşı, yüksek donanımlı harp araçlarına karşı savaş vermek elbette zor değildi.
Savaşın en çetin dönemlerinde dört bir tarafta vatanı korumaya çalışan Türk ordusunun kumanya sıkıntısı da had safhada bulunmaktadır. Anadolu toprağını ekip biçecek erkeği azaldığından dolayı zirai üretimi iyice azalmıştır. Çekirge ve diğer zararlıların tahribatı da özellikle buğdaya çok zarar vermiş, ekmek tedarik etmek güçleşmiştir. Bununla birlikte, Anadolu insanı elinde ne varsa cepheye gönderdiği evlatlarına vermektedir. Tek hedef vardır. Vatanın bu acımasız saldırılara karşı savunulması. Başka bir hesabı yoktur Anadolu insanının kendini, namusunu korumaktan başka.
43. Alayın Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında hemen her gün askerin yemek menüsünde üzüm hoşafı vardır. Tek bir üzüm hoşafı. Ne de tok tutar insanı. Sabah kahvaltıda üzüm hoşafı varsa, öğleyin yemek yoktur. Sabah ekmek varsa, akşama sadece üzüm hoşafı vardır. Hem üzüm hoşafının hem de ekmeğin olduğu öğün ziyafet sayılmaktadır.
Savaşta düşman bir değildir. Açlığa karşı da mücadele etmek gerekmektedir. Her ne kadar Anadolu insanı yemeyip içmeyip cepheye erzak yetiştirdiyse de, sabah üzüm hoşafı, öğlen yok, akşam yarım ekmek’ten ibaret olan gıda tedarikiyle ayakta durmak, göğüs göğse çarpışmak elbette üzüm hoşafının mahareti değil. Ama enerji vermesi, beyni ve zekâyı diri tutması, vücudun asgari yaşama payını sağlaması yönünden önemli bir unsurdur.
Üzüm hoşafı dediğin nedir ki. Bir tas su ve içinde yüzen üç üzüm. Üzüm hoşafı pilavın yanına yapılır. Yanında daha bir sürü çeşit olur. Çorbadan yoğurda ve tatlıya kadar. Ekmek sınırsız zaten. Şimdi düşünmek lazım. Çorbayı, ekmeği, pilavı, yoğurdu, tatlıyı çıkarıp tıka basa üzüm hoşafı yese insan doyar mı acaba? Doyduğunu farz etsek akşama kadar ellişer kiloluk cephane sandıklarını taşıyabilir mi acaba? Nerde o babayiğit?
Kuru üzümü Anadolu insanı ticari olarak üretmemiştir. Manisa’da, Denizli’de, Çanakkale’de, İzmir’de, Balıkesir’de, Tekirdağ’da insanımızın pilavın yanına hoşaf yapmak için bir süzme dolusu yaptığı kuru üzümden yapılmıştır kahraman askerimizin her gün yediği üzüm hoşafı. Askere öğün olan üzüm hoşafı, her evden çıkınla toplanan kuru üzümlerden yapılmıştır. Hani çekirdeksizinin avuçla yendiği üzüm. Bir avuç üzüm 10 askere öğün olmuştur. Allah Onlardan ebediyen razı olsun.