“Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” türküsünün aşırı zekâ gerektiren hikâyesi
Bu türküyü belli bir yaşın üzerinde olanlar iyi bilir.
Bilir de en baştan saçma gelen sözlerinin neyi ifade etiği sonradan anlaşılır.
Önce türkünün sözleri.
Aşağıdan gelir Türkmen koyunu,
Selviye benzettim yarin boyunu.
Amanın yandım,
Tiridine tiridin bandım,
Bedava mı sandın para hediye aldım.
Sabahınan erken çifte giderken
Öküzüm torbadan düştü gördün mü?
Amanın yandım,
Tiridine tiridin bandım,
Bedava mı sandın para hediye aldım.
Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?
Amanın yandım,
Tiridine tiridin bandım,
Bedava mı sandın para hediye aldım.
Şimdi sosyal medyadan alıntıladığım şekliyle devam ediyorum yazıya.
Bu türküyü her duyduğumuzda inceden bir gülme tutar.
Sözleri hepimize çok saçma gelir çünkü.
Fakat bu türkü, hiciv sanatının en güzel örneklerindendir.
Yani aslında o manda senin bildiği manda, o söğüt dalı da zannettiğini söğüt dalı değil.
Türküler eleştirilmek istendiğinde, sözleri anlamsız bulunduğunda genellikle örnek olarak “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” adlı türkü gösterilir.
“Oysa türkünün baştan sona doğruları anlatan, ilk bakışta anlamsız gibi görünse de ozanın ince zekâsıyla hiciv sanatının çok güzel örneğinin sunulduğu bir eser olduğu görülecektir.”
“Eğer ki türkünün ne amaçla yapıldığı ve neyi anlattığı bilinmiş olsa eleştirenler herhalde başlarını öne eğerdi” diyor İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Görevlisi İrfan Kurt.
Kurt, halk kültüründe hiciv ve “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına gerçeği” adlı makalesinde bu türkünün anlamını şöyle irdelemiş:
Türkü, Kastamonu'nun Tosya ilçesinde derlenmiş.
Türkünün hikâyesi ise şöyle anlatılmış:
Dönemin beyi tarafından halk ozanlarının yönetim aleyhine söz söylemeleri yasaklanmış.
Bu yasağın yanı sıra saz çalıp türkü söyleyen ozana, bir eğlencede kendilerine türkü çalması emrivakisi yapılmış, bir kenara da kuru ekmeklerden oluşan yemek konmuş.
Ozan da kendisine yapılan bu haksızlığı onlarla dalga geçerek dile getirmiş.
Bazı kişiler tarafından saçma bulunan türkünün sözlerinde anlatılmak istenen ise şöyle ifade edilmiş.
“Tosya bilindiği gibi pirinci ile ünlüdür. Çeltik tarlalarının sürülmesinde manda kullanılırmış.
Manda; Yazın sıcağında göletlere yatarak az kıllı olan derisini hem serinletmek, hem de sineklerden korumak amacıyla çamura bularmış.
Bunun için de göletlerin ve çeltik tarlalarının kenarlarında bulunan ve dalları da suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin dalları üzerine, gölgesine yatarmış.
İşte ‘Mandanın söğüt dalına yuva yapması’ buymuş meğer…”
“Yavrusunu sinek kaptı” ifadesinde anlatılmak istenen ise şuymuş meğer:
Burada kullanılan “Kapmak” sözcüğü yörede “Isırmak” anlamında kullanılırmış.
Böylece “Yavrunun sinek tarafından ısırılması” anlamı taşırmış.
Çünkü yörede yaşayan bir tür sineğin, hayvanların kuyruk altlarına girip ısırması sonucu “Hayvanı delirten ve oradan oraya sıçratan” bir olay olduğu belirtilmiş.
Türküdeki sözler ve anlatılmak istenenlerin ardından kullanılan “Gördün mü?” sözcüğü ise türküye devam edip, akıl almaz olayların olduğunu vurgulayıp, “Alay etmek” amacı taşıdığını açıklanmış.
İkinci kıtada kullanılan, “Öküzün torbadan düşmesi” kelimesi ise;
Öküzlerin yemlenirken ekine zarar vermemesi için boyunlarına takılan yem torbasının, öküzün boynundan çıkması ve öküzün yemeden içmeden kesilmesi anlamını taşırmış.
Üçüncü kıtadaki “Müezzinin minareden uçması” da erenlere karışması, ermesi anlamında kullanılmış.
Türkü ilk bakışta anlamsız gibi görünse de ozanın ince zekâsıyla hiciv sanatının çok güzel örneğinin sunulduğu bir eser olduğu ortada.
BİR BAŞKA YORUM
Bir Kastamonu hikâyesi:
Manda hiç söğüt dalına yuva yapar mı?
Osmanlı döneminde Kastamonu'da, adaletsiz bir beyin baskısı altındaki köylüler, ozanların hiciv dolu türkülerine sığınarak yaşadıkları zorlukları dile getirirdi.
İşte bunlardan biri de yıllarca sevilerek söylenen Azdavaylı Hasan'ın Türküsü “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” nın hikayesi...
Kastamonu, Osmanlı döneminde pek çok sosyo-politik olayın merkezi olmuş, halkın yaşadığı zorlukları dile getiren ozanlarıyla da tanınmıştır.
Bu ozanlar, köy düğünlerinde ve çeşitli sazlı sohbetlerde, zalim beylerin adil olmayan uygulamalarını eleştirerek halkın sesi olmuşlardır.
İşte, Kastamonu'nun tarihine damgasını vuran bu hiciv geleneğinin en önemli örneklerinden biri olan meşhur türkünün hikâyesi de böyledir.
Osmanlı döneminin zorlu yıllarında, Kastamonu'nun engebeli arazilerinde köylüler, zalim bir beyin baskısı altında yaşamlarını sürdürmek zorundaydılar.
Bu bey, halktan her fırsatta vergi toplar, adil olmayan uygulamaları ile köylüleri ezerek, onların hayatını daha da zorlaştırırdı.
Ancak, bu zorbalığa karşı halkın sesi olan ozanlar vardı.
Onlar, sazları ve sözleri ile bu adaletsiz düzeni eleştirir, köylülerin içindeki öfkeyi ve acıyı dillendirirdi.
Bir gün, bey yine bir şölen düzenler.
Misafirlerini ağırlamak için hazırlık yapar ve eğlence için yöredeki ozanları çağırır.
Ancak, beyin bu kez farklı bir planı vardır. Ozanlara verilen yemekte, sadece et suyu ve ekmek sunulacaktır.
Bu şekilde onları cezalandıracağını düşünür.
Ozanlar davet edildikleri şölende Kastamonu'nun meşhur tirit yemeğine, yani et suyuna ekmek doğrayarak yemek zorunda kalırlar.
Şölen sırasında, ozanlardan biri sazını eline alır ve beyin kendilerine yapılan bu haksızlığı dile getirir.
İşte o anda, Kastamonu'nun diline pelesenk olacak o türkü başlar:
“Sabahleyin erken çifte giderken, aman aman Öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü?”
Öküzler, Kastamonu’nun dağlık ve engebeli arazilerinde köylünün en büyük yardımcılarıdır.
Onlar, tarlaları sürmek, kütükleri dağdan taşımak için kullanılır.
Öküzlerin boyunlarına asılı torbalarla yemlenmeleri sağlanır.
Ancak, torba düşer ve bunun farkına varılmazsa, öküz aç kalır ve işini yapamaz hale gelir.
Ozan, burada kendi yemeğinin kesilmesini, öküzün yem torbasının düşmesine benzetir…
Ve köylüye sorar:
“Bu akıl almaz olayı gördün mü?”
“Tiridine bandım, bedava mı sandın, para verip aldım”
Ozan, yemeğinin kesilmesiyle kuru ekmeği suya banıp tirit yediğini ve bunun bedelini beyi eleştirerek ödediğini ifade eder.
Manda yine yörenin önemli geçim kaynaklarından biridir sütünden, yağından ve gücünden faydalanılır.
Ancak mandanın derisi tüysüz olup dış zararlılara karşı da korumasızdır.
Salkımsöğüt dalları yerlere doğru yayılır böyle yayılmış salkımsöğüt dalları mandalar için gölgelik teşkil eder mandalar da güneşe karşı dayanıksız olan derilerini korumak için gölgelik yer olarak söğüt dalları arasına yatarlar.
İşte böyle bir yere yatmış mandanın yavrusu da yanında imiş ve söğüt dalları onları yerde sardığı için “Yuva yapmış” gibi gözükmüşler.
Mandanın yavrusu daha ince ve korunmasız olduğundan sinek çok kolay olarak o yavruyu ısırmış Kastamonu ağzında “Kapmak” ısırmak anlamına gelmekteymiş.
Bu şekilde mandanın yavrusunun canı yanıyormuş.
Ozan şunu anlatmış meğer:
Buradaki Manda, aslında yağı ve sütü ile gücünden faydalanılan köylüdür.
Köylü kendisini korumak ile görevli beyin gölgesinde bir yuva kurmuş, onun canı ise ozandır.
“Ozan halkın yavrusudur.
Ancak korumasızdır, bir sinek onu ısırdı ve ozanın canı yandı…
Ey! Köylü! Sen bunu biliyor musun?
Bu akıl almaz olayı gördün mü?” diyor
Türkü nakarat kısmından sonra şöyle devam ediyor:
“Sabah ezanını okurken aman aman müezzin minareden uçtu gördün mü?”
Yazının başında zalim Bey’in, din adamlarına talimat verdiğini ve onların da camilerde Bey lehine konuştukları bilinmektedir.
Ozan bu kıtada, beyden yana tavır koyan imamlara eleştiri yapıyor:
“Bu zulmü yapana karşı söz söylediğimiz için imamlar da uçtular onları da kaybettik.
Artık erenlere kavuştular, zulümden yana tavır koydular bu olmaz şeyi de gördün mü? Biliyor musun?” diyor...
Osmanlı döneminde Kastamonu'da halk ozanları, toplumsal adaletsizlikleri dile getiren cesur eleştirileriyle halkın sesi olmuşlar.
Bu türkü, bir yandan halkın yaşadığı zorlukları ve adaletsizlikleri hicvederken, diğer yandan da derin bir sosyal mesaj vermektedir.
Ozanlar, halkın korumasız ve güçsüz kesimini temsil ederek, adil olmayan düzeni ve zalim yöneticileri eleştirmeye devam etmişler.
140 YAŞ MÜMKÜN MÜ?
Yapay zekâya “140 yaşına kadar nasıl yaşanır?” diye sorulmuş…
Cevap şaşırtıcı olmuş.
Yapay zekâ dünya genelinde en uzun yaşayan insanların verilerini inceleyerek şu sonuca vardı;
Ne diyet!
Ne spor!
Ne genetik yapı!
Uzun yaşamın ana faktörü:
“Düşük kronik stres…”
Kronik stres; Doğrudan iş, para veya yoğunlukla ilgili değil.
Kişinin, gerçekte olduğu kişi ile hayatta oynamaya çalıştığı rol arasındaki içsel çatışma ile ilgili.
Bu çatışma sürdükçe vücut “Hayatta kalma modunda” kilitleniyor.
Kortizol; damarları yıpratıyor, bağışıklığı zayıflatıyor, beyne zarar veriyor.
1) İşini sevmeyip sadece para için mi devam ediyorsun?
Gitti 15 yıl.
Seni tüketen insanlarla mı çevrilisin?
Gitti 8 yıl.
Toksik ortamda geçirilen her gün, hücresel yaşlanmayı hızlandırır.
2) Mutluluk bir hedef değil, yaşam biçiminin sonucudur.
Okinawa ve Sardinya’daki insanlar balık ya da zeytinyağından değil, kendileriyle ve birbirleriyle barışık yaşadıkları için uzun yaşıyorlar.
3) Gerçek uzun ömür sırrı: Kendi hayatını yaşamaktır.
Ne tükettiğin, ne kadar spor yaptığın, hangi takviyeleri aldığın elbette önemli ama ikincil.
Kilit nokta: İçsel çatışmayı azaltmak.
4) Bedenini dinle.
Uykun geldiyse uyu.
Acıktıysan ye.
Yorulduysan dinlen.
Uzun yaşayan insanlar katı programlara uymaz.
Doğal ritimlerini takip ederler.
Modern hayat bize “Devam et, sonra dinlenirsin!” diye öğretir ama bedenin, bir yere kadar dayanır.
Yapay zekâ olan ChatGPT’nin dediği gibi: “Bedenini dinlemeyi öğren;
Yoksa bir gün, o da seninle konuşmayı bırakır.”
Alıntıdır.
BİRAZ GÜL,
BİRAZ DÜŞÜN!
Adamın biri Müslüman mezarlığına ölü bir köpek gömer.
Görenler onu, zamanın Kadısına şikâyet eder.
Kadı adamı çağırır ve işin aslını sorar.
Adam: “Doğrudur efendim… Öyle yaptım, çünkü köpeğin bana vasiyeti böyleydi, onun vasiyetini yerine getirdim.” der.
Kadı: “Sen bizim aklımızla alay mı ediyorsun efendi?” diye çıkışır.
Adam: “Hayır efendim, aynı zamanda Kadıya da 10.000 dirhem vermemi vasiyet etti.” der.
Bunu duyan Kadı yumuşar ve:
“Rahmetli köpeğin ölümü bizi ziyadesiyle üzdü.” der.
İnsanlar, kadının değişen bu tavrına hayret ederler ve kendisine olyın sebebini sorarlar.
Kadı onlara der ki:
“Bu durum sizi hayrete düşürmesin, bu köpeğin geçmişini araştırdım. Ashab-ı Kehf köpeği Kıtmir’in soyundan geldiğini keşfettim.”
Eh kıssadan hissesi de şöyle oluyor sanırım:
“Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür, adaleti öldürdüğün gün devlet ölür...”