KAPA ÇENENİ

Aylardır iş bulamayan delikanlı artık önüne gelen her yere müracaat etmeye başlamıştı.

Hayvanat bahçesinin önünden geçerken durdu ve “Neden Olmasın” deyip, oraya da müracaat etti.

Olacak ya; bahçenin gözdesi goril önceki gece ölmüştü ve bunu müşterilerden bu günlük gizlemeyi başarmışlardı.

“Yeni gorilimiz gelene kadar, onun postunu giyip goril taklidi yapabilir misin?” diye sordular.

Delikanlı önce “Şaka herhalde” diye düşündü, ama hayır adamlar gerçekten ümitsiz görünüyorlardı.

“Parada anlaşırsak yaparım” dedi. Anlaşmaları uzun sürmedi.

Ertesi sabah geldi, hazırlanmış postu giydi, gorilin kafesine girdi ve o güne kadar seyrettiği belgesellerden aklında kaldığı kadarıyla goril gibi davranmaya başladı:

Ara sıra homurdanıyor, göğsünü yumrukluyor, dört ayak üzerinde yürüyor, bir dala sıçrıyor, sallanıyor, seyircilerin attığı meyveleri yiyordu

Birkaç gün sonra işine öyle adapte olmuştu ki, daha yüksek dallara bile tırmanıyor, daldan dala atlayabiliyordu.

Ama son atladığı dalı tutamadı, kafesini yan kafesten ayıran kafesin üzerine düştü, yıpranmış kafes teli yırtıldı ve kendini yan kafesin içinde buldu.

Bu aslanın kafesiydi.

“İmdat!” diye bağırdı ama kendi sesini kendi bile duymadı.

Korkudan sesi kısılmıştı.

Tekrar bağırdı.

Eh! Hiç olmazsa kendi duymuştu.

Önce neler olduğunu anlayamayan aslan yavaşça yattığı yerden kalktı, delikanlıya doğru ağır adımlarla yaklaştı.

Seyirciler çığlık çığlığa idi.

Bir çocuk sanki goril anlayacakmış gibi (!) “Tırman, kafese tırman” diye bağırdı.

Ama korkudan gorilin sadece sesi kısılmamış, eli kolu da felç olmuştu.

Aslan affetmedi, geldi, önce pençesini gorilin göğsüne dayadı, sonra başını başına yaklaştırdı ve fısıldadı:

“Kapa çeneni salak! Beni de işimden                  edeceksin…” 

BİR SES

Evliliği oldukça zor geçen bir kadın varmış.

O gün işi gereği Ankara'ya gidecekmiş.

Fakat tam uçağa binerken kulağında bir ses duymuş:

“Binme, bu uçak düşecek...”

Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş...

İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış:

“Uçak düştü kurtulan olmadı...”

Koşmuş Haydarpaşa'ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında;

“Binme bu trene, raydan çıkacak...” Dönmüş, bakmış yine kimse yok, trene binmemiş, gelmiş eve...

Sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş;

“Tren Eskişehir'de raydan çıktı, şu kadar ölü, şu kadar yaralı...”

Koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses;

“Freni patlayacak...”

Dönmüş yine kimse yok...

Dayanamamış, bağırmış:

“Sen kimsin yahu?”

“Ben senin altıncı hissinim…”

Kadın iyice kızmış;

“Ulan evlenirken neredeydin?”

O ses yine dalgalanarak söylenmiş;

“Büyük kazalara biz karışmıyoruz...”

FOSİL

Bir gün bilim adamları mağarada 1.580 yaşında bir insan fosili bulurlar ve bu fosili dünyanın istihbarat teşkilatlarını denemek amaçlı kullanmaya karar verirler.

Önce Japonların istihbaratı mağaraya girer ve 15 dakika sonra dışarı çıkarlar ve “Bu fosilin yaşı 1.400 ila 1.600 arasında” derler.

Daha sonra Amerika'dan FBI girer ve 12 saat sonra baya bir havalı şekilde çıkarlar.

“Bu fosilin yaşı 1.500 ila 1.600” derler.

Daha sonra Rusların istihbaratı gelir ve sırf Amerikalılara inat içerde 2 gün kalırlar.

Daha sonra çıkarlar ve derler ki: “Bu fosilin yaşı yaklaşık olarak 1.500 ila 1.550” arasında.

Son olarak bizim MİT’çiler girer.

Aradan bir hafta geçer mağaradan ses yok.

1 ay olur ses yok.

1.5 ay olur ses yok.

Dışarıda bir gazeteci topluluğu beklemeye başlar, tam içeri girilmesi düşünülürken ajanlardan biri dışarı çıkar.

Yaka paça dağılmış gömleğin yarısı dışarıda, sigarası için bir ateş ister.

Sigarasını yakar o sırada gazeteciler heyecanla sorarlar.

“İçeride çalışmalar nasıl? Fosilin yaşını bulabildiniz mi?”

Ajan sigaradan bir fırt çeker ve:

“Fosilin yaşı tam olarak 1.580” der.

Bunu duyan gazeteciler şaşkınlıkla:

“Nasıl becerdiniz bunu, fosilin yaşını tam olarak nasıl tahmin ettiniz?” diye sorarlar.

Ajan sigaradan derin bir nefes çeker ve derki:

“Zor oldu ama sonunda konuşturduk herifi…”

CEHENNEM

Temel ölmüş, günahları fazlaymış, cehenneme atmışlar.

Zebaniler sille tokat dövmeğe başlamışlar:

Temel bağırmış:

“Bakın böyle yaparsanız buraya hiç kimse gelmez!”

SİNYAL

Temel oğlu Dursun'u tamircinin yanına çırak vermiş.

Bir gün ustası küçük Dursun'a demiş ki:

“Ben bu arabanın sinyallerini yakayım, arkadan bak bakalım lambalar yanıyor mu?”

Küçük Dursun arabanın arkasına geçmiş, ustasına seslenmiş:

“Yanıyor...! Yanmıyor...! Yanıyor...! Yanmıyor...! Yanıyor...!”

GAZOZ

Karadeniz'de gazoz satışları hiç de iyi değilmiş.

Firmalar konuyu araştırmışlar.

Sebebini de bulmuşlar, çözümünü de.

Sonrasında satışlarda patlama yaşanmış.

Buldukları çözüm şuymuş:

Karadeniz'e gönderdikleri şişelerin dibine “Öteki taraftan açılır!” diye yazmışlar.

AMELİYAT

Temel ameliyata giriyormuş.

Ameliyat başlarken doktorlar maskelerini takmağa başlamış.

Temel konuşmuş:

“Boşuna maske takmayın, hepinizi tanıdım!”

NÜFUS CÜZDANI

Bir köydeki Karadenizlilere nüfus cüzdanı verilmediği anlaşılmış.

Nüfus memurları Karadenizlilerin köyüne gitmişler.

Yanlarında fotoğraf makinesi ve boş nüfus cüzdanları varmış.

Köye geldiklerinde bir de bakmışlar ki bir kişi dışında bütün köy halkı ormana ağaç kesmeye gitmiş.

Geri dönüp tekrar gelmek mümkün değil, köy halkının dönüşü de ancak akşam saatlerinde olacak.

O kadar beklerlerse dönüşleri gece yarısını bulacak.

Bir nüfus memuru demiş ki:

“Bunlar biraz saf insanlardır. Biz şu Karadenizlinin fotoğrafını çekelim. Bütün nüfus kâğıtlarına aynı fotoğrafı yapıştıralım ve bizdeki nüfus kaydına göre nüfus cüzdanlarını dolduralım.”

Öyle de yapmışlar.

Kadın, erkek, çocuk her nüfus cüzdanına aynı fotoğrafı yapıştırmışlar.

Bütün nüfus cüzdanlarını hazırlamışlar.

Akşam tam dönecekken köy halkı ormandan gelmiş.

Hepsine nüfus cüzdanlarını dağıtmışlar.

Cüzdanı alan, şöyle bir cüzdana bakıp “Sağolun!” deyip cüzdanı cebine koyuyormuş.

Nüfus memurları “Acaba hiç işin farkına varan olmayacak mı?” diye düşünürken bir Karadenizlinin dikkatli dikkatli nüfus cüzdanına baktığını görmüşler.

Memurlar:

“Ne o? Bir şey mi var? Yoksa yanlış fotoğraf mı yapıştırılmış?” diye sormuşlar.

Karadenizli dalgın dalgın:

“Bir yanlışlık felan yok. Fotoğraf benim fotoğrafım, amma benim böyle bir gömleğim yok.” 

KORKMA

Temel arkadaşı ile beraber cephanelik önünde nöbet tutuyor.

Sigarasını çıkarıp tam kibriti yakacakken arkadaşı atılıyor:

“Hey! Deli misin? Bu çok tehlikeli!”

Temel gayet sakin cevaplamış:

“Korkma korkma… İçime çekmeyrum.”

MEKTUP

Babası gurbetteki oğlu Dursun’a mektup yazar.

Uy sevgili uşağum Dursun!

Allah'ın selamı üstine olsun!

Mektubu çok yavaş yazayrum, çünküm bilirum, çabuk okuyamazsun!

Benden yana sual edersen, Allahuma pin şükür iyiyüm, yeni pir iş puldum.

Emrimde yüze yakın adam var, hepsi de sessüz sedasuz, kendi hallerinde.

Ne iş pulduğumu soraysan soyleyeceğum patlama…

Mezarluk pekçisi oldum.

Bacin Emine bir uşak doğuracak, daha erkek midur, kiz midur? pelli değül.

Haçan o yüzden sağa dayi mi oldin, teyze mi oldin? söyleyemeyrum.

Temel emicen de tükan açtı, o da otuza aldigini yirmipeşe verir, “Sürümden kazaniyormuş” öyle dedi.

Bizim köye findukçularin Temel'i muhtar seçtuk, akillu usak da!

Geçen gün hepimizi zelzeleye karşi aşi etturdu.

Temel akilludur, hem de durüsttür…

Geçenlerde bir taksinin şoforu köye varmış, muhtari arayu…

Meğer yolda pir tavuk ezmuş sahibini soraymuş.

Muhtar Temel tavuğa pakmış, “Ha pu bizden değildur, pizum köyde yassu tavuk yoktur” demiş.

Senin küçüğün Memet cok akilli bir uşak çıktı.

Geçen gün tepeye varmiş, elinde bir ip sallayup duriy.

Anan, “Uy uşağum ne edeysun oraya?” demiş.

O da “Hava turumuna bakayrum” demiş.

Çektum oni akşam karşuma, “Anlat pakayum şu hava turumu işinu” dedim. Anlatti…

Meğer;

İp sallanunca havanin rüzgarli olduğuni,

İp islaninca da yağmur yağdiğuni anlaymiş.

Çok akilli uşak vesselam.

Sen o yaşta böyle akilli degildun!

Yaa işte boyle usağum…

Memleçetten sağa pol pol havadis…

Yeni havadis olursa yine yazarum…

Mektubun içune para koyacağdum emme zarfı kapatmişum, sonradan fark ettum.

Baki Hüdaya emanet ol.

Baban.

ÇÖLDE

Temel çölün ortasında susuz kalmış. Birden karşısına bir cin çıkmış:

“Dile benden ne dilersen” demiş.

Temel’in ağzından sadece “Su!...” sözü çıkmış.

Cin hemen bir şişe buz gibi su vermiş Temel’e ve demiş:

“Bu şişe sihirlidir, suyu hiç bitmez. Bittikçe kendiliğinden dolar.”

Temel, şişeden kana kana su içmiş.

Cin sormuş:

“Öbür iki dileğin nedir?”

Temel ağzının kenarlarından akan suları silerek:

“Ha pu şişeden iki tane daha ver bana” demiş.

POLİS YOK

Temel ile Dursun ortaklaşa kamyon almışlar taşımacılığa başlamışlar.

Bir gün kamyona 5 metre yüksekliğinde eşya yüklemişler.

Otoyolda giderken bir alt geçide rastlamışlar.

Tabelada:

“Dikkat! Yükseklik 4.10 Metre” yazıyormuş.

Temel, başını kamyonun penceresinden dışarı çıkarmış, etrafa şöyle bir bakmış ve Dursun’a demiş ki:

“Etrafta polis yok, bas gaza geçelim uşağum!”

DİLE BENDEN

Temel gemiyle okyanusu geçiyormuş.

Bir fırtına çıkmış, gemi batmış.

Temel, bir İngiliz, bir de Fransız bir tahta parçasına tutunmuşlar, yüze yüze küçücük bir adaya çıkmışlar.

Günler, aylar geçmiş.

Ot yiyerek günlerini geçiriyorlarmış.

Bir gün dalgalar kıyıya ağzı sıkı sıkıya kapalı bir şişe getirmiş.

Hemen şişeyi açmışlar.

Şişenin içinden bir cin çıkmış.

“Sahipler! Dileyin benden ne dilerseniz” demiş.

İngiliz:

“Beni hemen evime götür” demiş.

Cin parmaklarını şaklatmış, İngiliz bir anda evine gitmiş. 

Fransız:

“Ben de evime gitmek istiyorum” demiş.

Bir anda Fransız da evine gitmiş.

Cin, Temel’e dönmüş:

“Sahip, dile benden ne dilersen...”

Temel etrafına bakmış:

“Purda yalnuz kaldum. Pen yalnuzluğu hiç sevmem. Ha o İnculuz ile Firansuzu puraya ceri cetur...” demiş.