Türkiye’nin malum et açığı bitmek bilmiyor. Milletimiz zengin olmalı ki çok fazla et tüketiyor. Elbette bu işin şakası. Kurbandan kurbana et giren evler var. Kişi başına et tüketimi yönünden de epey gerilerdeyiz. Dengeli beslenme anlamında da yeterli et tüketimi yok. Buradan hareketle insanımızın dengeli beslenmesi için et üretimini hem artırmak hem de ucuzlatmak zorundayız.

 

Avrupa Birliği ülkelerinde et oldukça ucuz. Ortalama 7-9 avro arasında değişiyor. Onlarda niye ucuz diye çok hayıflanmanın veya sebep aramanın çok gereği yok elbette. İklim farklı, toprak farklı, gelenekler farklı, her şey farklı bir yerde.

 

Bir defa Avrupa ülkelerinin tamamında domuz eti tüketimi çok yaygın. Et tüketimi içerisinde domuz etinin payı ülkelere göre değişmekle birlikte neredeyse %40-50’lere ulaşıyor. Domuz besiciliği ağırlıklı olarak mutfak artıklarına dayanıyor. Dolayısıyla çok ucuza et üretiliyor. Sığır etinin veya kuzu etinin neredeyse yarı fiyatına satılıyor. İkinci önemli avantajları, yağış rejiminin çok düzenli olması. Meraların ot verimleri, bizdeki meraların neredeyse dört beş katı daha yüksek düzeylerde. Kaba yem üretmek için şartları çok uygun. Hem mera verimleri hem de ot ve silaj üretimine uygun koşulları, besiciliği destekliyor. Diğer bir deyişle besiciliğin ana unsurlarından anaç hayvanların beslenmesi çok ucuza geliyor. Dolayısıyla besi danalarının maliyetleri de düşüyor.

 

Ülkemiz kurak ve yarı kurak bir coğrafyada yer alıyor. Meraların ot verimleri son derece düşük. En fazla meranın bulunduğu doğu Anadolu bölgesinde dahi mera verimleri dekara 60-70 kg kuru ot civarındadır. Dolayısıyla hayvan besleme kapasiteleri düşüktür. Ülkemiz coğrafyası taneli ürünlerin yetiştiriciliğine uygunluk göstermektedir. Ot ve silaj üretimine dayalı bir besicilik kaçınılmazdır. Buradan hareketle, yem üretiminin gıda üretimiyle rekabete girmesi gerekmektedir. Kaldı ki, et ve süt üretimi için gıda üretimine ayrılan alanların yem üretimine ayrılması söz konusu olamaz.

 

Türkiye’nin et ve süt üretim kapasitesini artırmanın en iyi yolu, mevcut koşulları daha iyi değerlendirebilmenin yollarını aramaktır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkta besi ırklarını kullanmak çok akılcı bir yol değildir. Danaların ve kuzuların hem analarının hem de kendilerinin masraflarını çıkarması, üstüne para kazandırması mümkün değildir.

 

Son yıllarda et açığının çözümü için et ve canlı hayvan ithalatına baş vuruluyor. Türkiye kasaplık hayvan ithalatında neredeyse dünya şampiyonluğuna gidiyor. Damızlık hayvan ithalatında angus ırkı da yerini almaya devam ediyor. İlk defa Devlet Üretme Çiftliklerine 1958 yılında getirilen ve ülke koşullarına uygun olmadığı için üreticiye dağıtılmayan angus, şimdilerde kurtarıcı gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysa angusun yetiştirildiği bütün coğrafyalarda meralarda serbest sistem yönetimi uygulanıyor. Türkiye’de angus yetiştiriciliğine sadece Doğu Anadolu meraları bulunuyor. Bu ırkı yarı entansif koşullarda bile ekonomik anlamda yetiştirmek mümkün görünmüyor.

 

Memlekete 20 yıldır angus getiriliyor. Besiciliği sapla samanla yapılabilir zannediyorlar. 16-17 ayda kesilen dananın hem anasının hem kendisinin masraflarını karşılayabilmesi mümkün mü? Elbette hayır. Sütünden para kazanılmayan hayvanın besisinden para kazanmak imkansızdır.