Hikâyeyi hepiniz bilirsiniz.

Ama bu bilmeyenlere.

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder olmuş.

Ne yazık ki her defasında ustası ona:

“Sen”, demiş, “daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.”

Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkân açar.

Açar açmasına da yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar.

Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez.

Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta; “Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.”

Usta bunun üzerine tezgâha bir miktar çamur koyar ve:

“Haydi”, der, “geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.”

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında, usta önünde dönen çanağa arada sırada “Püf!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir.

Böylece çırak da bu sanatın “Püf denilen” noktasını öğrenmiş olur.

Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra “Püf noktası” denilmeye başlanmış.

USTA YALANCI

Köyün birinde Bayram adında birisi varmış.

Adam inandırıcı yalanlar atarmış.

Zamanla yalanı ortaya çıksa da bir müddet inandırıcı ve etkileyici oluyormuş.

Bu Bayram, ne zaman köyünün bağlı olduğu Nahiyeye inse, nereye uğrasa çaktırmadan yalan atıyor ve her seferinde inandırıyormuş.

Aslında herkes onun tatlı ama ilgi çekici bir yalancı olduğunu anlamış ama bir kesim onun tatlı yalanlarının müdavimi olmuş.

Bu müdavimler ne zaman onu görse:

“Ulan gerçekçi bir yalan atsa da bizi her seferinde olduğu gibi inanmakla inanmamak arasında bıraksa!” diye ona takılarak,

“Bayram, haydi bize gerçekçi bir yalan at ve bizi acaba doğru olabilir mi şüphesine düşür. Bu bize keyif veriyor...” derlermiş.

Bayram her seferinde bu işi ustaca yapar ve müdavimlerini ağzına baktırıp, inanıp inanmamak arasında bırakırmış.

Bu Bayram yine bir gün ilçeye inmiş.

Daha ilk esnafın dükkânının önünden geçerken esnaf içerden bağırmış.

“Ulan Bayram! Gel bir çay iç. Bize inandıracak bir yalan atıver de bir müddetliğine de olsa inanalım. Azıcık hayrete gelelim.”

Bunu diyen esnaf kefenlikçiymiş.

Bayram hiç bozuntuya vermeden vakur ve ciddi bir vaziyet takınarak kefenci esnafa dönüp demiş ki:

“Hiç sorma, durum ciddi. Anam geceden öldü. Aşağı doğru gidip biraz görülecek işlerim var. Onları görüp hemen döneceğim. Sende bu esnada kefenlik için ne gerekiyorsa hazırla.”

Kefenci biraz mahcub şekilde

“Vah vah. Çok üzüldüm. Hemen hazırlarım...” demiş.

Hemen döneceğini söyleyen Bayram dönmemiş.

Akşam olup köylülerin pazardan köye dönme vakti geldiğinde Bayram dükkânın önünden geçerken, kefenci esnaf koşarak yanına yaklaşmış ve demiş.

“Bayram kefeni kesip biçip hazırlayalı saatler oldu ama sen gelmedin. Hayırdır?”

Bayram, usta yalancı olmanın verdiği pişkinlikle bıyık altı gülüp demiş ki:

“Vayyy! Sen ona inandın mı? Sen inanmak istediğin bir yalan atmamı istedin bende senin inanacağın bir yalan olarak o esnada aklıma gelen yalanı atıverdim.”

Esnaf hayretler ve şaşkınlık içinde bir müddet bakakaldıktan sonra:

“Allah senin belanı versin. Bu kadar mı usta yalan atılır? İnsan her seferinde bu kadar mı usta yalanlar bulur. Bizi her seferinde geçici bu kadar mı aldatır” demiş.

Bu hikâyeyi okuyunca güldünüz değil mi?

Aslında güleriz, gülünecek halimize.

Zira günümüzde o kadar çok yalan atıp da bizi inandıranlar var ki!

Etrafınıza dikkatli bakmanız yeter de artar bile…

Ama bu sır;

Onların bizi kandırmasında değil, bizim inanıp veya inanmamak istememizde saklı…

AKIL

Tanrı'nın insana gönderdiği en kutsal şey kitaplar değildir;

Akıldır...

Uygar dünyayı yöneten demokrasi, kutsal kitaplarda yoktu.

Sınıfların eşitliği,

Bedenin dokunulmazlığı,

Kadın hakları,

İnsan hakları, laiklik, evrensel hukuk...

Ne kullandığımız takvimler,

Ne de organ nakilleri,

Ne radyo dalgaları,

Ne antibiyotikler,

Ne bilgisayarlar...

Hiçbirisi kitaplarla gelmedi;

Akılla geldi...

Tanrı'nın insana verdiği en mübarek şey:

Akıl ...

Onu sana veren “İşlesin” diye verdi ya...

Şu haline bak...

Dünyanın en bereketli topraklarının üzerinde yarı tok, yarı açsın...

Ve dünyanın en katmer katmer kültürü üzerinde üretimden, teknolojiden, sanattan, bilgi zenginliklerinde yoksun...

Üzerindeki ceketin modelinden...

Ayağındaki pabucun astarından...

Gözündeki gözlüğün çerçevesinden...

Bindiğin arabadan...

Bereket beklediğin traktöründen, ununu veren değirmenine kadar...

Bir teki olsun, senin değil...

Aklını kullananların eseri...

Şeker şurubundan baldan, patatesten, tereyağından, benzinden votka yaptın da dünya kimyacıları şaşırdılar...

Ama bir ağrı kesici yapamadın...

Canın mı sıkıldı bu işlere, al bir Alman hapı...

Ve daya sırtını Rus doğalgazlı peteğe, geçer...

En çok beslenme eksikliğinden çocuğun öldüğü...

En çok işçinin çalışırken yaşamını yitirdiği...

En çok annenin doğumda can verdiği...

En çok kadının bıçaklandığı...

En çok gencin intihar ettiği ülkenin bireyisin.

Neden?

Dört yanın ateş...

Kurşunlar vızır vızır...

Kan gölü içindesin...

Çocuklarını alıyorlar elinden...

Aklın ermiyor...

Aç gözünü artık!

Yol ver Allah'ın verdiği akla...

Takılma şu yobazların peşine, bin senedir geldiğin yeri artık gör...

Niye öyle söylenip durduğunu biliyor musun?

Çünkü aklın dahi senden şikâyetçi.

Şu İslam ülkelerine bak!

Hangisi mutlu huzurlu?

Hangisi aklını kullanıp insanlık hizmetine sunulacak ne yapmış?

Ne icat etmiş?

Hepsi başkasının eline bakan, onun icatlarını bekleyen, ondan yardım bekleyen durumunda.

Hani gâvur icadıydı?

Hani gâvur icadı kullanmak günahtı?

Düşün ve Aklını kullan...

(Alıntı)

KURT

Bir kurt, koyun ya da keçi sürüsüne dalar, kurt sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar.

Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur...

Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır.

Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar…

Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister.

Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar.

Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları.

Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar.

Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar.

Kurdu hiç incitmezler.

Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak, sırtını sıvazlayarak ve sevecenlikle öperek salıverirler.

Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden.

Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca boşu boşuna koşar durur.

Sonunda kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra, bağıra, bağıra ölür.

Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir.

Kurt ancak aç kalınca anlar, boynuna çıngırak geçirilirken kendisini okşayanların, sırtını sıvazlayanların ve kendisini sevecenlikle öpenlerin niyetini.

Ancak iş işten geçmiştir…

BİRAZ DA TEBESSÜM

İki yaşlı adam parkta oturmuşlar kahkaha atıyorlar.

Yanlarından geçen bir adamın dikkatini çeker ve sorar:

“Amcalar sizin derdiniz yok herhalde, böyle kahkahalarla güldüğünüz göre?”

“Bak delikanlı memleketi kurtarmak için bizim bir çözümümüz var…”

“Nedir?”

“Tüm halkı ve yanlarında da bir eşeği birlikte hapishaneye tıkmak.”

Delikanlı şaşkın, tekrar sorar:

“Tamam da amcalar, eşeğin ne işi var hapishanede?”

Amcaların kahkahaları daha da artar ve biri der ki:

“Demedim mi sana, herkes eşeği sorar da, bu halkı kimse sormaz diye.”

BUNU OKULDA ÖĞRETMEZLER!

Afrika= 30,37 milyon km2

Çin= 9,6 milyon km2

ABD= 9.8 milyon km2

Avrupa= 10,18 milyon km2

Afrika; Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin toplamından daha büyüktür.

- Afrika, Dünya tarım arazilerinin yaklaşık %60'ına sahiptir.

- Afrika, hammadde rezervinin %90'ına sahiptir.

- Afrika, dünya altın rezervinin %40'ına sahiptir.

-Afrika; elmas rezervinin %33'üne sahiptir.

- Afrika, özellikle Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Dünya koltan rezervinin %80'ine sahiptir.

- Afrika; dünya kobalt rezervinin %60'ına sahiptir (otomobil aküleri üretimi için mineral).

- Afrika;  petrol ve doğal gaz açısından zengindir.

- Afrika; (Namibya) Dünya’nın en uzun sahillerinden birine sahiptir.

- Afrika; manganez, demir ve tahta açısından da zengindir.

- Afrika; Çin'in üç katı, Avrupa’nın üç katı, Amerika Birleşik Devletleri'nin üç katı büyüklüktedir.

- Afrika, yaklaşık 35 milyon km2 alana sahiptir (30 415 875 km2).

- Afrika'nın 1.3 milyar nüfusu vardır (Çin 9,6 milyon km2'de, 1.4 milyar nüfusa sahiptir.)

Bu da; Afrika'nın neredeyse nüfussuz olduğu anlamına gelmektedir.

*Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin tarım arazileri tüm Afrika'yı doyurabilir.

*Afrika'nın tarıma elverişli arazisi; tüm dünyayı doyurmak için ekilebilir.

*Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin çok önemli nehirleri bulunmaktadır.

*Afrika; dans, müzik, mimari, heykel vb açısından kültürel olarak farklı bir kıtadır.

*Afrika, Batı'nın laboratuvarlarında değiştirdiği, 30.000 ilaç için bitki veriyor.

*Afrika; 2050'de 2.5 milyar olacak genç bir dünya nüfusuna sahiptir.

Afrika kıtası, tarımsal üretim ürünlerinin büyük bir üreticisi ve ihracatçısıdır.

Eğer Afrika kendi işletme ve üretim araçlarını devralırsa;

Yani emperyalist ülkelerin sömürüsünden kurtulabilse kısa sürede kimseleri sömürmeden Dünya zirvesine oturacak ve dünyanın geri kalanı üçüncü dünya ülkesi haline gelecek kaynaklara sahiptir.

Ama bu haliyle dünyada en çok aç insan barındıran kıtadır!