Dolandırıcılık ve hırsızlık tarih boyu vardı, var olmaya da devam edecek.

İlk çağlarda bile hırsızlığın, dolandırıcılığın olduğunu zannediyorum.

Merak değil mi benimki, hemen sordum araştırmak için yapay zekâya.

“İlk çağda dolandırıcılık var mıydı?”

İşte bana verdiği cevap:

Dolandırıcılık, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Toplumların gelişim düzeyi, ekonomik ilişkiler ve iletişim biçimleri değiştikçe, dolandırıcılığın yöntemleri de evrim geçirmiştir.

Ancak özü aynı kalmıştır: “Karşısındaki kişiyi aldatmak suretiyle haksız kazanç elde etmek.”

İlk çağ toplumlarında dolandırıcılık, genellikle ticaret alanında görülmüştür.

Sümerler dönemine ait kil tabletlerde, borç ve alışveriş anlaşmazlıklarını konu alan kayıtlar vardır.

Bazı tüccarların ölçü ve tartı aletlerini gizlice değiştirdikleri, düşük kaliteli malları iyiymiş gibi sattıkları bilinmektedir.

Bu, tarihin ilk ticari hilelerinden biridir.

Antik Mısır’da ise belgelerin tahrif edilmesi ve sahte vekâletnamelerle mülkiyet devri vakalarına rastlanmıştır.

Bu nedenle Mısırlılar resmi belgelerde mühür kullanma geleneğini geliştirmiştir.

Yunan şehir devletlerinde falcılık ve kehanet yoluyla kandırma, en yaygın dolandırıcılık türlerinden biriydi.

İnsanların korkularını ve inançlarını sömüren sahte kâhinler, tanrıların mesajlarını ilettiklerini iddia ederek halktan para toplarlardı.

Roma İmparatorluğu’nda ise dolandırıcılık hukuken tanımlanmıştı.

“Dolus malus” yani “Kötü niyetli hile” terimi, modern ceza hukukundaki dolandırıcılık suçunun temeli sayılır.

Roma pazarlarında sahte para, düşük ayarlı metal ve çalıntı mallar ticareti oldukça yaygındı.

Anadolu’da özellikle Hitit ve Lidya dönemlerinde ticarette hileli uygulamalara rastlanmıştır.

Lidyalılar, tarihi kaynaklara göre parayı ilk basan toplumdur; bu da aynı zamanda ilk sahte para vakalarının da yine Anadolu’da yaşandığı anlamına gelir.

Bazı zanaatkârlar gümüş veya altın oranı düşük sikkeler basarak piyasaya sürmüştür.

Bu durum, devletin mühürleme ve denetim sistemleri geliştirmesine yol açmıştır.

Orta Çağ’da Avrupa’da sahte aziz kalıntıları, mucizevi iksirler, sahte senetler ve kilise bağış dolandırıcılıkları yaygındı.

Yeni Çağ’da kâğıt para, hisse senedi ve sigorta sistemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte dolandırıcılık finansal bir boyut kazandı.

Sanayi Devrimi ile birlikte sahte markalar, çek-senet sahtekârlıkları ve kimlik dolandırıcılığı öne çıktı.

21. yüzyılda ise dolandırıcılık dijital ortama taşındı. “Sosyal mühendislik”, “Phishing (olta saldırısı)” ve “Siber dolandırıcılık” gibi yöntemlerle kişisel veriler hedef alınmaktadır.

Dolandırıcılık artık sınır tanımayan, teknolojiyi kullanan küresel bir tehdide dönüşmüştür.

Sonuç olarak:

İlk çağlardan bugüne, dolandırıcılığın biçimi değişmiş olsa da özü aynı kalmıştır:

“Aldatma yoluyla çıkar sağlamak.”

Tarih boyunca toplumlar, hem hukuki hem teknolojik önlemlerle bu tür davranışları engellemeye çalışmış, ancak insan doğasındaki zaaflar dolandırıcılığın tamamen ortadan kalkmasını engellemiştir.

Dolandırıcılığın tarihsel seyri, insanın hem zekâsının hem de zayıflığının bir yansımasıdır.

Yazıyı böyle bitirdi yapay zekâ.

Dolandırıcılık günümüzde de yaygın.

Hele şimdi yapay zeka kanlıyla ses taklidi, görüntü taklidi de çıkınca dolandırıcılık oldukça ilerledi.

O sebeple sakın ola ki sizi arayıp mal, mülk, para gibi şeyler isteyenlere bir seferde inanmayın.

Muhakkak doğrulayıcı şeyler sorun.

Yoksa yanarsınız.

Benim çalıştığım banka da bir e-mail göndererek beni uyarmış dolandırıcılara karşı.

Bu maili uyarı olması sebebi ile burada yayımlıyorum.

Değerli Müşterimiz,

Kişisel bilgilerinizi ele geçirmeye yönelik olarak iyi niyetinizi kötüye kullanma, aldatma, korkutma gibi yöntemler içeren dolandırıcılıklara karşı sizi bilgilendirmek ve korumak amacıyla bu uyarıyı sizinle paylaşıyoruz.

“Sosyal mühendislik” adı verilen bu tür dolandırıcılıklara karşı dijital bankacılık kanallarını kullanırken dikkat etmeniz gereken noktaları hatırlatmak isteriz.

Sosyal mühendislik nedir?

İnsanların zayıf noktalarını kötüye kullanarak, aldatarak, zorlayarak ya da korkutarak kişilerin gizli bilgilerinin ele geçirildiği bir dolandırıcılık türüdür.

Sosyal mühendisliğe karşı dikkat edilmesi gerekenler

Bankamız çalışanları, sizden hiçbir zaman “Tek kullanımlık şifrenizi ya da parolanızı” paylaşmanızı istemez.

Dijital bankacılık parolanızı bilgisayarınıza, cep telefonunuza veya tarayıcınıza kaydetmeyiniz.

Herhangi bir yere yazılı olarak not etmeyiniz.

Parolanızı oluştururken yakınlarınızın adı, doğum tarihi, telefon numarası vb. tahmini kolay bilgilerden kaçınmalısınız.

Güçlü bir parola için büyük/küçük harf, sayı ve özel karakterleri bir arada kullanınız.

“Şüpheli İşlem Birimi” adıyla Bankamız Çağrı Merkezi numarasına benzer numaralardan arandığınızı belirten dolandırıcılık girişimlerine karşı dikkatli olunuz.

Bu tür aramalara kesinlikle güvenmeyiniz.

Kişisel bilgileriniz sizden, telefon, e-posta veya SMS ile talep edilmez.

Tek kullanımlık şifre ve parola bilgilerinizi üçüncü kişilerle asla paylaşmayınız. Şüpheli bir arama durumunda tuşlama yapmayınız.

Bilgisayarınızda kopya veya lisansı olmayan yazılım kullanmayınız. Bilgisayarınıza yerleştirilebilecek virüs ve benzeri yazılımlara karşı güncel anti-virüs programlarıyla cihazınızı koruma altına alınız.

Başkalarına ait veya güvenliğinden emin olmadığınız cihazlar ve ortak kullanıma açık ortamlardan dijital bankacılık işlemi gerçekleştirmeyiniz.

Bilgisayarınızda bankanız tarafından sunulan “Güvenli Giriş” yüklü değilse şifre ve parola girişlerinizi “Sanal Klavye” kullanarak yapınız.

İşte böyle.

Bu uyarıları dikkate alınız, önlemleri yakınlarınızla paylaşınız.

Kısaca:

Dolandırılmayınız…

Ve dolandırılmaya karşı Nasreddin hoca gibi uyanık olunuz…

Bir gün Nasreddin Hoca pazarda gezerken, bir adam pideci dükkânının önünde pideyi koklayarak kuru ekmeğini yiyormuş.

Pideci hemen sinirlenmiş:

“Yahu, benim pidemin kokusunu beleşten yiyorsun! Parasını ver!” demiş.

Adam şaşırmış:

“Yahu ben kokladım sadece, yemedim ki!” diye cevap vermiş.

Pideci ısrar etmiş, “Kokusunu bile satıyorum!” diye.

Tartışma büyümüş, Hoca’ya sormuşlar “Ne olacak?” diye.

Hoca gülümsemiş:

“Tamam, karar vereceğim.”

Adamın cebinden birkaç bozuk para alıp pideciye doğru elinde şıngırdatmış, sonra da:

“İşte, paranın sesini aldın… Adamın borcu ödendi” demiş.

YAŞLANMAK!

“Yaşlanmanın en zor yanı ne biliyor musun?”

“Nedir?”

“Görünmez oluyorsun.

Gençken dikkat çekiyorsun.

Sonra bir gün her şey silinip gidiyor.

‘Yaşlı adam’ ya da ‘ikinci kattaki kadın’ oluyorsun.

Artık kimse sana kim olduğunu, nelerden hoşlandığını, neler yaşadığını sormuyor.

Arkadaşlar gidiyor, çocuklar hayatlarına kapılıyor, tanıdık yüzler kayboluyor.

Ve yavaş yavaş, kimse kapıyı çalmıyor.

Yani annen günde on kere aradığında, ya da baban aynı hikâyeleri tekrarladığında...

Bu can sıkıntısı değil, unutulma korkusu.

Yaşlanmak sadece yılları biriktirmekle ilgili değil.

Görünmezliğe karşı mücadele etmekle ilgili.

En azından birinin gözünde var olmayı istemekle ilgili.”

Alıntıdır

ATLAR!

Dünyanın en zehirli yılanı, bir fili bile öldürebilir, ancak hayatta kalan bir hayvan vardır:

At!

Bir yılan ne kadar ölümcül olursa olsun, hatta korkunç kral kobra bile, bir atı ısırığıyla öldüremez.

At ısırıldıktan sonra yaklaşık üç gün hafif bir şekilde hastalanabilir, ancak daha sonra hiçbir şey olmamış gibi tamamen iyileşebilir.

Bu, doğanın en inanılmaz harikalarından biridir ve bu canlının içinde insan hayatını kurtarabilecek bir sır gizlidir:

“Panzehir.”

Peki bu panzehir nasıl üretilirmiş?

İlk olarak, yılanlardan zehir toplanır.

Daha sonra az miktarda ata enjekte edilir.

Atın bağışıklık sistemi tepki verir ve zehri etkisiz hale getirmek için “Antikor” üretir.

2-3 gün sonra bu antikorlar atın kanında bulunur.

Daha sonra attan kan alınır ve kırmızı kan hücreleri (RBC) temizlenir.

Plazma (beyaz kısım) işlenerek panzehir üretilir.

Bu panzehir daha sonra zehirli yılanlar tarafından ısırılan insanlara, hayatlarını kurtarmak için enjekte edilir.

Sadece Hindistan’da, yüzlerce atın bu hayat kurtarıcı serumu üretmek için bakıldığı çok sayıda panzehir üretim tesisi bulunmaktadır.

Düşünün, bu nazik yaratık sayesinde dünyadaki en ölümcül zehirlerden bazılarından korunuyoruz.

Belki de Atlar olmasaydı, tek bir yılan ısırığında bile birçok hayat kaybedilirdi.

Kaynak: Cienciatum Sorpréndete

GÖKTAŞI

Tarih: 30 Kasım 1954

Yer: Alabama/Sylacauga

Ann Hodges adlı kadın, oturma odasındaki kanepede sessizce dinlenirken, evren kelimenin tam anlamıyla onun dünyasına çarptı.

Saat 14:00 civarında, aniden, gökyüzünde alev alev yanan bir ateş topu belirdi.

Yaklaşık 4,5 kilogram ağırlığındaki bir göktaşı, Dünya atmosferinden muazzam bir hızla fırladı.

Göktaşı bir anda evinin çatısını parçaladı, bir radyoyu parçaladı ve Ann yatak odasında uyurken sol tarafına çarptı.

Çarpma, kalçasında derin bir morluk bıraktı, ancak mucizevi bir şekilde kalıcı bir hasar bırakmadı.

O olağanüstü anda Ann Hodges, tarihte bir göktaşının çarptığı bilinen Dünyada tek kişi oldu ve bu hikayeyi anlatacak kadar yaşadı.

Bu bir şans mıydı yoksa büyük şansızlık mıydı?

Olay hızla ulusal basında ilgi gördü.

Bilim insanları, askeri yetkililer ve muhabirler “Hodges Göktaşı”ndan bir parça istediler ve onu ellerinden aldılar.

Ann ve kocası Eugene, hayatlarına kelimenin tam anlamıyla düşen gök taşını geri almak için mücadele ettiler.

Çünkü ona iz bırakan bir yara açan göktaşının değeri paha biçilmezdi.

O taş, onun acısının bedeliydi.

Aylarca süren tartışmaların ardından, göktaşı sonunda Alabama Doğa Tarihi Müzesi'ne bağışlandı ve bugün hala orada bulunuyor.

Ann'in bu tuhaf karşılaşması, yalnızca bilimsel bir meraktan öteye geçti.

Kozmosun enginliği karşısında insan yaşamının ne kadar küçük ve kırılgan olduğunun alçakgönüllü bir hatırlatıcısıydı da…