Şu çevre meselesi yeterince can sıkmaya başladı. O sebeple bu konuyla başlamak istedim bugün.
Hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarının karşılanması için teknolojinin gelişmesine bağlı olarak endüstrileşme de normal olarak artıyor.
Sanayideki bu artış, ne yazık ki beraberinde var olan doğal kaynakların hızla tükenmesine neden oluyor.
Doğal kaynaklar hızla tükenirken, üretim ve tüketimden kaynaklı atıkların önlemler alınmadan doğaya atılması, Çevre Kirliliğinin oluşmasına sebep oluyor.
Çevre kirliliğinin en önemli nedenleri olarak şu maddeler ön plana çıkmış:
Hızlı nüfus artışı,
Plansız kentleşme,
Plansız endüstrileşme,
Doğal kaynakların ölçüsüz kullanılması.
Bunlarla birlikte çevre sorunlarının diğer kaynakları şunlar belirlenmiş:
1- Göçler ve düzensiz şehirleşme,
2- Kişi başına kullanılan enerji, su, kâğıt, kömür vb. artışı,
3- Ormanların tahribi, yangınlar ve erozyon,
4- Aşırı otlanma ve doğal bitki örtüsünün tahribi,
5- Konutlardaki ve işyerlerindeki ısınmadan kaynaklanan (özellikle kalitesiz kömür kullanımı) hava kirliliği,
6- Motorlu araçlar ve deniz araçları,
7- Maden, kireç, taş ve kum ocakları,
8- Gübre ve zirai mücadele ilaçları,
9- Atmosferik olaylar ve doğal afetler,
10-Kanalizasyon sularının arıtılmaksızın alıcı ortamlara verilmesi ve sulamada kullanılması,
11-Katı atıklar ve çöp,
12-Sulak alanların ve göllerin kurutulması,
13-Arazilerin yanlış kullanımı,
14-Kaçak avlanma,
15-Televizyon, bilgisayar ve röntgen; tomografi gibi tıbbi cihazların yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyon,
16-Endüstriyel ve kentsel kaynaklı gürültü.
En acil olarak yapabildiklerimiz şunlar olmalı en azından;
Denizlerin derinliklerinde bir yengecin kâbusu olan plastik poşet, size önemli bir gerçeği hatırlatıyor:
“Attığınız her atık doğada bir yer buluyor ve yaşamı tehdit ediyor.”
Sizler de doğaya saygılı seçimler yaparak bu gidişatı değiştirebilirsiniz:
“Gün boyu yanınızda su termosu taşıyarak tek kullanımlık plastik şişelerden uzak durabilirsiniz.”
“Kahve alırken termosunuzu götürerek her seferinde bir bardak daha az atık bırakabilirsiniz.”
“Plastik üretimini azaltmak için her alışverişte kendi bez çantalarınızı ve filelerinizi kullanabilirsiniz.”
“Cam şişeleri mutlaka cam geri dönüşüm kutularına atarak yeniden hayat bulmalarını sağlayabilirsiniz.”
Bu konuyu lütfen ciddiye alın ve kişisel her türlü kirliliğe son verin…
AĞIRLIKLAR
Bir ders sırasında, bir profesör aniden bir bardak suyu aldı ve onu kaldırdı. Öğrenciler birbirlerine bakmaya başlarken, bir açıklama bekliyordu.
On dakika geçti ve hala kolunu indirmedi. Sonunda sordu:
“Söylesenize bu cam sizce kaç kilodur?”
Öğrenciler tahmin etmeye başladılar:
“Belki birkaç ons!”
“Dört ons!”
“Beş!”
Profesör gülümsedi.
“Doğrusu ben de bilmiyorum. Öğrenmek için tartmamız gerekir. Ama asıl soru bu değil. Bu bardağı birkaç dakika tutarsam ne olur?”
Öğrenciler: “Hiçbir şey” diyerek yanıtladılar.
“Doğru” dedi profesör ve tekrar sordu: Şimdi, bir saat tutsam ne olur?”
“Kolunuz ağrımaya başlayacak” diye cevap verdi birisi.
“Doğru. Ya bütün gün tutmaya çalışırsam?” dedi profesör.
Cevap, “Kolunuz uyuşur, ciddi ağrılar içinde olur, belki de tıbbi yardıma ihtiyacınız olur” şeklinde geldi.
Profesör sakince başını salladı, “Kesinlikle… Ama söyleyin bana camın ağırlığı hiç değişti mi?”
“Hayır” cevabı geldi.
“Peki neden kol ağrısı var? Neden kaslardaki gerginlik?”
Derslik sessiz kaldı.
Sonra sordu Profesör: “Acıdan kurtulmak için ne yapmalıyım?”
“Camı yere koyun” dedi birisi.
“Kesinlikle!” diye bağırdı Profesör ve devam etti konuşmasına;
“Hayatın sorunları da aynı şekilde çalışır. Birkaç dakika kafanda taşıyorsan, sorun değil. Onları çok uzun süre düşünürsen acımaya başlarlar. Bütün gün onların üzerinde kal, seni felç ederler ve başka bir şey yapamazsın…” duraksadı ve sonra cümlesini şöyle bitirdi: “Bu yüzden her günün sonunda sorunlarınızı bir kenara bırakmak çok önemlidir. Onların ağırlığını taşıyarak yatağa gitme. Dinlen, şarj ol ve yarın güç ve berraklıkla yüzleşmeye hazır uyanacaksın.”
BEETHOVEN
Bir gün Beethoven, bir arkadaşı ile birlikte viyana sokaklarında dolaşmaktadır.
Tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar.
Apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve ses oradan gelmektedir.
Arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler. İkisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar.
Kapıyı açan kadın, Beethoven’ı hemen tanır ve oldukça şaşırır.
Beethoven, “Piyano sesine geldiğini ve muhakkak çalan kişiyi görmek istediğini” söyler.
Kadın, “Piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve kendisi ile tanışmaktan mutlu olacağını” belirterek onları içeri alır.
Beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer.
Annesi kıza, Beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar.
Fakat kız kördür.
Bunu gören Beethoven, “Lütfen benden bir şey isteyin” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek.
Kızın cevabı şu olur; “Ben hiç ay ışığı görmedim, bana ay ışığını anlatır mısınız?”
Bunun üzerine Beethoven piyanonun başına geçerek, “Ay ışığı sonatını”, doğaçlama olarak besteler...
AH ŞU KADINLAR!
Bir grup kadın “Kocanızla sevgi dolu bir evlilik yaşayabilirsiniz” konulu bir seminere giderler.
Semineri yapan psikolog sorar:
“Kaçınız kocasını seviyor?”
Bütün eller kalkar.
Psikolog tekrar sorar:
“Bunu ona en son ne zaman söylediniz?”
Bazıları “Bugün” der, bazıları “Dün”, bazıları hatırlamaz.
Psikolog kadınlara cep telefonlarını çıkarmalarını ve kocalarına
“Seni seviyorum” mesajı çekmelerini, sonra da telefonlarını birbirleriyle değişerek, gelen cevapları yüksek sesle okumalarını ister…
Kadınlar söyleneni yaparlar ve beklerler…
Kocalardan şu cevaplar gelmiştir:
“Ne oldu? hasta mı oldun?”
“Ne demek istiyorsun?”
“?!?”
“Yine arabayı mı çarptın?”
“Yine n’aptın? Bu defa affetmeyeceğim.”
“Kaç para lazım?”
“Beni mi? Annen mi geldi?”
“Kimsiniz?”
MESELE
Bazen meseleleri fazlaca büyütürüz.
Buna mukabil kendimizi hırpalarız boş yere.
Hâlbuki çözüm çok kolaydır aslında, yeter ki sağlıklı düşünüp, sağlıklı karar verelim.
En iyisi meseleleri kısa yoldan kestirip atmaktır belki de.
Ne dersiniz?
Psikoloğa Giden Bir Adam;
“Geceleri uyuyamıyorum efendim” demiş ve anlatmış:
“Sürekli yatağın altında biri var gibi geliyor, yatağın altına girip orada uyumayı deniyorum... Bu defa da yatağın üstünde biri var gibi geliyor..!”
Adamı dikkatle dinleyen psikolog; “Hallederiz bu saplantınızı” diyerek devam etmiş konuşmasına:
“Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.”
Adam merakla sormuş:
“Peki her viziteye ne kadar ödeyeceğim?”
“Her vizite 200 lira. Buna göre 6 ayda 9600 lira ödeyeceksiniz...” diye cevap vermiş psikolog.
Adam “Peki” diyerek gitmiş, gidiş o gidiş!
Psikolog bir kaç ay sonra adama sokakta rastlamış ve merakla sormuş:
“Ne oldu hastalığınız?”
“10 liraya hallettim!” demiş hasta.
Psikolog şaşkın bir ifadeyle;
“Nasıl oldu?” diye sormuş.
Adam; “Sizden çıktıktan sonra, ilerdeki kafeye oturdum. Çay söyleyip kara kara düşünürken yan masada bir amca gördüm... Ona uzun uzun hastalığımı anlattım! Bana ‘Karyolanın bacaklarını kes’ dedi... Ben de kestim! Böylece mesele halloldu…”
AİLE OLMAK
Aile birliği medeniyette ve dinde her zaman önde tutulmuş ve her daim kutsal sayılmıştır.
Tüm toplumlarda ön plana çıkan aile birliğinin bozulmaması için herkes elinden geleni yapmıştır.
Ancak iletişimin mobil olarak yaygınlaşması ile rekabet içine giren televizyonlar daha ilginç olabilme adına ve bütçelerini tanzim etme adına dizi filmlerle bu rekabeti sağlamaya başladılar.
Rekabeti yaparken kaliteye bakmak yerine, insanları ekran başına bağlayacak örf ve adetlerin dışına çıkmış ucuz senaryolarla seyirciyi ekran başına çekmeye çalışıyorlar.
Son yıllarda bu dizileri seyredenlerin ortak görüşü şu; “Diziler aile bağlarını göz ardı ederek fütursuzca saldırıyor…”
Sosyal medyada bulduğum şu tespitleri sizlere aktarmak istedim.
Okuyun bakalım;
Başta aile olmak üzere yaşam üzerine senaryosu olan bu dizler, ahlaklı ve iyi bir topluma ne kadar hizmet ediyor?
İşte size dizilerin verdiği mesajlar
“İstemediğin biriyle evlendiysen ona ihanet edebilir, başkasıyla aşk yaşayabilirsin.”
“Kötü bir olaydan sonra içki içip, etrafı dağıtabilirsin.”
“Sevdiğin kişi başkasıyla evlendiyse, gidip onların yuvasını bozabilirsin.”
“Kötüler daima güçlüdür, iyiler ezilmeye mahkûmdur.”
“Her dizide yeni elbiseler, ayakkabılar olmalı, alışveriş için hep lüks yerler tercih edilmelidir.”
“Evde ilgi görmeyen adam dışarıda karısını aldatmalı ve bütün suç kadına yüklenmeli, adamın yaptığı da masum gösterilmelidir.”
“Birbirlerinin kuyusunu kazan insanlar, hep maskeler ile dolaşmalı ve suç daima bir iki kişinin üzerine yıkılmalı.”
“Kavga eden, şiddet uygulayan, hırsızlık ve gasp yapan başrol oyuncuları güler yüzlü, yakışıklı olmalı ve hep haklı nedenlerle yapmalı.”
“Anneler hep sevgisiz ve despot olmalı, babalar ise daima sert ve anlayışsız olmalı. Çocuklar her zaman haklı olmalı.”
“Kaynanalar hep kötü rol oynamalı, sürekli olarak damadının veya gelininin kuyusunu kazmalı.”
“Paranın nerden ve nasıl geldiği belli olmamalı, harcama yaparken hep cömert olunmalı.”
“İş yerleri hep rezidans olmalı, işçi ve esnaf rolleri olmamalı.”
“Sıradan ortalama bir hayat yoktur. Ya diptesindir ya tepede. Bunun ortası yoktur.”
“Gençler hep haklı olmalı, haklı çıkmalı başına buyruk hareket etmeli ve kız erkek meseleleri dışında başka da dertleri olmamalı.”
“Hep lükse özendirilmeli herkesin hayali maddiyat olmalı. Yalılar, villalar amaç olmalı, insanlar olağanüstü bir lüks yaşama yönlendirilmeli…”
“Ülkede her şey yolunda gidiyor, verilmesi gereken bir mesaj ve anlatılacak bir şey de yok.”
Bunların sonucu;
Bireyselleştir...
Yalnızlığa it...
Kimse kimseye güvenmesin...
Halkı bilinçsizleştir...
Toplum olarak biz bunları hak etmiyoruz…