Hukuk fakültesinde bir öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar, öğrenci “Ali” diye cevap verir.

Öğretmen bir anda, “Defol bu sınıftan, bir daha asla dersime gelme! ” der.

Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir, neye uğradığı şaşıran Ali de sınıfı terk eder.

Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiç birinden tek bir ses bile çıkmaz…

Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlamış, bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra (tabi bu arada herkes göz temasından kaçınıyormuş), başlar derse.

Hoca: “Kanunlar ne için vardır?” diye sorar ve ders başlar…

Birçok cevap gelmiş…

Bir öğrenci; Düzeni korumak için,

Diğeri; Toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için,

Öbürü; Yaşam haklarını idame ettirmek için,

Bir başkası; Devlete güveni, o devletin saygın bir vatandaşı olduğunu göstermek için,

Bir diğeri; Her yerde hakkını yasalar çerçevesinde arayacağını bilmek ve devletin vatandaşına haklarını nasıl arayacağını göstermek için, şeklinde cevaplar vermişler…

Hoca “Başka?” diye tekrar sorunca, bir öğrenci de “Adalet için!” diye cevap vermiş.

Bu cevabı verene hoca parmağı ile işaret ederek “İşte aradığım cevap bu” diyerek, “Peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım mı?”, herkeste aynı cevap “Evet hocam!”

Öğretim görevlisi sınıf kapısını açarak dışarıdaki öğrencisini içeri alır ve teşekkür edip yerine geçebileceğini söyler.

Herkes bunun bir senaryo, oyun olduğunu anlar.

Fakat hoca son sözlerini söylememiştir henüz;

“Peki buna hepiniz şahit oldunuz, neden tepki göstermediniz? Bir açıklama istemediniz? Arkadaşınızın hakkını savunmadınız!?

Herkes susar çıt yok. Hoca “Bakın sevgili arkadaşlar! Bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım” der ve son sözlerini söyleyip dersi bitirir.

“Asla ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ zihniyetinde olmayın. O yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.”

Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur!

KABLOSUZ GÜÇ

ABD’nin Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA), POWER adlı proje kapsamında kablosuz enerji aktarımında önemli bir dönüm noktası açıkladı.

Bu teknoloji, adeta “elektrik için “Wi-Fi” gibi çalışıyor.

Bir verici, elektriği odaklanmış lazer ışınına dönüştürüyor.

Bu ışın, hedefteki alıcıya hassas biçimde yönlendirilip, parabolik aynaya çarpıyor.

Yansıyan ışık, özel güneş hücreleri sayesinde yeniden elektriğe dönüştürülüyor.

New Mexico’daki White Sands test sahasında yapılan denemelerde;

8,6 km mesafeye, 30 saniye boyunca 800 watt’ın üzerinde enerji aktarımı başarıyla gerçekleşti.

Daha kısa mesafelerde yapılan tekrar denemelerde ise toplamda 1 megajoule’den fazla enerji iletildi.

Yeni geliştirilen alıcılar şu an yaklaşık %20 verimlilik sağlıyor.

Bu oran, bakır veya alüminyum kabloların yanında düşük kalsa da, kablo döşemenin imkânsız ya da riskli olduğu sahalarda bu sistem devrim niteliğinde bir alternatif olarak öne çıkıyor.

KARINCALAR

Bilim insanları, “Karıncaların kış için topladıkları tahıl ve tohumları yuvalarına depolamadan önce ikiye böldüklerini” keşfetti.

Bunun sebebi, “Tohumların ikiye bölündüğünde, en uygun koşullar altında bile artık filizlenememesi.”

Ama işin asıl ilginç tarafı burada başlıyor:

Bilim insanları, karınca yuvalarında depolanan Kişniş tohumlarının her zaman ikiye değil, dörde bölündüğünü görünce şaşkına döndüler.

Laboratuvar araştırmaları sonucunda ortaya çıktı ki, “Kişniş tohumu ikiye bölündüğünde bile filizlenebilen tek tohum; fakat dört parçaya ayrıldığında artık filizlenemiyor.”

CEP TELEFONLARININ

BİLİNMEYENLERİ

Bu yazıyı bulunca “Hah!” dedim içimden, “Tam bana göre…”

Öyle ya, bilinmeyen bir konu olunca, bildirmek de bizim işimiz.

Artık bilinen olsun öyle değil mi?

Nihayetinde okurlarımıza bir hizmet veriyoruz.

Onların yararına olacak her yazıyı yayınlamak bizim için mubahtır.

Cep telefonları için bakın neler varmış bilinmeyen…

1. Dünyanın neresinde olursak olalım anahtar numaramız: 112...

Cep telefonunuz bloke edilmiş olsa bile, bu numarayı her zaman girebilirsiniz...

Deneyin.

2. Arabanızı kilitlediniz…

Ancak anahtarları içeride bıraktınız.

Ya da arabanın anahtarlarını kaybettiniz.

Ama yedek anahtarınız evde ve siz de evinizden de uzaktasınız…

Cebinizle evinizi arayın, evdeki kişiye yedek anahtarınızı alıp telefona yaklaştırmasını isteyin.

Siz de aynı anda cebinizi arabanın kapısına yaklaştırın.

Hayret!

Kapı açılıyor!

Aynısı port bagaj için de geçerli!

3. Cebinizin şarjı mı bitmiş?

Tüm cep telefonlarının ekstra bir şarj rezervi varmış.

“*3370#” tuşlamakla otomatik olarak ek %50 şarj kazandırabilirmişiz.

Telefonunu yeniden şarj ettiğimizde, otomatik olarak rezervi de şarj olacakmış.

Denemedim ama denemekte yarar var.

4. Cep telefonunuz mu çalındı.

Ne yapacaksınız?

Aslında tüm cep telefonu ticareti yapanlar bunu bilirler.

Telefonunuzun çalınması durumunda telefonunuzun seri numarasını bilmeniz şarttır!

“*#06#” çevirin, ekranda bir kod belirecektir.

Bu numara, dünyada tektir ve sizin telefonunuzun seri numarasıdır.

Bunu not edin ve güvenli bir yerde saklayın!

Ola ki telefonunuz çalınırsa, hemen servis sağlayıcınızı arayıp ve seri numaranızı bildirin, telefonunuzu hemen bloke ederler.

Hırsız, SIM kartını değiştirse bile işe yaramaz.

Telefonunuz geri gelmez belki ama hiç değilse hırsız telefonunuzu hiçbir zaman kullanamaz.

En önemlisi de;

Bunu hepimiz uygulasak, cep telefonu hırsızlıkları tarihe karışacaktır...

Bu yazıdakiler doğru mu yanlış mı bilemem.

Ancak hiç yoktan iyidir.

Başınıza gelirse denersiniz, lazım olur…

VEBA

17. Yüzyılın başında Avrupa’nın yıkıcı veba dalgalarının musallat olduğu yüzyılda, tıp tarihindeki en dikkat çekici ve aynı zamanda korkunç figürlerden biri doğdu: Veba doktoru.

Tek başına onun görüşü insanları şok etti.

Uzun siyah deri ceketler, eldivenler, geniş ipli bir şapka ve her şeyden önce, önü uzun gaga gibi olan ikonik maske.

Doktorlar bu gagaya aromatik otlar, baharatlar veya ıslatılmış süngerler ile doldurdular.

Hastalığın toksik dumanlar anlamına gelen “Miasmatik hava” yoluyla bulaşacağına ve bitkisel karışımın onu uzaklaştırdığına inanırlardı.

Bu, o dönemde hastalıkların “Pis kokudan” yayıldığına dair yaygın inanışa dayanıyordu.

Kıyafetin kendisi ilkel koruyucu kıyafet gibiydi: “Veba geçmesin” diye vücut tamamen kaplanır ve derisi balmumu ya da yağla ovulurdu.

Sık sık ellerinde uzun bir sopa taşırlardı.

Sebebi ise muayene etmek istedikleri hastaların kendilerine temas etmemesi ve araya mesafe koymaları için bunu yapıyorlardı.

Hastalar da zaten sopa mesafesini korumak zorundaydı.

Geriye dönüp bakıldığında aromaların, maskelerin ve montların vebayı gerçekten durduramadığını biliniyor.

Ama insanların korku, cehalet ve çaresizlik içinde hayatta kalma isteğiyle nasıl başa çıkmak istediklerinin şaşırtıcı bir şekilde göstergesiydi bu.

Bugün bu giysiler, vebanın dehşetinin bir sembolü ve tıbbın ve bilginin ne kadar evrim geçirdiğinin bir hatırlatıcısı olarak müzelerde saklanıyor.

KALİFORYUM

“Gramı 27 milyon dolar” olan bir element duydunuz mu?

İşte karşınızda Kaliforniyum:

Dünyanın en nadir ve en pahalı maddelerinden biri.

Üstelik doğada kendiliğinden bulunmuyor, tamamen insan yapımı bir mucize.

Bu eşsiz element, 1950 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ndeki bir grup bilim insanı tarafından, plütonyum benzeri bir elementi nükleer reaktörde bombardımana tutarak keşfedildi ve adını da bu eyaletten aldı.

Peki onu bu kadar değerli yapan ne?

Cevap, son derece zorlu ve uzun üretim sürecinde saklı.

Kaliforniyum üretmek o kadar karmaşık ve masraflı ki, dünyada bunu yapabilen sadece iki nükleer reaktör bulunuyor:

Biri ABD’de, diğeri Rusya’da.

Üretim süreci yaklaşık iki yıl sürüyor ve sonunda yılda sadece miligramlarla ifade edilen miktarlarda elde edilebiliyor.

Bu inanılmaz nadirlik, onun gram fiyatını milyonlarca dolara çıkarıyor.

Bu kadar nadir olmasına rağmen Kaliforniyum, özellikle en yaygın kullanılan izotopu olan Cf-252, tam bir teknoloji jokeri.

Çok güçlü bir nötron kaynağı olduğu için nükleer reaktörleri çalıştırmaktan, bazı kanser türlerinin tedavisinde kullanılmasına, petrol ve değerli madenlerin yerini tespit etmekten, endüstrideki malzemelerin kusurlarını bulmaya kadar çok kritik alanlarda görev alıyor.

Ancak bu gücünün bir bedeli var; son derece radyoaktif ve insan sağlığı için tehlikeli olduğu için tüm çalışmalar en üst düzey güvenlik önlemleriyle yürütülüyor.

BİLİNMEZLER

Modern bilim gerçekliği ne zaman keşfedecek?

Biz insanlar garip bir paradoks içinde yaşıyoruz, gerçekliğin çoğu bizden gizli.

Astronomlar evrenin yaklaşık %95'inin çıplak gözle görülmeyen ve sadece ileri bilim yoluyla tespit edilebilen gizemli karanlık madde ve karanlık enerjiden oluştuğunu tahmin ediyor.

Ancak görünmeyen sadece uzayda “Dışarıda” değil; “Her tarafımızda!”

Duyularımız gerçekliğin çok küçük bir dilimine ayarlıdır; dar bir ışık görüşü, sınırlı bir ses aralığı.

Bu sınırların ötesinde;

Ultraviyole ışınlar,

Radyo dalgaları,

İnfrasonlar ve

Nadiren fark ettiğimiz sayısız Sinyaller var.