Hata var, hatacık var.

Ama bu sefer hata işe yaramış gözüküyor.

Zira bir piyango hatası, oynayana 24 milyon dolar kazandırdı…

Massachusetts Eyalet Piyangosu, harf kombinasyonlarıyla ilişkili kazanma olasılıklarını listelerken hata yaptı.

İstemeden kendilerini Jerry Selbee adında bir matematik öğretmeninin fark edeceği bir açıkla karşı karşıya kaldılar.

Jerry Yıllar önce, bulmacaları çözmede zaten çok iyiydi ve bunu hayatı boyunca başarmıştı.

Jerry ve Marge emekli oldular. 

Birçok emekli gibi, onlar da piyango oynamaktan keyif alıyorlardı.

“Winfall” adlı piyango oyununda, perakende satış seviyesinde satılan biletler vardı.

Ana ikramiye, 6 eşleşen sayı bulunduğunda veriliyordu.

Kimse kazanmazsa, piyango ikramiyesi her hafta artıyordu.

Ancak 6 hafta sonra veya ikramiye 5 milyon dolarlık üst sınıra ulaştığında, “Aşağıya Doğru” adı verilen bir işlem yapılıyordu.

Aşağıya Doğru, kazançların alt kademe kazananlara, yani 5, 4 ve 3. seviye maçlardaki kazananlara dağıtılmasıyla gerçekleşirdi.

Jerry, harf kombinasyonlarının kalıplarını, kazanma oranlarını ve bu Roll Down'ların zamanlamasını inceledi.

İstatistiksel olarak, o son haftalarda tek bir dolarlık piyango biletinin bin dolardan daha değerli olduğunu biliyordu.

Ve böylece Jerry, Roll Down’u kendi uyguladıkları ama asla açıklamadıkları bir matematik formülünü çözünce oldukça kısa bir sürede kazanabileceğini fark ettiler.

Kazanmaya devam ettikçe, bahisleri de giderek yükseldi; bazı haftalar yüz binlerce dolar bahis oynadı, karısıyla birlikte şehrin dört bir yanındaki marketleri boşalttı.

7 yıl boyunca eyalet piyangosundan 26 milyon dolardan fazla kazandı.

Kısa bir süre sonra hükümet onu soruşturdu, ancak herhangi bir suç bulamadı çünkü her şey çözdükleri Gizemli formüldeydi.

Devlet daha sonra Winfall oyununu durdurdu.

“Oyunu” alt eden Jerry ve Marge, tüm hayatları boyunca çalışıp kazanamadıkları parayı sadece 7 yılda fazlasıyla kazanmıştı.

AKILA TAKILAN SORU

Kanuni Sultan Süleyman’ın aklına takılan ve onu yoran bir soru vardır.

Çok güçlü bir duruma getirdiği Osmanlı Devleti’nin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye...

Bu sorunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk âlimi Yahya Efendi’ye Sadrazamını gönderir.

Sadrazam gider, sorar ve döner.

Kanuni;

“Ne dedi?” diye sorar.

Sadrazam;

“Neme lazım dendiği zaman!.” diye cevap verdi efendim der.

-“Başka bir şey söylemedi mi?” diye sorar Kanuni.

-“Hayır Sultanım. Bir tek bu cümleyi söyledi” der sadrazam.

Bu cevabı uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü¨ âlime mektup yazar, bunun ne anlama geldiğinin açıklanmasını ister.

“Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz...” der.

Sonuçta ünlü âlim Yahya Efendi de bir mektup yazıp, Kanuni’ye gönderir.

Mektup şöyledir;

“Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk sıradan bir hale gelirse, işitenler de ‘Neme lazım’ deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse,

Bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse,

Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse,

İşte o zaman devletin sonu görünür.

Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır.

Halkın güven ve itimadı sarsılır.

Asayişe itaat hissi kaybolur.

Halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder ve kaçınılmaz hale gelir...”

Allah’tan günümüzde bu tip şeyler olmuyor da kimse “Neme lazım” demiyor.

Yoksa bizde de fakirin, fukaranın sesleri göklere çıkar,

Masa başındakiler malı götürür,

Torpil, liyakatsizlik iş yapar,

İktidar yanlıları ortalığı siler süpürür,

Hazine boşalır,

Sınırlarımız laçka olur,

Halkın adalete olan güveni sarsılır,

Umutlar yok olurdu.

Allah’tan yok…

ATATÜRK

10 Eylül 1922’de Atatürk geceyi İzmir Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde geçirdi.

Fotoğraf 103 yıl önce bugün İplikçizade Köşkü’nde çekilmiş.

Sadi İplikçi anlatıyor...

“... Annemin kardeş çocuğu Fikri Altay, 5. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay’ın kardeşi olurdu.

Kral Konstantin’in yaptığı densizliği Atatürk’e anlatmış ve kurtuluşun ilk gecesi evimizde kalması için Yüce Gazi’yi davet etmiş.

Paşa da kabul etmişler.

Annem Fatma Hanım ile Postacıoğlu Ethem Bey’in hanımı Rahime Teyze kolları sıvamışlar.

Evimizin içi, yatak odaları, yemek odaları ve salonlar tertemiz yapılıp süslenmiş.

Gazi’nin sofra adabı göz önüne alınarak, çeşitli mezeler, İzmir yemekleri hazırlanarak, ikramın tam olmasına çalışılmıştı.

Ağabeyim Emin İplikçi kapı kapı dolaşarak levazım toplamıştır.

Bulgur, pirinç, şeker, un gibi birçok malzemeyi Muhittin İşçimenler’in babası Sadrettin İşçimenler’den temin etmişler.

Hatta kapalı olan bir içkili gazino açtırılarak, gerekli her şey sağlanmıştı.

Atatürk, Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve bazı üst kumandanlar, bizim evde kalacaklar, öteki misafirler hemen yanı başımızdaki Fikri Bey Köşkü’ne alınacaklardı.

Bu köşk, daha sonra Hasan İkbal’in ev yaptırdığı şimdiki Gökdelen’in bulunduğu yerde idi.

Atatürk, büyük bir tezahürat içinde evimizin önüne geldi ve ayaklarının altına serilen Yunan bayrağına basmayı reddederek içeri girdi.

Annem, Gazi’nin önünde diz çökerek, Atina’da esir olan ağabeyimi kurtarmasını ağlayarak rica etti.

Atatürk ‘10 günde geri dönecekler’ diye söz verdi ve İtalya Başkonsolosunu çağırttı.

Konsolos Bey’e ‘Atina’da bulunan bu mümtaz kişiler, İtalyan himaye pasaportuna sahiptirler.

Acele geri getirtin’ diye buyruk vermiş. İtalya bunun üzerine Yunanistan'a başvurdu ve gerçekten on gün içinde ağabeyim sapasağlam Atina'dan İzmir'e geldi.

Atatürk’ün bizim evde kaldığı akşam, büyük bir ziyaret verildi.

Herkes İstirdatın (Kurtuluş) heyecanı ile sevinç içinde idi.

Atatürk, o akşam ağabeyim Süreyya İplikçi'nin denize bakan odasında kaldı ve mışıl mışıl uyudu.

Karşıyaka’mız, Gazi'mizi bağrına basmıştı...”

Atatürk, Karşıyaka'da misafir edildiği 10 Eylül gecesini hiç unutmayacak ve daha sonraki İzmir gezilerinde Karşıyaka'yı devamlı ziyaret edecektir.

KUDURMUŞTUK!

Bir kudurmuştuk bir kudurmuştuk ki sormayın...

Evlenme teklif etti:

“Yes I said partisi...”

Sözümüz olacak:

“Organizasyon lazım...”

Nişan yapacağız:

“Mekânlar dolu hep...”

Düğünümüz var:

“Dıs¸ çekim için mekân bakıyoruz.”

“Paraşütle mi atlasak?”

“Ağaca mı tırmansak?”

“Denize mi dalsak?”

“Yok, en değişik bizimki olsun canım.”

Ayrıca düğün öncesi kredi çekelim

Evimiz instagramın en pembik evi.

Düğünümüz herkesin ağzını ac¸ık bırakacak bir düğün olsun da gelecek yirmi yıl kredi ödeyelim olsun varsın.

Ayyy hamileyim;

“Cinsiyeti belli oldu partisi...”

Ayyy doğurmadan:

“Bebek geliyor partisi...”

Ayy sancım geldi:

Çabuk organizasyon şirketi ben doğurana kadar odayı Versailes sarayına çevirsin...

Bakın annesinin paşası, babasının varisi, evimizin prensi, ayy dişi çıktı...

Yas¸ günü geliyor altı ay var ama konsept yetişir inşallah o güne kadar...

Bakın börek yaptım...

Bakın tatildeyiz...

Bakın kahvaltı keyfisi...

Bakın kumsalda ayaklarım...

Bakın makyaj yapıyorum...

Çok kudurduk çok...

Ve dünya bize “Otur evde şöyle sade bir hayat yaşa da şükretmeği unuttuğun sağlığın, gösteriş¸ yapmaktan kaçırdığın zamanın, hayatında abarttığın her mananın muhasebesini yap” dedi.

Yapıyor muyuz?

Yapalım bence...

Bu da benim yorumum...

Yaşam tarzımızdan,  konuşma şeklimize kadar bir abartı, bir şımarıklık...

Ne oldu o mütevazı Asil Türk Milletine?

Herkeste bir yarış?

Şükretmeği unuttuk...

Milyon dolarların olsa ne fayda?

Hadi gidelim tatile...

Avrupa'ya mı?

Asya'ya mı?

Elini yüzünü yıkar oturursun evde...

Ne kaldıysa dolapta pişirir yersin...

Lokantalarda yemek beğenmeyen, aşçı, garson azarlayan, makyaj görüntüsünü instagramda paylaşanlara ne oldu?

Düğünler, düğünler, düğünler!

Fütursuzca yapılan asker uğurlamaları,

Bayram kucaklaşmaları,

Kafelerdeki coşku,

Yüreklerdeki kuşku...

Bu bize büyük bir ders olsun mu?

Oldu zaten de...

Geçmedi arkası geliyor...

Alıntıdır

GÜN GELİR

Gün gelir...

Hırsızlar zengin...

Metresler eş...

Serseriler adam olur...

Odundan kapı, taştan saray olur...

Gün gelir...

Kezbanlar destan...

Onları destan yapanlar mestan olur...

Gün gelir...

Çivisi çıkar dünyanın...

Konuşamayanlar hatip...

Şifa veremeyenler tabip...

Yazamayanlar kâtip olur...

Ama yine öyle bir gün gelir ki...

İşler ters döner.

Aldatan, bir gün sadakat için...

Çalan, bir gün adalet için...

Döven, bir gün şefkat için yalvarır...

'Piyon' deyip geçme, gün gelir şâh olur...

Şâha da fazla güvenme...

Gün gelir mat olur.

İnsan yaratıcısına bile nankör iken sana vefalı mı olur?

Oluruna bırak her şeyi bak neler neler olur...

Bahar biter kış olur.

Gün biter gece olur.

Söz biter sükût olur.

Zenginlerde metelik,

Güzellerde cemâl,

Güçlülerde kuvvet kalmaz olur...

Hayaller kaybolur...

Ümitler yok olur...

Hayat bazen boş olur, saçma olur, çekilmez olur, yalan olur...

Gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...

Ve öyle bir gün gelir ki:

Hayat biter son olur...

Gün artık gelmez olur...

Ömer Hayyam