Kültür Yolu Festivali kapsamında şehrimizde düzenlenen konserlerin haddi hesabı yok.
Bunlar bedava mı?
He bedava.
Geçen sene 800 milyon harcandığı iddia edilmişti.
Tonla para veriliyor.
Ama ne para?
Geçen sene de yazmıştık.
Bu sene de değişen bir şey yok.
Bu sene Troia Festivali düzenlemedi.
Sebep, yangınlardı.
Ama aradan az bir süre geçti konserler gırla gitti.
Hani yangın?
Hani acı?
Unutuluverdi.
Sene içinde Belediye tarafından tiyatrolar getirilirdi.
Ülkemizin saygın sanatçılarının rol aldığı güzel oyunlar sergilenirdi.
Ne oldu?
Tasarruf tedbirleri kapsamında yasaklandı.
Belediyeler artık bu etkinlikleri düzenleyemez oldu.
Ama konser?
Olsun olsun,
Ona tasarruf tedbiri gerekmez.
Para var pul var.
İş; Belediyeler olunca yasak,
Bakanlık olunca serbest…
Daha dün haberini okudum.
İktidar “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile birçok otoyolu” satacakmış.
Haydi buyurun şimdi konser verin.
Harcayın paraları.
Nasılsa satılacak daha çok şey var.
MİRAS
Shaquille O'Neal’i bilirsiniz.
Bilmeyenler için hatırlatayım:
Shaquille Rashaun O'Neal, Amerikalı profesyonel NBA oyuncusudur.
2.16 m boyundadır.
147 kg ağırlığı ile NBA tarihinin en ağır oyuncuları arasındadır.
Kişisel serveti yaklaşık 400 milyon dolardır.
Şimdilerde emekli olmuştur.
Saha içi ve saha dışı yaptıklarıyla eşsiz bir hayata sahip olan Shaquille O'Neal, 400 milyon dolar üzerinde kişisel servetinden erkek çocuklarının yararlanabilmesi için şart koştu.
Toplamda 6 çocuğu olan ve her birinin hem spora hem de eğitim hayatlarına çok özen gösteren Shaq, özellikle erkek çocuklarının içinde bulundukları zengin ortamında çok fazla havaya girmemesi için onlar mental açıdan hayata hazırlıyor.
"Ailemizde biz değil, ben zenginim" diyen Shaq, "Çocuklarım büyüyor ve gittikçe üzülüyorlar çünkü bulundukları durumu anlamıyorlar." şeklinde konuştu.
"Sürekli onlara zengin olmadığımızı, zengin olan kişinin ben olduğunu söylüyorum. Lisans veya yüksek lisans mezun olman lazım. Ondan sonra kendi şirketlerinden birine yatırım almak istiyorsan bana bunu sunmak zorundasın. Ben sana yatırım yapıp yapmayacağım konusunda haber vereceğim."
Kızları için aynı mental yapıda olmayan Shaq, onları her zaman koruyacağını, maddi ve manevi her zaman yanlarında olacağını belirtti.
"Erkek evlatlarıma hiçbir şey vermeyeceğim. Kızlarımla ise ilgileneceğim. Ama erkekler... Onlar hiçbir şey alamayacak."
"Evlatlarımın bunu çözmesini istiyorum. Bir kural var, o da eğitim. Basketbol oynaman umurumda değil. Hiçbir şey umurumda değil. Dinleyin, altı evladım var. Doktor, avukat, koruma amaçlı fon sahibi, eczacı, birden fazla işletmesi olan, işlerimin başına geçecek evlatlar istiyorum. Ama onlara servetimi vermeyeceğimi söylüyorum. Çocuklarımın bunları hak etmesi gerekiyor."
Sayısız yatırıma sahip olan Shaquille O'Neal resmi olmayan kayıtlara göre işletmelerinden yılda 60 milyon dolar kazanıyor.
Buna benzer bir açıklamayı Jackie Chan'de yapmıştı.
Hatta Bill Gates'te çocuklarına servetini bırakmayacağını, küçük bir miktarın hayatlarını kazanmak için yeterli olduğunu açıklamıştı.
Ne güzel değil mi?
Elin adamı neler düşünüyor?
Peki bir de bize bakalım?
Daha 17 yaşında çocuğun altına çekilen son model spor arabalar,
Çalışıp kazanılmadan, emek harcanmadan parayla okutulan üniversiteler,
Cebinde sınırsız banka kartları,
Vur patlasın, çal oynasın durumları.
İşte o sebeple işletmeler 3. Kuşağa geçemiyor.
Hepsi ya batıyor, ya da satılıyor.
Dünyanın en zengin insanları bile çocuklarını miraslarından mahrum ederken, bizdeki bu zenginlik niye?
Çocuk yetiştirme konusunda her zaman dediğim bir şey var:
Ülke olarak bu konuda özürlüyüz.
Ferdi olarak zenginliği beceremiyoruz.
İşte bu sebepten dolayı devlet bu işe el atmalı. Bu konularda kurs, panel, seminer ne varsa düzenlemeli ve bunlara katılmayanların, sertifika almayanların servetlerine el koymalı.
S.O.S.
S.O.S.’in anlamını biliyor musunuz?
Ya da çoğumuz yanlış biliyor...
Çok kişi S.O.S.'in;
Gemimizi kurtar (Save Our Ship),
Ruhumuzu kurtar (Save Our Soul) veya
Diğer sinyalleri durdur (Stop Other Signals) kelimelerinin baş harflerinden oluştuğunu zanneder.
Bu bilgiler tamamıyla yanlış olup S.O.S. harfleri hiç bir kelimenin baş harfinden oluşturulmamıştır.
Tamamen telgraf zamanından kalmadır ve gemilerde de yakın zamana kadar telsiz telgraf kullanılıyordu.
Bilindiği gibi telgrafta “Mors Alfabesi” denilen sistemde her harf, nokta ve çizgilerin değişik kombinasyonundan oluşuyor.
Bu sinyali gönderen ve “Maniple” denilen aletle; tek dokunuşta karşıya nokta yani 'bip', biraz daha uzunca basınca 'dııııt' sinyali gönderdiği bilinir.
Gönderenler de, alanlar da “Mors alfabesini” ezbere bildiklerinden bu 'bip' ve 'dııııt' larda hangi harfler olduğunu çözüyor ve normal yazıya dönüştürüyorlardı.
“İmdat” çağrısının çok kolay akılda tutulabilmesi için 1908'de üç çizgi, üç nokta, üç çizgi olan S.O.S. seçildi.
Yani telsizde 'dııııt, dııııt, dııııt, bip, bip, bip, dııııt, dııııt, dııııt' sinyali aldığınızda hemen acil yardıma ihtiyacı olan biri olduğunu anlıyordunuz.Filmlerde görmüşsünüzdür.
Gemiler, özellikle uçaklar, tehlikeli bir durumda yardıma ihtiyaçları olduğunda 'mayday' (meydey) çağrısı yaparak durumlarını bildirirler.
Bu kelime Fransızca'da “Bana yardım et!” anlamındaki “M'aidez” kelimesinden türetilmiştir.
Hiç dikkat ettiniz mi, filmlerde telsizle konuşan her kişinin ismi hep 'Roger' (rocır) dır.
Halbuki 'Roger' telsiz konuşmalarında 'anladım' anlamında kullanılır ve her iki taraf da cümlenin başında ve sonunda bu kelimeyi kullanırlar.
Filmleri tercüme edenler ise bu kelimeyi bir erkek ismi sandıklarından, herkes birbirine 'Roger' diye ismen hitap ediyormuş gibi çevirirler.
Nasıl bizde telefonda harfleri söylemek için Ankara'nın 'A'sı, Bursa'nın 'B'si denilirse Roger kelimesi de İngilizce'de 'R' harfinin tanımı için kullanılır, yani Roger'in 'R'si denilir.
R harfi ise mors alfabesinde başlangıçta 'Anlama'nın kodu idi.
Sonra konuşmalı iletişime geçilince 'Roger' olarak kullanılmaya başlanıldı. Filmleri tercüme edenlerin ABD bahriyesinde nasıl oluyor da bu kadar Roger bir araya geliyor diye uyanmamaları gerçekten ilginç!
DOKTOR MEŞALİ
Mısır’ın en çok kazanan en yetenekli doktoru idi.
Bir gün muayeneye gelen çocuğa iğne vurması gerekiyordu.
İğne paralı idi.
Anne, “Bu iğneyi alırsam, bir ay açız!” deyince, büyük çocuğu camdan kendini aşağı attı.
İntihar ederken de “Anne kardeşime iyi bak!” dedi.
İşte Her şey Ondan Sonra değişti Meşali için.
Kardeşini yaşatmak ve sofradan bir tabak eksiltmek için kendini feda eden bu kardeşi hiç unutamadı Doktor Meşali.
Zengin muayenehanesini kapattı.
Mısır’ın en fakir mahallesinde muayenehane açtı, tüm hastaları ücretsiz muayene etti
Özellikle çocukları.
Marka kıyafetlerini çıkarıp attı.
Onlar gibi giyindi.
Fakirlerin Doktoru olarak onu tüm Mısır, Tüm Tıp Dünyası tanıdı.
Bu dünyadan bir ADAM geçti…
Fakirlerin,
Kimsesizlerin doktoru.
Muhammet Abdülgaffar Meşali...
Mekânı Cennet Olsun.
Bu yazıyı okuyunca aklıma Çanakkale’de yaşamış biri geldi.
Doktor Hayım Molinas…
1960’lı yıllarda doktorluk yapan Hayım Molinas gecesini gündüzüne katarak bütün zorluklara rağmen evinin bir odasını muayenehane haline getirip Çanakkalelilere hizmet vermişti.
Dr. Hayım Molinas köylere de eşek sırtında gidip hastalarını muayene ederdi.
Parası olmayanlar ise kendisine yumurta, tavuk, zeytin ve çeşitli meyveler verirdi.
O da onların bu hediyeleri karşışında şaşırırdı.
Gariban dostu Dr. Hayım Molinas parası olmayanlardan da tek kuruş almazdı.
Dr. Hayım Molinas’ın kızı Nil Molinas Mandel’de yine babasının izinden giderek doktor oldu.
Profesör olan kızı Nil Molinas bir röportajında şunları demiş:
“Unutmayın ki, ben Çanakkale’de büyüdüm, Çanakkaleliyim. Aslında, bütün hastalarıma yakın ilgi gösteririm. Ama Çanakkale’den her hangi bir nedenle gelenlerin sorunlarını çözmeye gayret ettiğim çok doğrudur. Özellikle bana güvenerek gelenleri hayal kırıklığına uğratmak istemem. Önce insan olmamızı öğütleyen annem ve babamın yolunda gitmeye çalışıyorum…”
ESTONYA FERİBOT SENDROMU
1980 yılında Almanya MayerWerft tersanesinde inşa edilen Estonya Feribotu battı 852 yolcu öldü ve 137 kişi bu kazadan kurtulabildi.
Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yatarak batan feribot, gemi mühendislerim tarafından aileleriyle görüşüp geçmişlerini incelediler.
Ölenlerin %98’inin çok iyi yüzme bildiklerini belirleyen uzmanlar son olarak kazadan kurtulanlarla görüştüler.
Ortaya çıkan sonuç şuydu:
Feribot 28 Eylül gece 00.50’de sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı. Feribota giren sular 50 cm yüksekliğe ulaştı ve feribot yan yatmaya başladı.
Su miktarının artmasıyla birlikte tahliye işlemi başladı.
Ancak 987 yolcudan sadece 137’si su almaya başlar başlamaz feribotu terk etti. Geri kalan 852 yolcu ise, gemi kaptanının “Panik yapmayın; dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak su boşaltma işlemini izlediler.
Saatler ilerledikçe feribot daha da yattı ama 852 yolcu izlemeye devam etti.
Saatler 01.50’de tamamen sulara gömüldü.
Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen son saniyeye kadar izleyenler psikoloji ders kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer almıştır.
Halen o insanların davranış şekillerine psikoloji bilimi mantıklı bir açıklama getirememiştir.
İşte Türkiye’de de bugün Estonya Feribotu Sendromu yaşanıyor.
Gerek Türkiye’deki gerekse dünyadaki ekonomi uzmanları “Türkiye'de bir krizin geldiğini, şu an yaşanmaya başlandığını” örneklerle anlatıyor.
Faizlerin yükselmesi,
Dövizin Merkez Bankası’nın çabalarına rağmen düşmemesi,
İşsizliğin artması,
Her yıl artan dış borç,
70 milyonluk ülkenin 60 milyonunun borç batağında olması ve daha birçok kriter, Türkiye’de yaşanması muhtemel bir ekonomik faciayı işaret ediyor.
Açıklanan verilerde görüyoruz ki tüketici ve konut kredilerinde rekor kırıldı.
Halk, bankalardan sanki bedava veriliyormuş gibi kredi çekip 200 bin liralık evi 400 bin liraya aldı, bir televizyonu olan ikincisini 12 ay taksitle aldı.
5 yıldızlı tatil köyünde 5 gün tatil için 12 ay borçlandı.
Bir tarafta sıcak paranın artık gelmemesi nedeniyle ekonomiyi bir türlü derleyip toparlayamayan bir hükümet, diğer tarafta felaketi görüp de “Bize bir şey olmaz” diyerek izleyen kahraman Türk halkı.
Yabancılar bir gün sonrasını bile karanlık görüp gemiyi terk ederken, halkımız tıpkı Estonya Feribotu’ndaki 852 kişi gibi batışı seyrediyor.
Üstelik can yeleğini takmadan yani harcamalarını kısıp tasarruf yapmadan.
Sanıyorum bir gün Feribot Sendromu’nu inceleyen davranış psikolojisi uzmanları, Türk insanının rahatlığını ve cesaretini de analiz ederler...
Alıntı Erdem Yazıcıoğlu