EV ALMA KOMŞU AL!

Orman yangınları bu sene canımızı fazlasıyla yaktı.

Ciğerimiz yandı, hayatlar söndü, yaşam kalitemiz çöktü.

Nedenlerine girsek 20 bin tane sebep söyleriz.

Hükümet politikasından, insan kalitesine kadar hepsi var.

Haydi orman yandı, evler nasıl yandı?

Bahçesindeki ağaçtan, önündeki pergoleden ve birçok sebep.

Bir arkadaşım var.

Komşusunun bahçesindeki çam ağacının yarısı, kendi evinin çatısına dayanmış.

Korkuyor bir yangın olasılığından.

Yaprak dökümünden oluşan pisliği ile kuş varlığının pisliği ayrı.

Düşünsenize her gün komşunuzun ağaç döküntülerini bahçenizden, balkonunuzdan ve çatınızdan temizlemek zorunda kalıyorsunuz.

O kadar ikaza rağmen bırakın kesmeyi, bir budama dahi yapmıyor.

“Belediye şahıslara ait ağaçlara bir şey yapamıyormuş.”

Öyle dedi kendisi.

Eee?

Ne olacak peki?

Kırk yıllık komşuyu mahkemeye mi verecek?

Yeni bir husumet mi başlayacak?

İnternetten bulabildiğim yapılabilecekler listesi şöyle.

Dostane çözüm:

Önce komşunuzla konuşup, ağacın budanmasını veya bakımını rica edin. Çoğu zaman en kolay çözüm budur.

Denenmiş ama komşunun umurunda değil…

Budama hakkı:

Eğer dallar sizin bahçenize/balkonunuza sarkıyorsa ve komşunuz uyarınıza rağmen düzeltmezse, sınırlarınızı aşan kısımları kendiniz kesip, budayabilirsiniz. (Ama ağaç kökten kesilemez.)

Siz keserken komşu görüp “Ne yapıyorsun?” dese bile bir husumet başlangıcı olabilir.

Resmî yol:

Sorun büyürse, sulh hukuk mahkemesine başvurabilirsiniz.

Hâkim, ağacın kesilmesine veya budanmasına karar verebilir.

Ne kadar zor bir durum değil mi?

Allah kimseye anlayışsız bir komşu vermesin.

Derler ya:

“Ev alma, komşu al” diye.

İşte örneği.

İşin yangın boyutu da var.

Yangın olduğunda o ağaç yüzünden evinizin yandığını düşünün.

O kadar ikazınıza rağmen kılını kıpırdatmamış komşunuz hakkında, yanmış evinize bakarken ne düşünürsünüz?

CUMANIN PAZARI

“Marmara bölgesinin en büyük pazarı” diye övünürüz Cuma pazarımızla.

Hakikaten yer olarak, büyüklük olarak, çeşitlilik olarak bize oldukça iyi hizmet veriyor.

Bu konuda hiçbir şikâyet yok.

Ancak yazları sıcak oluşu, kışın soğuk oluşu üzerine hala her hangi bir girişim yok.

Bilhassa esnafların işkence çekmelerine karşı hala bir şeyler yapılmıyor olması üzücü bir durum.

Misal koskocaman pazarın üzerine güneş panelleri yapılarak pazar alanı, klimalarla bir nebze soğutulup, ısıtılabilir.

Veya ısıtıcılı pervaneler konulabilir.

Ama gelelim asıl konuya.

Şehrimizde var olan ve şehrin içine kurulan Salı ve Pazar pazarları neden kaldırıldı?

Çünkü hem trafik, hem gürültü hem de çöpler yüzünden önüne geçilmez bir hal almıştı.

O civarlarda yaşayan insanlar bizlere bile defalarca gelip şikâyetlerini bildirmişlerdi.

Sonuçta yorgan gitti, kavga bitti.

Bu arada yorgan hikâyesini anlatmadan da geçmek olmaz.

Hikâye şöyle:

Nasreddin Hoca, bir kış günü, gece yarısı, kapısının önünde bir gürültü duymuş.

Soğuktan dolayı yorganını sırtına alarak dışarı çıkmış.

Birkaç kişinin kavga ettiğini görmüş.

Hemen yorganını bir kenara bırakarak onları ayırmaya girişmiş.

Bu arada açıkgözün birisi, Nasreddin Hoca’nın güzelim yün yorganını çalıp kaçmış.

Az sonra Hoca’nın da gayretleriyle kavga bitmiş, taraflar barışmış.

Ama Nasreddin Hoca, evine yorgansız dönmüş.

Karısı: “Kavga neden çıkmış, öğrendin mi?” diye sormuş Hoca’ya.

Nasreddin Hoca, gülerek cevaplamış:

“Hatun, ne sorup duruyorsun. Meğer kavga bizim yorgan yüzündenmiş. Yorgan gitti, kavga bitti işte.”

Şimdilerde bu Cuma pazarının en büyük derdi ise Otoparkı.

Gelen arabaların hiç biri park edecek yer bulamıyor, sürekli olarak otoparkında bir kaos yaşanıyor.

En son çare olarak insanlar, 23 Nisan Köprüsü’nün Barbaros tarafına park etmeye ve bu sefer orada bir trafik kaos oluşmasına sebep olmaya başladılar.

Salı Pazarı ile Pazar Pazarının kaldırılma sebepleri bu sefer burada yaşanmaya başladı.

Bu otopark sirkülasyonu sebebi ile müşteri yoğunluğunu fark eden seyyar satıcılar da köprünün bu tarafını mesken tutarak bir başka Pazar yeri kuruyorlar.

O bölgede bulunan zincir marketlerin de yoğunluğunu katarsanız, Cuma başta olmak üzere diğer pazarların kurulduğu günlerde de bu bölge çekilmez bir hal alıyor.

Hele ki köprüden geçen motosikletleri de düşünürseniz, burası tam bir Uzakdoğu kentine dönüşüyor.

Zamanla gelip seyyar satıcıları ikaz eden belediye zabıtaları olsun, ne de köprüden geçenlere ceza yazan trafik polisleri olsun palyatif tedbirlerle bu kaosu çözemiyorlar.

Pazarın kurulduğu tüm günlerde rezalet yaşanıyor.

Tek sebep ise Cuma Pazarı otoparkının yetersiz olması.

Bence derhal kollar sıvanmalı ve buna bir çare bulunmalıdır.

Yoksa Avrupalı olacağız derken, Uzakdoğudan öteye gidemeyeceğiz.

AH DOMUZLAR

Bu konuyu yazmadan önce rahmetli yazar Hasan Pulur’dan alıntıladığım bir öyküyü sizlere aktarmak isterim.

Tarım İl Müdürlükleri, her yıl bölgelerindeki vahşi hayvanların sayısını yazar, listeyi bakanlığa gönderirlermiş.

Her yıl aynı sayıymış yani...

Bir ile atanan yeni müdür, “Bu domuzlar hiç mi üremiyor? Azıcık değişiklik yapalım, ayıp oluyor!” demiş ve yabani domuzların sayısına 100 domuz ekleyivermiş.

Eski memur, “Müdür Bey, etmeyin eylemeyin, başımız derde girer!” demişse de dinlememiş…

Bir hafta sonra bakanlıktan bir yazı gelmiş:

“Domuz sayısındaki bu artışın nedenini belirtiniz?”

Müdür, kendi marifetini kendisi bir mazeret uydurarak temizlemek istemiş:

“Komşu bölgede sürek avı yapıldığından, 100 domuz sınırı geçerek bizim bölgeye sığınmıştır.”

Bakanlıktan bir yazı daha gelmiş:

“Ödenek gönderiyoruz, sürek avı yapın, size sığınan 100 domuzu geldikleri yere sürün, listelerde değişiklik yapılmasını önleyin…”

Hikâye bu kadar.

O tarihlerde ülkemiz bürokrasisinin geldiği noktayı hicveden bu yazının ardından ne olmuş?

Bakalım.

2015 yılında rahmetli bir yazı daha yazmış.

Şöyle ki:

Aradan en azından 30 yıl geçmiş.

Ve bilin bakalım ne olmuş?

Hikâye bu ülkede yaşanmış.

Yavuz Donat, Odalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun, Başbakan Erdoğan'a bir bürokratik hikâye anlattığını yazmış...

“Bakanlık bir genelge yollamış, tarıma zarar veren hayvan sayısı, bölgenizde 150’yi aşınca sürek avı düzenleyin” demiş...

Yazışmalar başlamış, kimse kendi “Bölgesindeki yabani domuz sayısını 150'nin üzerinde çıkarmadığı için” sürek avı düzenlenmiyormuş...

Derken birisi yanlış hesap yapmış, ve bölgede 50 domuz fazla çıkarmış.

Al başına derdi!

Ve sürek avları başlamış...

Domuz sayısı 50 fazla olan ilin sürek avından kaçan 50 domuz komşu ile geçmiş, o ilden de başka ile...

Yani 50 domuz önce komşu ile geçiyor, komşu ilden de komşunun komşusuna...

Kâğıt üzerinde süren bu “Sürek avı” sonunda gelmiş, Doğu illerinden birine dayanmış...

Ankara sormuş:

“50 domuz ne oldu?”

Cevap gelmiş:

“Sürek avına çıkıldı, ancak domuzlar sınır ötesine, Ermenistan'a kaçtı.”

Ermenistan ile diplomatik ilişki olmadığı için domuz hikâyesi böylece bitmiş...

Gelelim bizim domuzlara.

Bizimkiler nerede?

Avcı bir arkadaşım anlattı.

En son yanan ormanlar sonucunda sorabilirsiniz:

“Ormanda yaşayan hayvanlara ne oldu?” diye.

Bana anlatılana göre Güzelyalı tarafındaki domuzların hepsi Kumkale’deki sazlıklara sığınmışlar.

Allah kimseyi yuvasından etmesin.

İnsan denilen uygar varlığın çıkardığı aptal bir yangın yüzünden zavallı domuzların çektiğine bakın.

Sadece domuzlar mı?

Diğer tavşanlar, sincaplar, kuşlar, böcekler!

Zavallılar, ne yapacaklar şimdi?

BİRAZ DA TEBESSÜM

Mahallede yaşlı teyzenin bir bakkal dükkânı varmış.

Tam karşısında da dev bir market açılmış. İkisi de dükkânlarının önündeki camekâna mallarının fiyatlarını yazıp asmaya başlamışlar.

Süpermarket: “Tereyağı 250 lira” yazınca,

Teyze: “Tereyağı 220 lira” diye ilan asmış...

Ertesi gün süpermarket hemen, Tereyağı “200 lira” diye bir ilan asmış,

Teyze bu sefer “Tereyağı geldi 150 lira” diye kâğıt yapıştırmış.

“Teyzeciğim bunlarla uğraşma bunlar büyük miktarda mal satın alma gücünü kullanırken zarar etmezler ama sen yok olursun” demiş müşterisi.

Teyze, arkasını dönüp dükkânına girerken cevaplamış soruyu:

“Ben hiç Tereyağı satmam ki, bari millet ucuza alsın…”

GÜN GELİR

Gün gelir...

Hırsızlar zengin...

Metresler eş...

Serseriler adam olur...

Odundan kapı, taştan saray olur...

Gün gelir...

Kezbanlar destan...

Onları destan yapanlar mestan olur...

Gün gelir...

Çivisi çıkar dünyanın...

Konuşamayanlar hatip...

Şifa veremeyenler tabip...

Yazamayanlar kâtip olur...

Ama yine öyle bir gün gelir ki...

İşler ters döner;

Aldatan, bir gün sadakat için...

Çalan, bir gün adalet için...

Döven, bir gün şefkat için yalvarır...

'Piyon' deyip geçme, gün gelir şâh olur...

Şâha da fazla güvenme...

Gün gelir mat olur.

İnsan yaratıcısına bile nankör iken Sana vefalı mı olur?

Oluruna bırak her şeyi bak neler neler olur...

Bahar biter kış olur.

Gün biter gece olur.

Söz biter sükût olur.

Zenginlerde metelik,

Güzellerde cemâl,

Güçlülerde kuvvet kalmaz olur...

Hayaller kaybolur...

Ümitler yok olur...

Hayat bazen boş olur, saçma olur, Çekilmez olur, yalan olur...

Gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...

Ve Öyle bir gün gelir ki:

Hayat biter son olur...

Gün artık gelmez olur...

Alıntıdır.

90 YAŞINDA ÖĞÜTLER

1. Hayat adil değil ama yine de güzel!

2. Hayat o kadar kısa ki, birisinden nefret ederek vakit harcama.

3. Kimse ama kimse, hayatı çok ciddiye almamalı!

4. Her gün mutlaka dışarı çık, mucizeler her yerde!

5. Her tartışmayı kazanmak zorunda değilsin.

6. Hayatı çok fazla sorgulama, harekete geç ve gerekeni şimdi yap.

7. İlk maaşından itibaren, emeklilik için para biriktirmeye başla.

8. Konu çikolata olunca, direnmek gereksizdir.

9. Geçmişinle barış ki, geleceğini zehir etmesin.

10. Çocuklarının seni ağlarken görmesinde sorun yok.

11. Hayatını, başkalarının hayatı ile kıyaslama. Hangi koşullardan geçerek buraya geldiklerini bilemezsin.

12. Eğer ilişkinin bilinmemesini istiyorsan, o ilişki içinde olmamalısın.

13. Mutlu bir çocukluk yaşamak için hiç bir zaman geç değil. Yeniden çocukluğunu yaşamak tamamen sana bağlı ve kimse de karışamaz!

14. Hayatta neye tutku duyuyorsan peşinden gitmeli ve bu yolda ‘hayır’ı bir cevap olarak kabul etmemelisin.

15. Güzel mumlarını yak, güzel çarşaflarını ser, çeyizindeki yemek takımını kullan.

Özel günleri bekleme, bugün gayet de özel!

16. Mor giymek için daha da yaşlanmayı bekleme, eksantrik olmanın tam sırası!

17. Çok kötü olaylardan sonra şöyle düşün:  “5 yıl sonra bu olayın bir önemi olacak mı?”

18. Herkesi ve her yapılanı bağışla.

19. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğünden sana ne!

20. Ne demişler, zaman her şeyin ilacı!

Zaman ver.

21. Durum ne kadar iyi ya da kötü olursa olsun, değişecek.

22. Hasta olduğunda, İŞİN sana bakmayacak, arkadaşların bakacak, dostlarına zaman ayır.

23. Mucizelere inan.

24. Unutma, seni öldürmeyen şey, seni güçlü kılar.

25. En iyi şeyler henüz gerçekleşmeyenler, umudunu kaybetme.

26.Ne yapacağını bilemediğinde, birkaç derin nefes al, iyi gelecektir.

27.Güzel bir pakette ve kurdeleyle bağlı değil ama

Hayat yine de bir hediye...