Rusya'da yapılan bir sokak röportajında vatandaşlara “Kana kırmızı rengi ne verir?” sorusuna, 100 kişiden 98'i “Alyuvarlar” demiş.
Türkiye'de ise; “100 kişiden 40’'ı vişne, 30 kişi domates, 27 kişi karpuz” demiş.
3 kişi de “Alyuvarlar” demiş.
Ülkemizde sosyal medyada anlatan adam inanmamış ve eline mikrofonu alıp çıkmış sokağa.
Yoldan geçen vatandaşlara sormuş canlı, canlı.
Bilin bakalım ne olmuş?
Ne mi olmuş?
Adamın dediği doğru çıkmış.
“Kana kırmızı rengi ne verir?” sorusuna bizim ülkede “Pekmez!” diyenler bile olmuş.
Adam dalga geçer gibi, “Peki hangi pekmez?” diye sorunca bizim vatandaş bilmiş tavırla; “Tabi ki üzüm pekmezi” demiş.
Arada “Çilek” diyen olmuş,
“Bayrak” diyen bile olmuş.
Kısaca 100 kişi içinde “Alyuvarlar” diyemeyen, “97 kişi” varmış.
Şimdi siz her gün “Neden bu hale geldik?” diye soruyorsunuz ya.
Her şey ortada.
Çünkü bu “Vişneci, domatesçi ve karpuzcu” vatandaşlar seçim zamanı gidip oy kullanıyor da ondan.
DEĞER BİLMEK
Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:
“Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gider:
Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan ‘Kaş’ dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
Çocuk en son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”
Öğrenci sorar: “Siz ne veriyorsunuz?”
“Ne istiyorsan veririm” demiş kuyumcu.
Öğrenci, “Hayır veremem” diye taşı almak için uzanınca, kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker ve sonunda mücevheri alıp kuyumcudan çıkar.
Öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar.
Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da “Mücevher” diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler…
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar:
“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
İşte böyle…
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...
BİR ÇİVİNİN BEDELİ
Muharrem İnce CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı iken oldukça sık olarak kullanırdı bu sözü.
İşte o sözün kısa hikâyesi:
Vaktiyle bir demirci ustası varmış.
Çıraklarından biri, at nalını çakarken tek bir çiviyi çakmayı unutmuş.
At, birkaç gün sonra koşarken nalı düşmüş.
Nal düşünce at sendelemiş, düşmüş ve binicisi yaralanmış.
O binici aslında bir hükümdarın ordusuna çok önemli bir haber götürmekle görevliymiş.
Haber yerine ulaşamayınca savaş kaybedilmiş.
Savaş kaybedilince koca bir ülke yıkıma uğramış.
Sonunda herkes demiş ki:
“Bir çivi eksikliği, bir nalı; bir nal, bir atı; bir at, bir adamı; bir adam da bir ülkeyi kaybettirdi.”
Alınacak ders şöyleymiş:
“Küçük gördüğün şeyleri ihmal etme, bazen en küçük ayrıntı en büyük sonuçları doğurur.”
O vakitler de Muharrem İnce şunu söylemişti;
Verilen tek oy ülkenin geleceğini değiştirebilir.
Oylarınıza sahip çıkın…
YENİ KELİMELER
“Çayyaş”
Çay bağımlısı kimse.
“Dekılte”
Erkeklerin gömleklerini göğüs hizasında yarıya kadar açarak sergilediği kıllı, altın kolyeli görüntü.
“Hiç çamaşırı”
Transparan kadın çamaşırı.
“Cinekolog”
İçine cin girmiş kadınlara cinsel tacizde bulunan hoca, üfürükçü.
“Kankamatik”
Yolsuz kalındığında borç para alınabilen yakın arkadaş.
“İçerdöver”
Her akşam eve sarhoş gelip karısını, çocuğunu döven koca veya baba.
“Sinirbaz”
Sizi her defasında sinirlendirebilen çok özel kimse.
“Lafıza kaybı”
Söyleyecek sözün unutulması.
“Keldiven”
Saçı olmayan erkeklerin, kafalarını soğuk hava, yağmur gibi dış etkilerden korumak için kullandıkları şapka, peruk gibi gereçler.
“Markalemun”
Saç şeklini ve rengini üzerindeki marka giysiye göre değiştiren, dış görünüşüne aşırı önem veren boş ve sığ insan.
“Jeloğlan”
Saçlarına jöle sürmeden asla dışarı çıkmayan genç erkek.
“Tö be or not tö be”
Kötü alışkanlıkları olup ta bir türlü bırakma cesareti gösteremeyen kişi.
“Keşportacı”
Sokağa tezgâh açmış uyuşturucu satıcısı.
“Shopşal”
Alışveriş merkezlerinde saatlerce aylak aylak dolaşan, boş boş vitrinlere bakan işsiz-güçsüz kimse.
“Şenformasyon”
İyi, müjdeli haber.
“Tükürükçe”
Konuşurken ağızlarından çok fazla tükürük saçan kişilerin lisanı.
“Tıntınager”
13-19 yaşlarında boş ve cahil genç.
“Keneffüs”
Ders aralarında verilen hacet molası.
“Notlakçı”
Sınavlara, başkalarının notlarından fotokopi çekerek hazırlanan beleşçi öğrenci.
KİME GÖRE?
Karıncaya sormuşlar:
“Hayvanları anlatır mısın?” diye.
“Tabi ki” demiş ve anlatmış:
“Hayvanlar ikiye ayrılır:
1.grup: Aslan, Kaplan, Yılan gibi şefkatli ve iyi huylu hayvanlar.
2.grup: Tavuk, Kaz, Ördek gibi zalim ve yırtıcı hayvanlar.”
DEVLER Mİ?
Eski Mezopotamya kabartmalarında; “Krallar ve Tanrılar devasa boyutlarda, yanlarındaki İnsanlar ise küçücük işlenir…”
Ana akım tarihçiler bunu hep aynı şekilde açıklar: “Önemli olan büyük çizilir, sıradan olan küçük…”
Peki ama Sümer tabletleri bizlere önemli ipucu veriyor…
Örneğin;
1. Gilgameş Destanı:
“Gilgameş, tanrıların üçte ikisi, insanın üçte biri idi… Bedeni dağlar gibi yüksekti, kolları boğa gibi güçlüydü…” çevirisinde Gilgameş, iki-üç insan boyunda dev olarak tarif edildi…
2. Atrahasis Destanı:
“Tanrılar gökten indiler, boyları insanlardan çok daha büyüktü; insanların arasında dev gibi dolaştılar…” çevirisinde açıkça boy farkı vurgulanır, sıradan bir sembol değil, gözle görülür bir devlik betimlemesi vardır…
3. Enuma Eliş (Yaratılış Destanı):
“Tanrılar gökten indiklerinde, yeryüzü onların ağırlığıyla sarsıldı; dağlar onların adımlarının altında titredi…” çevirisinde, devasa varlıkların gücünü ve gerçek boyutlarını simgeler…
4. Sümer Krallar Listesi:
Bazı kralların ömrü “28.000 yıl” ya da “36.000 yıl” olarak verilir…
Bu anlatımda ise, olağanüstü uzun yaşamlar, insanüstü varlıkların işaretleri olarak kabul edilir…
Şimdi Tabletlerde ve kabartmalarda geçen bu detaylar, sadece sembolik bir hiyerarşiyi mi gösteriyor, yoksa atalarımız gerçekten insanlardan çok daha iri, görkemli varlıklarla mı karşılaştı?
Anunnakiler’in boylarıyla ilgili betimlemeler, Gilgameş gibi kahramanların tanrısal ölçekte tarifleri ve devasa kralların olağanüstü ömürleri, “İnsanüstü” bir gerçekliğe işaret ediyor olabilir mi?
Peki ya siz ne düşünüyorsunuz?
Sizce bu tasvirler sadece sembolik bir gelenek mi, yoksa Anunnakiler’in dev boylarının gerçek izleri mi?
(Alıntı: Tarık Demir)
UYANIŞ!
1973'te bir adam “Fiziksel bedeninden çıkmayı” öğrendi.
Jüpiter'e “Zihinsel olarak yolculuk” etti ve halkalarını tarif etti.
6 yıl sonra NASA'nın Voyager 1 uzay aracı, Jüpiter ile ilgili bildirdiği her ayrıntıyı doğruladı.
Ancak, bilinç hakkında keşfettiği şey bizi dehşete düşürecek nitelikteydi.
Adı mı?
“Ingo Swann…”
Bilimsel geçmişi olmayan Coloradolu bir sanatçı.
Ama sıra dışı bir yeteneği vardı.
Bedenini istediği zaman terk edebiliyordu.
Ingo buna “Uzaktan görüntüleme” adını verdi.
Bilim insanları “İmkansız” dedi
Ta ki onu test edene kadar...
Ingo, Stanford Araştırma Enstitüsü'ndeki (SRI) araştırmacılarla çalıştı.
Ona rastgele coğrafi koordinatlar verdiler.
Konumları gerçek zamanlı olarak tarif etti.
Binlerce kilometre öteden.
Ürkütücü bir doğrulukla.
Dağlar.
Binalar.
Hatta yeraltı sığınakları.
Sonra sınırları zorladılar
“Ya ona uzayda koordinatlar versek?”
Ingo kabul etti
Hedef:
Jüpiter...
1973 yılıydı.
NASA'nın Pioneer 10'u henüz uçmuştu, ancak Jüpiter hakkında hâlâ pek bir şey bilinmiyordu.
Ingo'nun daha sonra anlattığı şey onları şaşkına çevirdi.
Şöyle bildirdi:
• Jüpiter'in etrafındaki halkalar; Hidrojen, helyum ve kristallerden oluşan ince bir atmosferdir.
Jupiter’de devasa fırtınalar ve şimşekler ile yüzeyden yükselen dağlar mevcuttu.
Bilim insanları “Halkaları” bir hayal ürünü olarak değerlendirdi.
Ta ki 1979'a kadar
1979'da Voyager 1, Jüpiter'in yanından geçti.
Şunları buldu:
• Ingo'nun tam olarak söylediği yerde soluk halkalar vardı.
• Kimyasal bileşim, tanımıyla uyuşuyordu.
• Io’da (Jüpiter'in uydusu) öngördüğü büyük volkanik aktivite mevcuttu.
Ingo'nun “Fantezisisi” birdenbire bilim olmuştu.
NASA sessiz kaldı.
Ama CIA sessiz kalmadı.
Ingo'nun Jüpiter oturumunu sınıflandırdılar.
Ve onu çok gizli programlar üzerinde çalışmaya davet ettiler.
Kod adı: “STAR GATE”
Görev: “Soğuk Savaş sırasında casusluk için uzaktan görüntüleme kullanmak.”
Sonraki 20 yıl boyunca Ingo, medyumlar ve askeri istihbarat subaylarıyla çalıştı.
Şunları gözetledi:
• Sovyet nükleer tesisleri.
• Çin füze testleri.
• Gizli yeraltı yapıları.
Programa milyarlarca dolar yatırıldı.
Ama kamuoyuna anlatmadıkları kısım şu:
Ingo'nun seyahatleri gezegenlerle sınırlı değildi. Başka boyutlara erişebildiğini iddia etti.
“İnsan dışı zekaları” tanımladı.
Ve yanı başımızda var olan ama duyularımıza göre olmayan medeniyetleri.
Bu durum CIA'i dehşete düşürdü.
Ingo, bilincin uzay veya zamana bağlı olmadığını söyledi:
“Zihniniz beyin değildir, bilincin içindedir ve evrensel bir alanın parçasıdır.”
Uzaktan izleme, ona göre, gerçekte olduğumuz şeyin bir yan etkisiydi:
Sınırsız farkındalık, geçici olarak bir beden giyiyordu.
Şu uyarıda bulundu:
“İnsanlar bilinçlerinin gerçek kapsamını anlasalardı, hükümetler onları asla kontrol edemezdi.”
“Bedenden ayrılma” yeteneği şu anlama geliyordu:
• Hiçbir hapishane sizi tutamazdı
• Hiçbir sır sizden saklanamazdı
• Hiçbir savaş gerçekten gizlenemezdi
CIA'nın gizliliği kaldırılmış belgeleri (1995'te yayınlandı) şunları doğruladı:
• Uzaktan görüntüleme, eyleme geçirilebilir istihbarat üretti.
• Ingo'nun Jüpiter verileri kayıtlardaydı.
• Stargate yirmi yıldan uzun süredir varlığını sürdürüyordu.
2013'te ölmeden önce notlarında buna dair ipuçları vermişti.
Ingo'ya göre:
Fiziksel dünya bir eğitim alanıdır.
Bilincimizi bilinçli bir şekilde kullanmayı öğrenmek için buradayız.
Bunu başardığımızda, istediğimiz zaman simülasyonun dışına çıkabiliriz.
Ve sonra?
Oyun değişir...