Bizden 4 buçuk milyar yıl uzakta bir medeniyet varsa, şu an bizi göremiyorlar.
Neden mi?
Çünkü: ışık saniyede 300 bin kilometre hızla ilerlese onlara ulaşması için tam 4 buçuk milyar yıl gerekiyor.
Ama sorun şu:
Dünyanın yaşı da yaklaşık 4 buçuk milyar yıl.
Yani onların teleskoplarıyla gördüğü dünya toz halinde henüz. Ne dinozor var, ne de insan…
Evrenin bu garip zaman oyunu medeniyetleri birbirinden ayırıyor.
Belki de bu yüzden kimse birbirine ulaşamıyor.
Fatih Altaylı rahmetli Yaşar Nuri Öztürk'ü konuk etmiş ve soruyor:
"Trilyonlarca güneş sistemi, yine trilyonlarca gezegen ve gezegenlerde ihtimal ki akıllı yaratıklar var."
Öztürk cevaplıyor:
"Kur'an'a göre ihtimal değil, kesin! 'Biz insanoğlunu, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.'
Demek ki insanoğlundan daha üstün varlıklar var. Başka bir çok ayette de 'Göklerde ve yerde, semavattaki diğer şuurlu varlıklar' diyor insan dışında. Yeryüzünde şuurlu varlığı insandan ibaret görelim. Böyle bir inhisarcılık yapalım. Ama öbür âlemlerdeki şuurlu varlıklar kim? Var… Bunları Kur'an defalarca söylüyor. Bilmiyoruz onları… 'Biz insanı yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık' diyor. Hepsinden demiyor… İşte o aradakiler kimlerdir? Bizden üstün olan birileri var… Ben şahsen hayatın küreye bahşedilecek kadar basit olmadığını düşünüyorum… Böyle bir şey olmaz. Bir biçimde öbür tarafları var bunun… Nasıl? Ne bileyim ben!"
KADINLAR DİKKAT!
Sosyal medyada buldum.
Başlığı şu:
ABD polis okulundan tavsiyeler.
Konusu ise;
Kadınlara saldırı veya hırsızlık durumunda faydalı tavsiyeler.
1. Dirsek, vücudumuzun en güçlü kısmıdır. Kullanabilecek kadar yakınsanız, yapın!
2. Hırsız sizden cüzdanınızı veya cüzdanınızı isterse: Onlara hemen vermeyin ve kenara doğru atın. Size saldırmak yerine nesneye doğru koşma ihtimali yüksek.
Sonunda da mümkün olduğunca hızlı kaçmaya bakın!
3. Bir araba bagajında kilitli kaldıysanız: içeriden arka farları sökün ve sonra da kolunuzu açıklığa sokup çılgınca sallayın. Bu, sürücü hariç herkesin dikkatini çekecek.
4. Arabana biner binmez kapıları kilitle ve git. (Çalıştıktan veya alışverişe gittikten sonra kadınlar hesap yapmak, not yazmak vs için arabalarında bir süre oturur.)
5. Park ve garajlarda bazı güvenlik ipuçları:
a) Uyanık ol... Etrafına bir bak.
b) Aracınızın her iki yanına park edilmiş arabaları izleyin... Özellikle de yanınızda duran arabada yalnız oturan bir adam görürseniz, ofisinize veya alışveriş merkezinize geri dönüp sizi götürmesi için bir koruma veya polis memurundan yardım istemeniz daha iyi olabilir. (Paranoyak olmak zarar görmekten iyidir). .
6. Her zaman merdiven yerine asansöre bin. (Merdivenler geceleri tekin olmayabilir)
7. Eğer bir saldırganın silahı var ama seni tutmuyorsa, Koş! (Kurşunun isabet etme ihtimali %4'tür ve öyle olsa bile kurşunlar hayati bir organa nadir isabet eder.)
O sebeple mümkünse de zikzak çizerek Koş!
Örnekler:
Kadınlar her zaman yufka yüreklidir.
Ted Bundy;
Kadınları taciz eden seri katil, yakışıklı ve eğitimli bir adamdı.
Kadınların kandırmak için her zaman kendi sempatikliğine güvenerek: "Bastonla yürüyüp topallıyordu ve kadınların aracına binmek için yardım istiyordu."
Ağlayan bebeğin hikâyesini hatırlayın.
Bir kadın kapısının önünde bebek ağlamaları duydu.
Kapıyı açmak yerine polisi aradı.
Çünkü akşam geç saatlerde bu durum ona garip gelmişti.
Polis "Her şeyden önce açmayın!" diyordu.
Ama yinede "Bebeğin sokağa çıkıp bir araba çarpmasından" korktu.
Polis yine de ona:
"Sakın kapıyı açma!"
Ona, "Bir seri katilin bir bebek ağlamasını kayıt ederek, evde kalan yalnız kadınların acıma duygularına hitap edip evlerine zorla girmek için kullandığı" anlatıldı.
Polis her zaman diyor ki:
"Bebek ağlaması duyarsanız lütfen açmayın!"
ABD'de yaşanan bu olaylar bize yabancı gelebilir.
Ama yine de dikkatli olmak lazım…
FELSEFE
Üniversitede bir hocamız şöyle demişti."Üniversite, siz mezun olduktan sonra kendinizi nasıl pazarlayabileceğinizin öğretildiği ve bununla ilgili eğitim aldığınız yerdir."
"Eğitimin sektör haline dönüşüp, parayla istenilen bölümü okunup, hatta sahte diplomalarla istenilen akademik düzeye gelindiğini görünce daha iyi anladım kendisini" diyor bu yazıyı yazan.
Bir insanla paylaşıma girmek, muhtemel olarak kendinizden bir parçayı satmayı göze almak demektir.
Çünkü dünya ve insanlar sürekli bir parçanızı satmanızı talep eder.
Belki de bundan dolayı Montaigne:
"Benim bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır. İnsanlar hiçbir şeyimi almazlarsa, bana çok şey vermiş olurlar. Hiçbir kötülük etmezlerse, yeterince iyilik etmiş olurlar" der.
Hakan Günday da şöyle katkı yapar:
"İnsanın kullandığı ilk alet, başka bir insandır. "
“Zengin olmanın amacı, diğer insanlara ihtiyaç duymamak ve başkalarıyla iyi geçinmek zorunda kalmamaktır” diyor Charlie Munger.
Yani zengin olunca en asgari düzeyde parçanız çalınabiliyor.
Ali Koç'un Cumhurbaşkanının yanında elini cebine soktuğu bir buluşmaları vardı.
Böyle rahat davranabilmesinin nedeni de bu ayrıntıdır.
Yıllardır Allah'tan tek bir isteğim vardır. "Maddi ve manevi bağımsız olabilmek."
"Kimsenin bana ne söyleyeceğimi, ne yapacağımı, ne giyeceğimi, ne dinleyeceğimi, nereye gideceğimi dikte etmediği bir yaşam."
"Bunun bedeli olarak yalnız olmak ve yalnız ölmek istiyorum, o da başka bir konu."
En makul meslek bence, kendinize en fazla zaman ayırıp, en az yıprandığınız meslektir.
Maddi getirisi umurumda bile değil inanın. En değerli şey zaman ise, en değerli meslek, en çok size zaman sunan meslektir.
Böylece en asgari düzeyde kendinizden bir şeyler satmış olursunuz.
Stoa'cılar "Önemli olan çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır." felsefesiyle yaşarlar.
Aslında nedeni basittir.
Sahip olduğumuz her şey bize sahip oluyorsa, kendimizden bir şeyler satmamak için, sahip olmamak en makulü…
Karl Marx'a atfedilen bir söz vardır.
"Katı olan her şey buharlaşır."
Bizde kendi olma bedelimiz için, her gün farklı parçalarımızı satmak zorunda kalabiliyoruz.
(Alıntı)
EĞLENCE
Her diktatörlük bir takıntısı vardır ve mesele budur.
Antik Roma'da halka pide ve eğlence verdiler.
İnsanları eğlenceyle meşgul ettiler.
Ancak diğer diktatörlükler fikirleri, bilgileri kontrol etmek için diğer stratejileri kullanıyordu.
Bunu nasıl yaptılar?
Eğitimi düşürerek, kültürü sınırlayarak, bilgiyi sansürleyerek, bireysel ifadeye olanak tanıyan her şeyi sansürlediler.
Ve unutmamak gerekir ki bu tarih boyunca tekerrür eden bir model olarak hep önümüze geldi.
İspanyol diktatör Francisco Franco'nun rejimine atfedilerek söylenen "3 F ile ülkeyi yönettim" cümlesi aslında Portekiz'de Estado Novo rejimini yıkan Karanfil Devrimi'nin ardından iktidara gelen Diktatör António de Oliveira Salazar'a aittir.
Nedir bu "3F?"
"Futbol", "Fado" ve "Fátima" yı temsil ediyor.
Franco için ise "Fátima" yerine "Fiesta" yı kullandığı söylenir.
Fatima: Katoliklerin hac noktalarından birini temsil ediyor. (Yani dini temsil ediyor)
Futbol: Zaten belli.
Fado: Portekiz halk müziği
Böylece diktaötr Salazar ülkesini "Futbol, Eğlence ve Din" ile meşgul ederek yıllarca yönetmiştir.
KİTABIN GÜCÜ
Bir gün, 12 yaşında siyahî bir kız çocuğu, annesinin çamaşır yıkadığı eve girdi. İçeride bir kütüphane gördü.
Yaklaştı.
Elini uzatıp bir kitap aldı…
Ama ev sahibinin kızı onu durdurdu ve hayatı boyunca unutamayacağı bir cümle söyledi:
-“Sen siyahsın. Siyahlar okumaz.”
Bu cümle onu yıkmadı.
Onu ateşledi.
Ve hayatının yönünü değiştirdi.
Mary McLeod Bethune, 1875’te Güney Carolina’da, eskiden köleleştirilmiş anne babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.
17 kardeşin 15’incisiydi.
Çok küçük yaşta çalışmaya başladı.
Ama o gün, yasa ile değil, ırkçılıkla yasaklanmış bir kitabın karşısında, siyahlarla beyazlar arasındaki gerçek sınırın eğitim olduğunu anladı.
Her gün 16 kilometre yürüyerek siyahî çocuklara ayrılmış mütevazı bir okula gitti.
Okuma yazma öğrendi.
Sonra anne babasına öğretti.
Kardeşlerine öğretti.
Komşularına öğretti.
Tarım işçilerine öğretti.
Kapı kapı dolaştı; okuma yazmayı bir direniş eylemi gibi yaydı.
En iyi öğrenci oldu.
Burs kazandı.
Öğretmen oldu.
Ve o andan itibaren asla öğretmeyi bırakmadı.
Ama misyonu sınıfla sınırlı değildi.
Daytona Beach’te özel bir okul kurdu; bu okul daha sonra Bethune-Cookman Üniversitesi’ne dönüştü.
Hapishanelerde ders verdi.
Eğitmenler yetiştirdi.
Ve dönemin kurumsal ırkçılığıyla kelimelerin, fikirlerin ve eylemin gücüyle mücadele etti.
Mary sadece öğretmiyor; bilinç uyandırıyordu.
Öğrencilerini kimlik çıkartmaya götürüyor, onlara kendi tarihlerini öğretiyor, haklarını talep etmelerini sağlıyordu.
Senato’ya seslendi, liderlerle tartıştı, bildiriler yazdı ve Franklin D. Roosevelt tarafından ırk meseleleri konusunda başkanlık danışmanlığına atandı.
Ona “Mücadelenin First Lady’si” diyorlardı.
Bu, sembolik bir unvan değildi; ondan çok önce Rosa Parks veya Martin Luther King Jr. gibi isimler manşetlere çıkmadan binlerce insana yol açmıştı.
Okuma yazmayı 5.000’den fazla kişiye öğrettiği tahmin ediliyor.
Ama yetiştirdiği, ilham verdiği, ayağa kaldırdığı insanları sayarsak…
Etkisi ölçülemez.
1955’te hayatını kaybetti;
Aynı yıl, siyahî bir terzi otobüste yerini beyaz birine vermeyi reddetti.
Mary bu anı göremedi.
Ama hiç şüphe yok ki o anın tohumlarını o attı.
Çünkü elinde kitapla mücadele eden bir kadının gücü, her türlü ayrımcılık yasasından daha büyüktür.
HEM GÜL HEM DÜŞÜN!
Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
"Şimdi başım dertte" diye düşünmüş köpekcik…
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
"Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?"
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
"Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım" diye düşünmüş leopar…
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.
Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, kızgın leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.
Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok! ”
Sizce leopar ne yapmıştır?
Küçük, büyük olmak işe yaramıyor.
Maharet siyaset yapmakta…