CHP mahalle delege seçimleri başladı.
Beyaz ve Sarı liste olarak “İkiye bölünmüş” bir şekilde seçimlere giren CHP’liler, oylarını ilk olarak Barbaros Mahallesi’nde kullandılar.
“İkiye bölünmüş” lafı bazılarına itici gelebilir, (aynı bana geldiği gibi) o halde bana “Neden böyle dedin?” diyerek sorabilirsiniz.
Buna hakkınız var.
Seçimlere çok listeli girmek “Demokrasi” gereğidir.
Çeşitlilik her zaman tek listeden iyidir.
Böylece her liste kendi fikrini savunacak politikaları rahatlıkla üretebilecektir.
Ancakkk…!
İşte burada duralım.
Ülkemizde demokrasiden doğan çeşitlilik her zaman maraz doğurmuştur ve bir şölen havasında geçecek olan seçimler, bir husumet kavgasına dönüşmüştür. (Bize ait bir durum)
İktidar partisi olan AKP bunu ta baştan iyi çözmüş ve yaptığı tüm seçimlere tek aday olarak girmiş, partici dedikoduları, bölünmeleri önlemiştir.
CHP de, zamanında “Fermuar listelerle” durumu kurtarmıştır.
Ancak şu delege seçimlerinde kendisini güçlü görenlerin böyle bir sisteme başvurmayıp, karşı tarafı rencide edici tavırlarla seçim yapması, gelecek seçimlerde karşılarına “Oy kaybı” olarak çıkacaktır.
Bu malumdur.
Birleştirici özelliği ile ortaya çıkıp, partiyi bölmeden dayanışma sağlayan abiler, partiden uzaklaştı ne hikmetse?
Veya Sarı liste olarak, mevcut iktidarın karşı tarafında yer aldılar.
Size kısaca bir lafım var:
Bu ahval içinde “Ben yaptım oldu” sevdasıyla “Seçim kazanabilirsiniz”, ama aslında kaybediyorsunuz bilesiniz.
Sosyal medyada, renkli liste sahiplerinin birbirlerine slogan şeklinde gönderdikleri “Laf sokucu” paylaşımlarını görüyorum.
Size bir büyük tavsiyesi;
“Bölmeyin, bölünmeyin.”
“Bu sevdadan vazgeçin…”
Fermuar mı yaparsınız, ortaya karışık mı yaparsınız artık ne yaparsanız yapın ve seçimlere tek liste girin.
Sonra ömrünüz “Ah ile vah ile geçmesin…”
Yol yakınken dönün.
Not: İl ve ilçe başkanlarının “Seçimi kazandık” şeklindeki taraflı açıklamalarını pek sevmiyorum. “Yenisi seçilene kadar tarafsızlıklarını korumaları lazım” diyorum. Aksini yapabilirler ama pek sağlıklı ve sempatik durmuyor…
KÖYDE TİYATRO
Pazar günü Bozköy’deydik.
Şenlik varmış dediler.
Ayrıca “Sadece Bozköylülerin yazıp oynadığı ve ilk defa sahneye çıkanlar tarafından sergilenen tiyatro var” dediler, gittik tabi.
Kambersiz düğün olur mu?
Sabah kahvaltıyla başlayan şölen, kurulan stantlar, yarışmalarla devam etti.
Etkinlikler dizboyu yani.
Akşam oldu heyecanla bekliyoruz.
Ezine Kaymakamı da köylüleri yalnız bırakmamıştı, eşiyle beraber geldi.
Bozköy Kahvehanesi’nde geçiyordu olay.
“Köy bizim ama tarla kimin?” adlı eseri yazmışlar ve oynadılar.
Sadece yönetmenlik konusunda biraz destek almışlar o kadar.
Çok kalabalıktı.
Ortalık insan kaynıyordu adeta.
Bir köyde, bir tiyatronun bu kadar ilgi göreceğini rüyamda görsem inanmazdım.
Bu konuda yılarını vermiş biri olarak çok mutlu oldum.
Demek ki insanlara imkân verilirse neler yapılırmış neler?
Hani, Oxford açılsa okuyacak çok insan var yani.
Diğer köylülere örnek olacak bu girişimde rol alan, görev üstlenen herkese teşekkür ederim.
Devamını bekliyoruz…
ŞEREF YETER!
Bu resimde gördüğünüz bu ülkenin İstiklal Marşı’nı yazmış olan “Mehmet Akif Ersoy.”
Ayakkabılarına bakın!
Yırtık, bağcıkları kopuk.
İstiklal Marşı yarışmasında birinci gelerek 500 lirayı hak etti.
Ve o ne yaptı?
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” dizelerini yazan Ersoy, “İstiklal Marşı’nı para için” yazdığının düşünülmesinden endişe eden Akif, aynı dönemlerde ciddi maddi sıkıntı içinde olmasına rağmen kazandığı 500 liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklara iş öğreten Darülmesai’ye bağışladı.
Orduda toplam 16 yıl görev yapan “Bigalı Mehmet Çavuş”, savaştan sonra Çanakkale'nin Biga ilçesinde mütevazı bir hayat yaşadı; para için değil, ülkesi için savaştığını söyleyerek mali yardımı reddetti. 3 Şubat 1964'te 86 yaşında öldü ve karısının köyündeki mezarının yanına gömüldü.
Oldukça fakir olan “Seyit Onbaşı” nın bir madalyası bile yoktur.
“Müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar” diyenlere, “Biz madalya için, maaş için dövüşmedik. ‘Ya şehit olacağız ya gazi’ dedik. Ücretini Cenab-ı Allah’tan bekledik ve Rabbim bize gazilik rütbesini nasip etti” demiştir.
Vatan için hizmet eden ve kanını canını veren yiğitlerimizin ruhları şad olsun.
Gelelim günümüze.
Kaç kişi var böyle?
Bırakın tek maaşı, üç maaş almadan yerinden kıpırdamayanlar var.
Ne hale gelmişiz değil mi?
BİLİYOR MUYUZ?
*Kuşlar küçük idrar yapmaz.
*Atlar ve inekler ayakta uyurlar.
*Yarasa, uçabilen tek memelidir.
*Yarasanın bacak kemikleri o kadar incedir ki hiçbir yarasa yürüyemez.
*Bir yılanın gözleri kapalı olsa bile, göz kapaklarının arasından görebilir.
*Kutup Ayısı'nın kürkünün beyaz ve kabarık görünümüne rağmen, aslında siyah bir derisi vardır.
*Ortalama bir karasinek sadece 2 veya 3 hafta yaşar.
*Dünyada her insana bir milyon karınca düşer.
*Bir akrebin üzerine dökülen az miktarda alkol, onu çıldırtıp kendini sokarak öldürmesine neden olur!
*Timsahlar ve köpekbalıkları 100 yıla kadar yaşayabilir.
*Bir bal arısının iki midesi vardır - biri bal, biri yiyecek için.
*Filler, mavi balinanın dilinden daha hafiftir. Mavi balinanın kalbi bir araba büyüklüğündedir.
*Mavi balinalar, Dünya'da yaşamış en büyük canlıdır.
*Bir hamamböceği, başı olmadan yaklaşık bir hafta hayatta kalabilir ve açlıktan ölebilir.
*Bir yunus hasta veya yaralı olduğunda acı çığlıkları ile diğer yunuslardan acil yardım ister ve yunuslar onu yüzeye çıkarıp nefes alabilmesi için desteklemeye çalışır.
* Bir salyangoz 3 yıl uyuyabilir.
*En hızlı kuş olan diken kuyruklu kırlangıç, saatte 176 km hızla uçabilir. (Alaca doğan aslında saatte 174 km veya 170 km hızla uçar.)
*Bir inek, ömrü boyunca yaklaşık 200.000 bardak süt verir.
*Sülüğün 32 beyni vardır.
*Dışarıda yaşayan ortalama bir kedinin ömrü yaklaşık üç yıldır. Sadece evde yaşayan kediler on altı yıl ve daha uzun süre yaşayabilir.
*Köpekbalıkları asla hastalanmayan tek hayvanlardır. Kanser de dahil olmak üzere her türlü hastalığa karşı bağışıklıkları vardır.
*Bir sivrisineğin hortumunun ucunda, deriyi ve hatta koruyucu giysi katmanlarını kesmesine yardımcı olmak için 47 keskin kenar bulunur.
*İnsan beyninin hafıza alanı 2,5 Milyon Petabayt’ın üzerindedir, bu da 2.500.500 Gigabayt’a denk gelir.
ZİLE BAS!
WhatsApp grubumuzda bir arkadaş paylaşmış ve şöyle not yazmış altına:
“İşte ben böyle dostluklara hayranım…
Allah'a şükürler olsun iyi ki sizleri tanıdım, teşekkürler dostlarım…”
Doña Matilde 76 yaşında.
Ve herkesi derinden etkileyen bir alışkanlığı var.
Her sabah kaldırımını süpürmeden önce kapısına bir tabela asıyor.
Ne bir şey satıyor,
Ne de bir şey istiyor.
Sadece yeni bir not yazıyor, hepsi bu.
O notlardan birinde şöyle yazıyor:
“Bugün kendini üzgün hissediyorsan, kapı zilini çal. Çözümüm yok ama kahvem var.”
Bir diğerinde ise:
“Eğer günün kötü geçtiyse, al biraz tatlı ekmek ve sessizlik. Sessizlik de iyileştirir.”
Başta kimse fark etmedi bu tabelaları.
Ama zamanla insanlar gelmeye başladı.
İşten yeni kovulmuş bir adam...
Şehirde yalnız yaşayan genç bir kadın...
Okula geri dönmeye korkan bir öğrenci...
Çok konuşmazdık.
Plastik bir sandalyeye oturur, kahvemizi içer ve sonra giderdik.
Kural basitti:
Hayat hikâyeni anlatmak zorunda değilsin.
Kapının ardında birinin olduğunu bilmek yeter.
Bir gün komşulardan biri sordu:
“Neden yapıyorsun bunu, Doña Matilde?”
Gülümsedi ve şöyle dedi:
“Çünkü mahallenin sadece kapalı kapılardan ibaret olmasını istemiyorum.
İnsanlar bir zamanlar birbirlerini arar, sorardı.
Ama şimdi herkes kilit altında.
Ben ise hâlâ birbirimize ihtiyacımız olduğunu hatırlatmak istiyorum.”
Günün birinde, genç bir kadın tabelalardan birinin fotoğrafını sosyal medyada paylaştı.
Ve olay bir anda viral oldu.
Binlerce kişi yorum yaptı:
“Bütün kahramanlar pelerin giymez.
Bazıları kapısının önüne sadece kahve ve bir sandalye koyar.”
Bugün artık her sabah mahalleli Doña Matilde’nin evinin önünde durur, tabelada ne yazdığını okumak için.
Bazen neşeli bir mesaj olur o...
Bazen duygusal...
Bazen sadece şöyle yazar:
“Eğer birlikte yemek yiyecek kimsen yoksa zile bas. Burada her zaman sıcak tortilla vardır.”
Sizin de her zaman ziline basıp, tortilla yiyebileceğiniz dostlarınız varsa şanslısınız…
Bunun değerini bilin…
TEBESSÜM BURADA
İki yaşlı beyefendi bir barda oturuyormuş.
Biri diğerine bakmış ve demiş ki:
“Tanıdık geliyorsunuz… Nerelisiniz?”
İkincisi kısa bir aradan sonra cevap vermiş:
“İrlanda’dan.”
İlki gözleri şaşkınlıkla açılmış bir halde haykırmış:
“Bu doğru olamaz! Ben de İrlandalıyım! Ne kadar küçük bir dünya…”
İkincisi yeni bir ilgiyle bakarak sormuş:
“Hangi şehirden?”
“Dublin.”
İkincisi giderek daha çok şaşırmış:
“Hayır, benimle dalga geçiyor olmalısınız! Ben de Dublinliyim! Dünya gerçekten küçükmüş.”
İlki merakla ısrar etmiş:
“Hangi okula gittiniz?”
“St. Mary’s, 89 mezunuyum.”
Bu kez ilki sessiz kalmış, ardından demiş ki:
“İnanılmaz! 89 St. Mary’s sınıfı… Ben de oradan mezunum! Bu dünya delirmiş olmalı.”
Tam o sırada başka bir müşteri bara girip barmene seslenmiş:
“Peki Joe, bu gece ne var?”
Barmen yukarı bakmadan cevap vermiş:
“Pek bir şey yok… Murphy ikizleri hâlâ sarhoş.”
DÖRT NAL
Şinasi Beray, 1946 yılında, babasından kalma evin alt katındaki ahırı temizleyip meyhaneye çevirir.
Ahırdan bozma olduğu için adını “Üç Nal Meyhanesi” koyar.
Kapısı da kovboy filmlerindeki gibi kanatlıdır.
Mekânın müdavimleri;
Ankara Lisesinden sınıf arkadaşı Orhan Veli,
Cahit Sıtkı Tarancı,
Melih Cevdet Anday,
Sebahattin Eyüboğlu,
Can Yücel gibi Türk Edebiyatının dev isimleridir.
Karikatürist Ratip Tahir Burak, veresiye defterine bir karikatür çizer ve üzerine,
“İş dördüncü nalla bir ata kaldı, bir de meydana” yazar.
Bunu gören Orhan Veli, hemen altına
“Üç Nal’a gelen, dört nala gider” diye ekler.
Şair Orhan Veli, 10 Kasım 1950 günü Üç Nal Meyhanesinden çıkar, giderken belediyenin açmış olduğu bir çukura düşer ancak bu olayı önemsemez ve İstanbula döner.
14 Kasımda bir arkadaşının evinde öğlen yemeği yerken fenalaşır.
Cerrahpaşa Hastanesinde yanlış teşhisle “Alkol zehirlenmesi” tedavisi uygulanır.
Gece yarısına doğru öldüğünde henüz 36 yaşındadır.
15 Kasım günü çıkan gazetelerde ve Ankara ve İstanbul radyolarının yanı sıra BBC, Amerika’nın Sesi, Paris ve Roma radyolarında aynı anda Şair Orhan Veli'nin “Alkol zehirlenmesinden” öldüğü tüm dünyaya duyurulur.
İstanbul Savcı Yardımcısı Cahit Türesel bu ölüm nedenini şüpheli bulup otopsi yaptırır.
Otopside ölüm nedeninin alkol zehirlenmesi değil “Beyin Kanaması” olduğu saptanır.
Bu kanama da Ankara’da dört gün önce belediye çukuruna düştüğünde başını çarpmasından kaynaklıdır.
Cebinden 30 kuruş para ile birlikte bir şiir çıkar:
“İstanbul’dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım, bir edalı yar gelir.
Gelir desen, dar gelir,
Günaşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
Bu iş bana zor gelir.”
Naaşı, “Tarifsiz kederler içinde/Rumeli Hisarında oturmuş/Bir fakir Orhan Veli” olarak, Tevfik Fikret’in, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tezer Özlü ve Attila İlhan’ın da yattığı Rumeli Hisarındaki Aşiyan mezarlığına defnedilir.
Mezarı için bir yardım kampanyası açılır.
Mezar projesini, “Hayatının en acı projesi” olarak Abidin Dino çizer.
Mimar Nevzat Kemal uygular.
Pembe renkli mezar taşını da Prof. Emin Barın yazar: