KAMPANYA

Vicdanında bir sızlama hisseden politikacı, yaşlı bir adama fikir danışmış:

-"Ben halka 6 defa yalan söyledim baba, demiş. Bana günahımın affı için ne yapmamı tavsiye edersin?"

İhtiyar, soru üzerinde düşünmüş, sonunda şu cevabı vermiş:

-"İki koç kurban et, peşinden tövbeyi unutma" demiş.

Politikacının yanındaki arkadaşı da fırsatı kaçırmadan sormuş:

-"Ben, beş kez yalan söyledim, bana ne tavsiye edersin?"

İhtiyarı bir düşünce almış, ama onun da çaresini bulmuş:

-"Bir defa daha yalan söyle. Altı olunca, sen de iki koç kesip tövbe edersin."

İLAHİ ERDAL

Erdal İnönü ölmüş.

Cehenneme gitmiş.

Zebaniler sormuşlar:

-"Özal'ın cehennemine mi, Demirel'in cehennemine mi gitmek istersin?"

İnönü sormuş:

-"Özal'ın cehennemi nasıl?"

Zebaniler gülmüş:

-"İlahi Erdal İnönü! Sen Özal döneminde Türkiye'de yaşamadın mı yoksa? Orada Türk halkı ne gördüyse, burada da aynı şeyi görüyor."

NEDEN ZAM?

Milletvekili kendisinden zam isteyen sekreterine şöyle bir yüksekten bakıp sordu: 

-"Neden zam istiyorsun bakayım?"  Sekreteri ezildi, büzüldü: 

-"Vallahi beyefendi, ben zam-mam istemeyecektim ama bizim çocuklar, diğer ailelerin günde üç öğün yemek yediklerini fark etmişlerde..."

YAŞ MESELESİ

Sürekli yaşını soruyormuş karısına, adam.  En sonunda kadın patlamış: 

"Yetti" demiş, "Neden durmadan yaşımı soruyorsun?" 

"Sevgili karıcığım", demiş adam da, "Görüyorsun, her gün her şey artıyor. Bir artmayan senin yaşın kaldı. Artmayan bir şeyin bulunması beni sevindiriyor da, onun için soruyorum…"

OTEL AYISI

ANAP'lı Mehmet Ali Binici, Bakan ilhan Aküzüm'e söyleniyor: 

“Otel ayısı, fino köpeği!” derken, hayvanat bahçesi gibi olmuş ortalık...

Aküzüm ise, insan Hakları Komisyonu Başkanı Eyüp Âşık'a dönüyor: 

-“Ne diyorsun bu işlere?”

O konuşmadan bir gazeteci atılıyor:

-“O karışmaz, insan haklarından sorumlu...”

GARDİYAN

Her zamanki zam fırtınalarından sonra, Devlet Başkanı, yanına Başbakanını alıp akıl hastanesine gitmiş.

Hastaneye girmişler...

Korkunç bir alkış patlamış.

Bütün deliler Devlet Başkanı'nı ve Başbakan'ı çılgınca alkışlıyorlarmış.

Sadece bir tanesi, hiç kımıldamadan durup onları iz­liyormuş.

Devlet Başkanı adamın önünden geçerken, durmuş.

“Dikkat ettim, bir tek sen beni alkışlamadın. Niçin?” diye sormuş.

Adam yanıtlamış Devlet Başkanı'nın sorusunu:

-“Efendim, ben deli değilim, gardiyanım.”

BAKANLIK?

Paris'te, 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin 45. Yıldönümü dolayısıyla verilen kokteyle çeşitli ülkelerin büyükelçileri katılmıştı.

Bir ara elçimizle Avusturya elçisi yanyana geldiler.

Bizimki sordu:

-“Dostum, çok merak ediyorum, sizde deniz olmadığı halde, neden Denizcilik Bakanlığı var?”

Avusturya elçisi gülümseyerek yanıtladı:

-“Yanıtı çok kolay. Sizde de adalet Adalet Bakanlığı var...”

UMUT VERMEK

ANAP'lı Başbakan Yıldırım Akbulut, ANAP'lı bir milletvekilinin, af konusunda, “Hem hazırlıklar tamam değil diyorsunuz, hem de 'Af bayrama yetişir' diye insanlara umut veriyorsunuz. Bu nasıl iştir?" sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Ben söz verdim, senet vermedim ya...” 

NE İŞ YAPIYOSUN?

Politikacılardan biri, meyhaneye gitmiş.

Barda içki içen bir adamın yanına oturmuş. Havadan sudan konuşmaya başlamışlar.

Bir süre sonra politikacı:

“Gördüğüm kadarıyla iyi içki içiyorsun” demiş. “Sık sık içer misin böyle?”

“Evet”, demiş adam. “Her gün içiyorum.”

“Peki günde ne kadar kazanıyorsun?”

“200-300 bin lira...”

“Peki”, demiş politikacı, “Kemerleri biraz sıkalım diye ücretleri azaltıp koşulları ağırlaştırırsak, ne kadar kaza­nabilirsin?”

“500-600 bin lira...”

“Peki, daha sıkarsak?”

“800-900 bin lira...”

Politikacı iyice şaşırmıştı:

“Bu ne biçim iş? Ya sonuna kadar sıkarsak?”

“O zaman 1 milyona para demem...”

“Yahu”, der politikacı. “Sen ne iş yapıyorsun ki, ücretleri kıstıkça gelirin artıyor?”

“Mezarcıyım, efendim...”

İNGİLİZCE

Geri kalmış bir ülkenin tek kelime yabancı dil bilmeyen Başbakan'ı, uluslararası bir toplantıya katılmak için Londra'ya gitmiş.

Bir süre sonra ülkesine dönmüş.

Havaalanındaki töreni alelacele bitirip, atladığı gibi makam arabasına, Başbakanlık Malikânesine gitmiş.

İçeri girmiş.

Merdivenleri koşa koşa çıkmış.

Nefes nefese karısının yanına gitmiş:

-“Karıcığım”, demiş. “Londra'da İngilizce öğrendim ben.”

Karısı şaşkın şaşkın bakmış kocasına:

-“Neler öğrendin ki?”

Başbakan kasılarak yanıtlamış:

-“Metro Goldwyn Mayer... Grooovvvv...”

DALKAVUK

Bilirsiniz 'Dalkavukluk' en eski mesleklerdendir.

Zamanın birinde bir Hükümdar, dalkavuk seçimine bizzat katılmış.

Kendi dalkavuğunu kendi seçmek istemiş. İlk adaya sormuş:

-“Sen dalkavuk musun?”

-“Evet efendim.

-“Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun?

-“Olur mu efendim? Diyerek tüm referanslarını sıralamış.

Hükümdar biraz düşünüp ona yol vermiş.

Bu şekilde epey elemeden sonra yine biri huzura alınmış:

-“Sen dalkavuk musun?” demiş Hükümdar.

-“Dalkavuğum sultanım” demiş.

-“Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun?”

-“Haklısınız efendim; pek dalkavuğa benzemem.”

-“Sanki biraz benziyorsun?”

-“Evet sultanım, biraz benzerim.”

Bu meyanda sorular ve cevaplardan sonra Hükümdar: “Geri kalanlarla görüşmeye gerek yok. Ben dalkavuğumu buldum” demiş.

DEVE İLE YAVRUSU

Vaktiyle adamın biri, bir deve ve yavrusunu alıp yola çıkmış.

Yavru deve:

-“Anne, dizlerim titriyor. Hissi kablel vuku bir tehlike seziyorum, dönelim.”

Anne deve, başını çevirip yavrusuna bakmış ve yola devam etmiş.

Yavru deve bunu tekrar edince anne deve:

-“Yavrum, sezdiğin tehlikeyi ben de yola çıkmadan sezmiştim. Senin veya benim bu tehlikeyi sezmem önemli değil. Asıl sahibimizin bunu sezmesi gerek. Yoksa biz de onunla beraber helak olacağız.”

SİZ NE KADAR VARSINIZ?

Siyasilerden biri bir tımarhanenin yanından geçerken dışarıya doğru bakıp duran deliye sormuş

-“İçerdeki mevcudunuz ne kadar?”

Deli ona bakıp tanıyınca biraz düşünmüş:

-“Ben içerdeki mevcudu bilmiyorum; ama siz dışarda ne kadarsınız?” demiş.

HEM RED HEM KABUL

Vaktiyle bir Kral zamanında kanun taslakları hazırlanıp meclise sunulur, lehte aleyhte konuşmalardan sonra el kaldırma usulüyle kanunlar her halükarda kabul edilirmiş.

Bir gün meclis başkanı lehte el kaldıranlardan sonra aleyhte de el kaldıranların içinde de aynı şahsı fark etmiş:

“Efendi, dalgın mısın?” demiş.

“Ne münasebet değilim.”

“İyi de niçin hem aynı mesele olduğu halde hem kabul eden hem de etmeyenlerle birlikte el kaldırdınız?”

“Ne fark eder ki demiş” vekil, “Biz burada sadece baş sallayıcı ve kralın isteği doğrultusunda el kaldıranlarız.”

İKİSİ DE DOĞRU SÖYLÜYOR

İki siyasetçi her nedense aralarında geçinemiyorlarmış.

Araları tamamen açıldığı için onları barıştırmak adına hatırı sayılır birine götürmüşler.

Birinci siyasetçi “Bu ahlaksız yok mu…” deyip adamın tüm ayıplarını ortaya döküp rezil/kepaze etmiş.

Diğer siyasetçi de “Bu edepsiz, bu soysuz yok mu…” deyip ondan aşağı kalmamış.

Dinleyenler hatırlı adama dönüp: “Her iki tarafı da dinlediniz. Söyleyecekleriniz yok mu?” diye sormuşlar.

Adam gülümsemiş:

“Her ikisi de doğru söylüyor” demiş.

PABUÇ

Bir gün bir Sultanı bir âlim ziyaret etmiş.

Çıkışta Sultan, Âlimin pabuçlarını düzeltmiş.

Yanındaki dalkavuğu “Madem sultanımızın eli pabuçlarınıza değdi. Layıktır ki bundan sonra onları ayaklar altında değil de başınızın üzerinde taşıyasınız.”

Alim dönüp konuşmuş: “Yüce Allah 'Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız' buyurmuş. Ben de pabuçlarımı çok sevdiğimden sana hediye ediyorum. Al, başına koy” demiş.

SİYASETÇİ

Babası eski bir siyasetçi olup ölmüş olan bir adam:

“Ya Rab! Annemi bağışla” diye hep dua edermiş.

“Babana da dua etsene!” demişler.

“Babam uzun seneler siyasette bulundu. Kendini kurtarmak için bir hile yapabilir. Lakin annem çok zavallı bir kadındı” demiş.

CİMRİ SİYASETÇİ

Bir dilenci bir Siyasetçiden dilenince, yanındaki adamına seslendiğini duymuş:

“Anber’e söyle Cevher’e söylesin. Cevher de Yakut’a, o da Elmas’a, Elmas da Firuz’a, Firuz da Mercan’a desin ki bu dilenciye ‘Allah versin’ desinler.”

Dilenci bunun üzerine ellerini kaldırmış:

“Allah’ım! Cebrail’e emret Mikail’e söylesin. O da İsrafil’e, İsrafil de Azrail’e desin ki şunun canını alsın.”

SİYASET

Ali 3. sınıfa giden zeki bir çocuktur.

Bir gün öğretmeni Ali'ye "Siyaset" nedir diye sorar.

Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez.

Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz.

O da babasına sormaya karar verir.

“Baba, Siyaset nedir?”

Baba düşünür. Ali'ye uygun bir yolla anlatmak ister.

“Bu evde parayı getiren kim oğlum?”

“Sen...”

“Ben Kapitalist rejimim. Peki parayı alıp bizim yiyecek, içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim?”

“Annem...”

“O da Hükümet. Peki küçük kardeşinle kim ilgileniyor?”

“Dadım...”

“Dadın İşçi, kardeşin Gelecek, sen de Halksın o zaman.”

Ali her şeyi notalır ve uyur…

Gece garip seslerle uyanır. Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor.

Yanına gidince altına pislediğini anlar.

Hemen annesini kaldırmaya gider.

Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz.

Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider.

Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Alinin ağzından aynen şu kelimeler dökülür:

“Kapitalist rejim İşçiyi sömürüyor, Hükümet uyuyor, Gelecek b*k içinde, Halk ne yapsın...!”

BUNLAR YALAN SÖYLER

Bir otobüs dolusu politikacı seçim kampanyası için Teksas’ta dolaşıyorlarmış.

Otobüs büyük bir çiftliğin yanından geçerken, otobüs şoförün dalgınlığı yüzünden derin bir şarampole uçmuş.

Kazayı gören çiftçi koşarak gelmiş, gece kurda kuşa yem olmasınlar diye cesetleri gömmeye başlamış.

Ertesi sabah, Şerif soruşturma için çiftliğe gelmiş.

Çiftçiye sormuş: “Otobüsteki bütün politikacıları gömdün demek. Hepsi de ölüydü, eminsin değil mi?”

Çiftçi cevap vermiş:

“Bazıları yaşadıklarını iddia ettiler ama politikacıları bilirsiniz. Nasıl yalan söylerler bilirsin!”

AKILLI EŞEK

Milletvekilinin biri bir köyü gezerken, bağlı olduğu değirmeni döndüren bir eşek görmüş.

Yanındaki köylüye sormuş:

“Bu eşeğin boynundaki zil ne işe yarıyor?”

“Efendim” demiş köylü, “O zil sustuğunda eşeğin durduğunu anlıyorum. Müdahale edince tekrar harekete başlıyor.”

“Akıllıca” demiş vekil, “Peki eşek olduğu yerde durup da başını sağa sola sallarsa nereden anlayacaksın durduğunu?”

“Tabi ki anlayamam ama sizin gibi akıllı eşek buralarda ne gezer efendim…”

DOMUZ ÖLDÜ

Bir gün Bush ve şoförü bir kır gezisine çıkmışlar.

Bir çiftlikten geçerken hızlı oldukları için tavuğa, arkasından ördeğe ve onun arkasından da ineğe çarpmışlar.

Bush bütün ihtişamıyla:

“Dur ben gidip şimdi çiftlik sahibiyle konuşur onu bilgilendirip geliyorum” der.

Bir müddet sonra ağız burun dağılmış halde gelir ve şoförüne:

“Çabuk çalıştır arabayı kaçalım!” der.

Yola koyulurlar.

Derken öbür çiftliğin domuzuna çarpıp dururlar.

Bush şoförüne, “Bu sefer sıra sende” der ve bunun üzerine şoför gider çiftliğin kapısını çalar.

Bush arabanın içine saklanmış şoförü beklemektedir ancak otuz dakika geçer ne gelen var ne giden.

Aradan bir saat geçer şoförden hala haber yoktur.

Sonunda iki saat sonra şoför elinde meyve sepetleriyle gelmektedir.

Bush bu olay karşısında şaşırıp şoföre sorar:

“Ne oldu dayak yememişsin?”

Şoför cevap verir:

“Vallahi başkanım adama ‘Ben Bush’un şoförüyüm, domuz öldü!’ dedim. Adam bana ‘Yemek yemeden gidemezsin’ dedi ben de yemek yiyip de geldim…”

HAVLAMAK

Biri Polonyalı biri Çekoslovakyalı iki köpek varmış.

Ortak sınırda buluşmuşlar.

Her ikisi de diğer tarafa gidiyormuş.

Polonyalı köpek, “Senin ülkene gidiyorum çünkü karnım aç. Geçen hafta sadece bir kemik çorbası ve bir patates kabuğu yedim. Sen ne diye benim ülkeme gelmek istiyorsun ki?” demiş.

Çekoslovak köpek duygusal bir şekilde, “Havlayabilmek istiyorum” demiş...