İzmir’den 15 günde bir gelen pazarlamacı bir arkadaşa sordum.
“Piyasalar nasıl?” diye.
Sormaz olaydım.
Epey dertliydi.
“Piyasa mı var?” diye cevapladı.
“Bak abiciğim” dedi, “Çık sokağa sor su fiyatını. 10 yerde ayrı fiyat var. Doğru mu? Hani piyasa?”
“Körün tuttuğu piyasa mı demek istiyorsun yani?”
“Aynen öyle! Git pazara bak! Aynı meyve, yüz ayrı fiyat!”
“Millet görsün, ona göre davransın.”
“Bakma millete!” dedi, “Herkesin işi gıcır. İnleyen, sızlayan var mı? Oteller dolu, lokantalar dolu, otoparklar dolu, barlar kafeler dolu, benzinlikler dolu…”
Sormaz olaydım dedim ya.
Adam doğru söylüyor.
Marmara bölgesinde her hafta tur atıyor.
Gitmediği, görmediği piyasa yok.
“Bakma abiciğim milletin ağladığına… Hepsi yalan!” dedi gitti.
Öylece bakakaldım arkasından.
ZAM İSTİYORUM...
Hizmetçi evin hanımından zam ister.
Evin hanımı bu zam talebine sıcak bakmaz ve hizmetçiyle aralarında şöyle bir konuşma geçer.
-“Kadın: Neden zam istiyorsun?”
-“Hizmetçi: Zam istememin üç nedeni var. Birincisi sizden daha iyi ütü yapıyorum.”
-“Kadın: Benden daha iyi ütü yaptığını kim söyledi?”
-“Hizmetçi: Kocanız.”
-“Kadın: Öyle miii?”
-“Hizmetçi: Zam istememin ikinci nedeni sizden daha iyi yemek pişirmem.”
-“Kadın: Saçma bunu da nereden çıkardın?”
-“Hizmetçi: Kocanız söyledi.”
-“Kadın: Kocam söyledi öyle miii?
-“Hizmetçi: Üçüncü neden ise yatakta sizden daha iyiyim.”
-“Kadın: İyice sinirlenerek bunu da kocam mı söyledi?”
-“Hizmetçi: Hayır hanımefendi bunu bahçıvan söyledi.”
-“Kadın: Peki, ne kadar zam istiyordun?”
AŞKIN KANITI
Londra'da her gün bir kadın Embankment istasyonundaki bankta tek başına oturuyor.
Tren beklemiyor.
Bir ses bekliyor.
Margaret McCollum oraya sadece üç kelime duymak için gidiyor:
Aralığa dikkat edin.
Bu basit bir anons değil.
1950'lerde yolcuları trenle bank arasındaki tehlike konusunda uyarmak için kaydedilen kocası Oswald Laurence'ın sesi.
Oswald 2003 yılında öldü ve arkasında büyük bir sessizlik bıraktı.
Ama Margaret dinlemeye devam etmenin bir yolunu buldu.
Her gün aynı istasyonda, aynı bankta oturuyor, sadece onun kendisiyle bir kez daha konuşmasını duymak için.
Yıllar sonra sistem, sesini dijital bir kayıtla değiştirdi.
Kederli Margaret, kervan şirketinden bir kopya istedi.
Ancak hikâyesini bildikleri için daha büyük bir şey yaptılar:
Oswald'ın sesini Embankment İstasyonu'na geri getirdiler.
Ve şimdi, her gün binlerce yolcu, giden bir adamı dinliyor...
Sessizce oturan bir kadın ise, hiç gitmeyenleri dinliyor.
Aşkın silinmediğinin kanıtı: yankılanıyor.
GÜNGÖRMÜŞLER
Öğretmen ders anlatırken, George MacManus adlı öğrenci arkadaşının resmini yapmaktadır.
Ne var ki resim sevgisi, lise öğrencisine pahalıya patlar.
Kâğıdı hışımla önünden alan öğretmen, onu bir zarfa koyar ve altına da şu notu yazdığı resmi ailesine götürmesini ister;
“Oğlunuz ders dinlemek yerine, bütün gün bu resmi yaptı.”
George, akşam babasının
eve gelmesini beklerken korku içindedir.!
Oğlunun ürkek bakışları altında zarfı açan baba hiç bir şey söylemez.
Ertesi sabah baba oğul birlikte çıkarlar evden.
Okula gittiklerini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.!
Babası, George MacManus'u,
The Republican adlı gazeteye götürür ve editöre çizdiği resmi gösterir.
Genç adam, bir hafta sonra çizer olarak işe başlar.
O gece, babası George MacManus'a sıradan bir babanın tepkisini gösterse;
“Ben adam olasın diye çalışırken,
sen derste dalga geçiyorsun” diye çıkışsa (yani öğretmenin suyuna gitse), ülkemizde Güngörmüşler adıyla yayınlanan, ünlü çizgi roman Bringing Up Father doğmamış olacaktı.
Ülkemizde ilk kez 26 Mayıs 1925 tarihinde yayınlanan Resimli Perşembe'de Bican Efendi başlığıyla Türk okurunun karşısına çıkan Bringing Up Father, 25 yıl sonra bu kez Hürriyet Gazetesinin sayfalarında “Güngörmüşler” başlığıyla uzun yıllar yayınlanacak bir bant olarak okuyucuyla yeniden buluşmuştur.
Hürriyet'de yayınlanan Güngörmüşler'de Jiggs tiplemesi Şaban, Maggie ise Tonton adını alırken kızları Nora'da Leyla ismini almış, seri ayrıca hafta sonu ilavesinde de ilgiyle izlenmiştir.
GERÇEK HİKAYELER
1840 da bir Fransız Gemisi Rosalie, Akdeniz’de bütün yelkenleri basılı, malları ambarda dokunulmamış ve hiçbir hasar görmeden 4 ay bomboş dolaşmıştı. Mürettebatından hiçbir zaman haber alınamadı.
1850 Seabird adlı gemi Newport limanının yakınında sadece içinde bir köpekle bulundu.
Kahve daha fincanlarda sıcak ve bütün geminin makineleri işler vaziyette idi. Kabinlere giden koridorlarda tütün kokusu vardı.
Ama Tayfalar yok olmuştu.
Haber alınamadı.
1883 de J.C. Cousins adlı yelkenli Amerika kıyılarına karaya vuruyordu.
Gemi de kimse yoktu.
Mutfakta yemekler ocakta pişmekte, sofra kurulmuştu.
Geminin seyrüsefer defteri sabah yazılmış ama hiç tuhaf bir olaydan bahis edilmiyordu.
Bunun gibi deniz tarihinde olmuş binlerce olay vardı, muhtelif limanların olay defterlerine geçmiş olarak.
Bunların hepsinin belli bir esrarlı hadiseye bağlamak doğru olmazdı elbet.
Fakat bu insanların gemilerden hiçbir dövüş izi, isyan ve kaza olayı olmadan yok olmaları bu gün halen devam etmektedir.
Her sene liman kayıtlarına dünya çapına en az 11 olay işlenmektedir.
Daha hiç birinin sebebi ve tayfalarının ne olduğu anlaşılamamıştır...
Biraz korkutucu olsa da yaşanan bu ilginç olaylar tarihe geçmiştir...
İYİLİK SAHİBİ VEZİR
Zevzen (Horasan'da bir şehir olup o dönemde Hârizm'e bağlıdır) sultanının çok kıymetli bir veziri vardı.
Ahlâkı güzel, fenalığı sevmez, herkes hakkında iyilikte bulunurdu.
Bir gün nasılsa, padişahı gücendirecek bir davranışta bulundu.
Öfkelenen hükümdar vezirin mallarına el koydu ve işkence yapılmasını emretti.
İşkenceye memur olanlar, vezirin iyiliklerini görmüş kimselerdi.
Bundan dolayı şiddetli davranmıyorlar, kötü davranış ve sertlikten kaçınıyorlardı.
Düşmanla hoş geçinmek isteyen, kendisinin iyiliğine tam olarak inandırsın.
Acı söz istemeyen kişi de herkesin ağzını tatlandırsın.
Cezalandırılan vezir, türlü işkencelere maruz kaldıktan sonra, cezasının geri kalanını geçirmesi için zindana gönderildi.
Bunu haber alan komşu hükümdarlardan biri ona gizli bir mektup yollayarak, “Sizin gibi kıymetli bir kişinin değerini takdir edemeyerek hürmetsizlikte bulundular. Eğer aziz hatırınız bizim tarafımıza rağbet gösterirse, lâyık olduğunuz hürmet ve saygıda kusur edilmez ve memleketimin ileri gelenleri, sizin gibi yüksek bir şahsiyetin, aralarında bulunmasıyla övünç duyarlar. Bu konuda olumlu cevabınızı bekliyoruz” yazdı.
Vezir, mektubu okuyunca endişeye düştü ve bunda gizli bir maksat olduğunu anladı, hemen kâğıdın arkasına kısa bir cevap yazarak gelen adamla gönderdi.
Bunu haber alan hükümdarın adamlarından biri padişaha koştu. “Mahpus veziriniz, yabancı hükümdarlarla mektuplaşıyor” dedi.
Padişah son derece hiddetlenerek işin araştırılmasını emretti.
Neticede ihbarın doğru olduğu anlaşıldı.
Mektupçuyu yakaladılar, padişahın huzuruna getirdiler ve mektubu, gizlediği yerden bulup çıkardılar.
Mektupta şöyle yazıyordu:
“Büyüklerin, hakkımda gösterdikleri teveccüh ve sevgi, değerimin çok üstündedir, teşekkür ederim. Bununla beraber emrinizin kabulü bence imkânsızdır. Çünkü eskiden beri bu hanedanın nimetleriyle beslendim, hakkımda ortaya çıkan küçük bir şikâyetten dolayı velinimetime vefasızlık etmek elimden gelmez, mazeretimin kabulüyle affınızı rica ederim.”
Hüner sahipleri ne güzel söylemiş:
“Hayatı boyunca sana cefa eylese de nimet sahiplerinin kahrı lütuftan sayılır, onu hoş görmek gerekir.”
Padişah, bu yüksek ve temiz duygudan çok memnun oldu.
Mahkûmu derhal zindandan çıkartarak çok güzel ağırladı, çeşitli ikramlarda bulunup memuriyetine iade etti ve “Seni haksız olarak cezalandırmışım” diyerek özür diledi.
Vezir dedi ki: “Efendim! Kulunuzun kaderinde böyle bir musibet yazılıymış. Bunun sizin elinizle gelmesi, benim için bir nimet teşkil eder ki üzerimde ödenmez haklarınız vardır.”
Halktan sana bir zarar gelse sen onu Haktan bil.
İnsanların dostluğu da düşmanlığı da kendilerinden değil hep Allah’tandır.
Gerçi ok yaydan çıkar, lâkin onu atan ok değil, yay tutandır.
Gülistan: Şeyh Sa’di-i Şirazi
AKUSTİK
Antik Yunan tiyatroları, yalnızca estetik mimarileriyle değil, aynı zamanda olağanüstü¨ akustik özellikleriyle de dikkat çeker.
Özellikle Epidaurus Antik Tiyatrosu, sahnedeki en hafif fısıltının bile en üst sıradaki izleyicilere ulaşabilmesiyle ünlenmiştir.
Bu başarı, modern ses mühendisliğinin çok öncesinde, tamamen deneysel gözlemler ve doğayla uyumlu tasarım ilkeleriyle elde edilmiştir.
Yunan mimarlar, tiyatroları inşa ederken zemin eğimini, oturma sıralarının geometrisini ve çevredeki doğal akustiği dikkate alarak bu mükemmel ses yayılımını sağlamıştır.
Bu olağanüstü akustiğin sırrı, yalnızca yarım daire biçimindeki oturma alanında değil, aynı zamanda tas¸ sıraların ses dalgalarını emip yansıtmadaki işlevselliğinde gizlidir.
Tas¸ bloklar düşük frekanslı arka plan seslerini filtrelerken, insan sesinin daha net duyulmasına olanak tanır.
Ayrıca tiyatroların genellikle yamaçlara inşa edilmesi ve acık hava ortamları, sesin doğrudan yukarıya ve dışa doğru dağılmasını kolaylaştırır.
Bu şekilde, oyuncuların mikrofon ya da ses yükseltici sistemler kullanmasına gerek kalmadan binlerce kişiye ulaşabilmesi mümkün olur.
Modern akustik mühendisliği, Yunan tiyatrolarının bu tasarımlarından hala^ ilham almaktadır.
Günümüzde yapılan araştırmalar, antik mimarların sesin davranışına dair derin bir sezgiye sahip olduğunu göstermektedir.
Bu yapılar sadece sanat için değil, bilim ve mühendislik acısından da incelenmeye değerdir.
UZAYLI ŞEMPANZE
Kendisine sürekli çeşitli komutlar öğretilen, değişik tuşlara basması ve bu hareketleri tekrarlaması istenen Şempanze Ham’ı, sinirbilimci olan Joseph Brady ve ekibi eğitiyordu.
Özellikle ışık ve seslere bağlı olarak belli kolları çekmesi ve tuşlara basması isteniyordu.
Örneğin mavi bir ışığın yanıp sönmesi halinde, 5 saniye içinde bir kolu çekerse muz parçalarıyla ödüllendiriliyordu.
Bunu başaramazsa, ayaklarına elektrik şoku veriliyordu.
Tüm o basılması gereken tuşlar ve çekilmesi gereken kollar, gerçekten bir uzay aracını kontrol etmeye yarıyordu!
1961'in Ocak ayının son günü, MR-2 roketleri tutuşturuldu ve bundan sadece 1 saniye kadar sonra Redstone'un kalkışı başarıyla gerçekleşti.
Bu alt yörünge uçuşu sırasında birçok zorluk ve arıza ile karşılaşan Şempanze Ham, Dünya'da öğrendiği her şeyi neredeyse birebir aynı hızda yapabiliyordu!
Ham, uçuş boyunca bu görevleri başarıyla gerçekleştirmeyi başardı.
Tüm uçuş boyunca sağ kolu itme konusunda sadece 2 defa hata yaptı; sol kolda ise hiç hata yapmadı.
Tepki süresi 0.82 saniye olarak ölçüldü (ki yeryüzünde yapılan denemelerde de bu süre 0.8 saniye olarak ölçülmüştü.)
Tüm görev sırasında yaşanan tek yaralanma, iniş sırasında burnunda yaşanan kanamaydı.
Ham, uzayın sınırını zorlayan ilk kuyruksuz maymun olmuştu!
Eğer Ham'ın beynine girebilseydik, muhtemelen neler olup bittiğini anlamayan, korkmuş, ailesinden koparılmış ama halen sevecenliğinden ve zekâsından hiçbir şey yitirmemiş bir hayvan olduğunu anlayabilirdik belki...
Ham’ın dünya çapında duyulan ünü çok uzun sürmedi, medya ilgisinin sönmeye başlaması sonrası, 5 Nisan 1963'te Washington D.C.'deki Ulusal Hayvanat Bahçesi'ne götürüldü.
Burada 17 sene boyunca yaşadı.
25 Eylül 1980'de ise Kuzey Carolina'daki bir diğer hayvanat bahçesine taşındı.
Ne yazık ki 19 Ocak 1983'te, 26 yaşında hayata gözlerini yumdu.