Sosyal medya hesaplarımız dolup taşıyor. Yüzlerce arkadaş, takipçi, beğeni, yorum... Ama ironik biçimde hiç bu kadar yalnız hissetmemiştik. Yeni nesil yalnızlık, sessiz ama yaygın bir pandemi gibi; kimse açıkça konuşmuyor ama herkes etkileniyor.

 

Eskiden yalnızlık, fiziksel bir şeydi. Yanında kimse yoksa yalnızdın. Şimdi etrafın insan dolu olsa da, bir kafede üç kişi oturup dördünün de ekrana baktığı masalarda, sessizce yalnızlıklar yaşanıyor. Gülüşler filtreli, muhabbetler story süresi kadar kısa.

 

Bu durum Çanakkale gibi küçük şehirlerde bile hissediliyor. Eskiden sahilde yürüyüş yapmak, bir tanıdığa rastlamak, çay bahçesinde sohbete denk gelmek sıradan bir gündü. Şimdi ise kafelerde bile insanlar birbirinden uzak oturuyor, tek başına kahve içip ekrana bakan gençler çoğunlukta. "Yanımda biri olsun ama konuşmasın" hali, modern zamanların dostluk biçimi mi oldu?

 

Yalnızlık bazen bir seçimdir, evet. Ama bu yeni yalnızlık türü, biraz mecburi. Çünkü insan ilişkileri yorucu hale geldi. Mesajlaşma temposu, anında cevap beklentisi, sürekli çevrimiçi olma zorunluluğu… Herkes bir şeylere yetişmeye çalışırken kimse kimseye tam anlamıyla yetişemiyor. Halbuki gerçek ilişki yavaşlık ister. Beklemek ister. Dinlemek ister.

 

Belki de sorun şu: Bağlantılarımız arttıkça bağlarımız zayıfladı. Paylaştıklarımız çoğaldıkça anlam azaldı. Herkes her an bir şey paylaşıyor ama kimse gerçekten bir şey anlatmıyor.

 

Bu yazıyı okurken kendinize küçük bir soru sorun: “Ben en son ne zaman biriyle sessizce oturup sadece orada bulunmanın keyfini yaşadım?” Cevabınız sizi şaşırtabilir.

 

Belki de en büyük devrim, telefonlarımızı sessize alıp birbirimizin sesini duymakta saklıdır.