Neyi elinize alsanız dökülüyor.
Her şey alinizde kalıyor.
Memleketin kısa özeti şöyle.
Hak, hukuk, adalet, liyakat, kanun, kural, kavga, döğüş, cinayet, mafya, tarikat, cemaat, küresel ısınma, orman yangınları, eğitim, öğretim, diploma, sahtecilik, saygısızlık, siyasi ahlak, bitmiş tarım, kalmayan su, talancı madenci ve bunların yanında hiçbir şeyi umursamayan bir iktidar.
Sadece ve sadece koltukta kalmayı hedefleyen bir iktidar.
Atatürk zamanında demişti;
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.”
Haklıydı.
“Seni bu hazineden mahrum etmek isteyenler olacaktır” dedi mi?
Dedi.
Bu bahsettiği şey Türk İstiklaliydi.
Peki ne oldu?
Bakın etrafınıza?
Yaşanan olaylara.
Atatürk devam ediyor
“Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”
Sahte diplomalarla işgal altındayız işte.
Sahte şeyhlerle, Fetölerle…
Türk Ordusu mu?
“Mustafa Kemalin Askerleriyiz” diyenler ordudan atılıyor.
Yalan mı?
İşgal mi?
15 milyon göçmen nerede?
İçimizde.
Bu bir işgal mi sizce?
Atatürk devam ediyor:
“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
İktidar derken sadece o siyasi koltuklarda oturanlar değil, ülkede parasıyla makam ve mevkisiyle üst kademelerde oturanlara da sesleniyor.
“Aman!” diyor “Sakın gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunmayın…”
Bu hitabenin söylenme tarihi;
20 Ekim 1927.
Yani?
98 yıl önce söylemiş, söyleyeceğini.
Anlatmış bu günleri.
Daha ne yapsın?
Günümüz 2025.
Teknolojinin, yapay zekâların havada uçuştuğu yıllar.
Atatürk’ün sade diliyle anlattıklarını anlama kapasitemiz oldukça yüksek.
Doğru mu?
Peki icraat kapasitemiz?
Sıfır.
İşte can alıcı nokta burası.
Dediğini anlamışız,
Ama dediğini yapamamışız.
Atatürk kendi zamanında birçok kamu kurumu kurdu.
Ayrıca:
Sanayi Planı'nın yürürlüğe girdiği 1934-1938 arasında açılan fabrikalarla ülke genelindeki fabrika sayısı 2000'i geçti. 1927 yılı genel istatistiklerine göre Türkiye’de 65 bin 245 büyük küçük, motorlu-motorsuz sanayi kurumu bulunuyordu.
Ne yaptılar?
Sanayi kurumlarının hepsini sattılar.
Yerine ne kurdular?
Bütçemizi kemiren geçiş garantili köprüler, hasta garantili hastaneler, geçiş garantili otoyollar…
Şimdi daha iyi anladık mı acaba?
Bazıları hala itiraz edebilir diye, Atatürk’ün kurduğu fabrika listesini yer kaplasa bile tarihleriyle beraber yayımlamak istedim.
Böylesi daha vurucu olacak çünkü.
1-Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2-Gölcük Tersanesi (1924)
3- Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4-Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5-Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
6-Uşak Şeker Fabrikası(1926)
7-Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926)
8-Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
9-Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
10-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1928)
11- Ankara Çimento Fabrikası (1928)
12-Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
13-İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
14-Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
15-Nuri Killigil Tabanca, Havan Ve Mühimmat Fabrikası (1930)
16-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1931- Genişletildi)
17-Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
18-Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
19-Konya Ereğli Bez Fabrikası(1934)
20-Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
21-Bursa Süt Fabrikası (1934)
22-İzmit Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1934 Temel Atma)
23-Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 Temel Atma)
24-Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
25-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
26-Isparta Gülyağı Fabrikası (1934)
27-Ankara, Konya, Eskişehir Ve Sivas Buğday Siloları (1934)
28-Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1935-Tamamlandı)
29-Kayseri Bez Fabrikası (1934 Temel Atma)
30-Nazilli Basma Fabrikası (1935- Temel Atma)
31-Bursa Merinos Fabrikası (1935 Temel Atma)
32-Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 Temel Atma)
33-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1935)
34- Ankara Çubuk Barajı (1936)
35-Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935)
36-Barut, Tüfek Ve Top Fabrikası (1936)
37-Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936- İlk Türk Uçağı Nud-36 Üretildi)
38-Malatya Sigara Fabrikası (1936)
39-Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
40-Malatya Bez Fabrikası (1937 Temel Atma- Bu Fabrika Hariç Bütün Bez Ve Dokuma Fabrikaları Atatürk'ün Sağlığında Açılmıştır.)
41-İzmit Kağıt Ve Karton Fabrikası (1934- Temel Atma)
42-Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937- Temel Atma)
43-Divriği Demir Ocakları (1938)
44-İzmir Klor Fabrikası (1938- Temel Atma)
45-Sivas Çimento Fabrikası (1938-Temel Atma)
Şimdi hangisi var ve devlet işletiyor?
Diyelim satıldı ve borçlar ödendi.
Ama hesaplar öyle göstermiyor.
Tam aksine borçlar gittikçe artmış.
Olan fabrikalara olmuş ve ülke dışa bağımlı hale gelmiş…
Ve bu iktidar 23 senedir tek başına iktidar!
Size biraz garip gelmiyor mu?
BİRİ KEDİ Mİ DEDİ?
320 kilometre yürüyerek.
İki ayda.
GPS olmadan.
Bize çoğumuzun asla başaramadığı şeyi başaran Holly adlı kedinin hikâyesi anlatılmış.
Tarih: Aralık 2012
Yer: Florida.
Holly, sahipleriyle tatildeyken kaybolur.
Evinden 320 kilometre uzaktadır.
Çanakkale-İstanbul arasını düşünün.
Ama kedi Holly pes etmez.
İki ay boyunca tehlikelerle yüzleşerek, şehirleri ve kırsal alanları aşarak yürür.
Tek başına.
Sadece bilimin hâlâ açıklamakta zorlandığı bir şeyin rehberliğinde.
Sonra olanlar inanılmaz.
62 gün sonra komşular bahçelerinde kürdan kadar incecik bir kedi fark ederler. Mikroçip kontrolü yapılır.
Bu Holly’dir ve geri dönmüştür.
Bunu nasıl başarmıştı?
Bilim insanları koku sinyallerinden, manyetik alanlardan ve gizemli duyusal yeteneklerden bahseder.
Ama belki de cevap daha basittir: Kalbinde bir harita vardı.
Evcil hayvanlarımızdan kaçı böylesine olağanüstü yetenekler saklıyor acaba?
Holly, içgüdünün bazen binlerce teknolojiden daha değerli olduğunu hatırlattı bize.
Hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir Kararlılık Dersiydi bu.
GÜNÜMÜZÜN PROBLEMİ
Psikopatlar niçin çoğalıyor?
Bu makalenin başlığı buydu.
Ülkemizde de artık psikopatlar çoğaldığından sizlere aktarmak istedim.
Makalenin en altında da şu not vardı, bilmem doğru mu?
Ama gerçekçi en azından.
Not şuydu:
“Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtıldı.”
32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikâyet ediyor: “Doğru dürüst okumadı ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere ‘yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı?’ gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün evde. ‘Onu getir, bunu al!’ şeklinde emirler veriyor. Yapmak istemediğimizde ‘Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?’ diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor. Artık korkuyoruz. Ne yapabiliriz?”
Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor.
“Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve ‘bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu’ söyleyen, sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el kaldıran bir çocuk.”
Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor.
Hepsinin son cümlesi benzer: “Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir şeyini eksik bırakmadık. Niçin böyle oldu?”
“Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?’ tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi” diyor yazar.
Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirmiş.
Tartışılan konu: O öğrencinin Cumhurbaşkanı’na gitmesiymiş.
Oysa tartışılması gereken konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar’dan ucuz olmayacaktır.
Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın.
Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın.
Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı?
Herhalde vardır.
Zaten tartışılması gereken de bu değil. Tartışılması gereken; çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır.
Çevreye ve kendine zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa ‘Davranım bozukluğuyla’, üstünde ise ‘Antisosyal kişilik bozukluğuyla’ tanımlıyoruz.
Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere ‘Psikopat’ diyoruz.
Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor.
Bu artışın en büyük nedeni; çocuk yetiştirme biçimimizdir.
Doğduğundan beri;
Bir dediği iki edilmeyen,
Her istediğine kavuşan,
İsteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan,
Emek sarf etmeden,
Değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; Sorumluluk sahibi,
Doyumlu,
Çalışarak kazanmanın erdemine inanan,
Bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü?
Avrupalı ve Amerikalı aileleri ‘Çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar’ diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var.
“Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur” diye daha önce de yayımladığım, ‘Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları’nı tekrar yayımlıyorum diyor yazar ve ekliyor:
*Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın!
Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
*Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
*Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin!
‘21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin’ diye bekleyin!
*Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini… Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!
*Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
*Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.
*Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.
*Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.
*Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin!
Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!