“Sn. Müşterimiz.

… sözleşme no’lu elektrik aboneliğinize ait 24.06.2025 son ödeme tarihli ilgili dönem tüketim bedeli 1286,18 olup, 648.54 TL’lik devlet desteği sonrasında ödenmesi gereken fatura tutarı 637,64 TL’dir.”

15 Haziran’da telefonuma gelen SMS mesajı.

İlk bakışta çok güzel.

Sen elektriği harcıyorsun, devlet yarısından fazlasını senin yerine ödüyor.

Neden?

Şöyle cevap geldi:

“Faturalarda devlet desteği uygulaması, enerji kaynaklarının verimli kullanılmasını teşvik etmek amacıyla uygulamaya konuldu.

Elektrik faturaları için destek tutarı aylık 417 kilovatsaat altında kalanlar için yani düşük tüketim kademesindekilere yüzde 60 oranında uygulanıyor.”

Ama neden?

Yani devlet neden bütçedeki parayı bu iş için harcıyor?

Bu soruyu siyasetçinin birine sorsam iki saat bana eşitlikten, devletin babalığından, demokrasinin gereğinden, insanlıktan, vatandaş hakkından bahseder ve 2 saat konuşur bir şey anlamazsınız.

Düşündüm “Kime sorayım?” diye.

Tarafsız olsun istedim.

Zira ülke karpuz gibi İktidarcı ve Muhalefetçi olarak ikiye bölündüğünden, tarafsız kişi bulmak pek zor.

Dedim bunu yapay zekâya sorayım.

O en azından daha tarafsız bir şey söyler.

Dedim ki; “Bak birader, bu elektrik faturalarından devlet desteği diye bir uygulama var, bunu devlet neden yapar?”

Ahan da size verdiği cevap:

“Elektrik faturasının yarısını devletin ödeme kararının birkaç temel nedeni olabilir.

Türkiye’de elektrik fatura desteği genellikle ekonomik zorlukları hafifletmek, vatandaşların yaşam standartlarını korumak ve sosyal devlet anlayışını güçlendirmek amacıyla uygulanır.

Özellikle düşük gelirli haneler için bu tür destekler, geçim sıkıntısı çeken bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olmak için sağlanır.

Ayrıca, bazı ekonomik kriz dönemlerinde, örneğin yüksek enflasyon ya da enerji fiyatlarının aşırı artması durumunda, devlet bu tür önlemler alarak halkın alım gücünü koruma amacı güder.

2022-2023 yılları itibarıyla, enerji fiyatlarının artması ve küresel enerji krizi nedeniyle devletin elektrik desteği sağladığına dair adımlar atılmıştır.

Bu destekler, yalnızca belirli haneler veya belirli kriterlere sahip vatandaşlar için geçerli olabilir, yani yalnızca dar gelirli, engelli ya da emekli gibi sosyal güvencesi olmayan kesimlere yönelik olarak uygulanabilir.”

Dediği doğru.

Kullandığı ifadeler:

“Dar gelirli”,

“Emekli”,

“Sosyal güvencesi olmayan”,

“Geçim sıkıntısı”,

“Yüksek enflasyon…”

Ama bizim iktidara sorarsanız bunlardan hiçbiri bu ülkede yok.

Memleket güllük gülistanlık.

Herkes bolluk içinde yüzüyor,

Kahkahalar arş-u Alaya yükseliyor.

İnanılmayan tek şey var:

Bu iktidar ise; Tek başına 23 senedir bizi yönetiyor…

Başta sorduğum “Neden?” sorusunun cevabı ise şu:

“Çünkü batmışız da haberimiz yok… İktidar bizi serumla ayakta tutmaya çalışıyor…”

SU HAKKI

Dünya su krizine doğru hızla yol alıyor.

İleride yaşanacak en önemli konu bu aslında.

Savaşların (ki 2025 senesindeyiz hala savaşıyoruz) en önemli sebebi zaten su.

Eskiden enerji kaynakları için savaşılırdı.

Ama şimdi o kadar çok alternatifi var i.

Geriye sadece su kaldı.

Ülkemiz su bakımından dünyanın n önemli kaynaklarına sahipti.

Fakat verimli kullanmamanın sonucu olarak hepsini ellerimizle yok ettik.

Anlatılan şu:

Dünya su kaynakları ve durumu, küresel çevre sorunları arasında en kritik konulardan birisidir.

Su kaynakları, dünya üzerindeki yaşamın devamlılığını sağlamak için büyük önem taşır.

Ancak suyun dağılımı, kullanımı ve korunması, ciddi tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Aşağıda dünya su kaynakları ve durumu hakkında hazırlanan rapor şu şeklidedir:

1. Dünya Su Kaynaklarının Dağılımı

Dünya suyu toplamda yaklaşık 1.386 milyar km³'tür.

Ancak bu suyun büyük bir kısmı okyanuslarda (yaklaşık %97.5) yer alır. Tatlı su ise; dünya yüzeyinin yalnızca %2.5'ini oluşturur ve bunun %70'i buzullar ve kalıcı kar örtülerinde hapsolmuştur.

Geriye kalan tatlı suyun büyük bir kısmı yeraltı sularında ve göllerde bulunur, yüzey suları ise oldukça sınırlıdır.

Tatlı Su Kaynakları:

Yüzey Suları:

Nehirler, göller ve barajlar (yaklaşık %0.3)

Yeraltı Suları:

Dünyadaki tatlı suyun büyük bir kısmı yer altı rezervlerinde bulunur.

2. Su Kullanımı ve Kıtlık

Su kaynakları, özellikle tarım, sanayi ve günlük tüketim için büyük bir talep görmektedir.

Dünyada, her yıl yaklaşık 4.5 trilyon m³ su kullanılır ve bunun büyük kısmı tarımda sulama amacıyla tüketilmektedir.

Su Kıtlığı:

Dünya genelinde su kaynaklarının eşitsiz dağılımı ve kötü yönetimi, su kıtlığına neden olmaktadır.

Özellikle;

Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde su kaynakları son derece sınırlıdır.

Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ise hızlı nüfus artışı ve iklim değişiklikleri nedeniyle suya erişim her geçen yıl zorlaşmaktadır.

Daha gelişmiş ülkeler de su kaynaklarını yüksek talep ve kirlenme nedeniyle zorlamaktadır.

3. Su Kirliliği

Su kirliliği, dünya su kaynaklarının karşılaştığı en önemli sorunlardan biridir.

Endüstriyel atıklar, tarımsal kimyasallar ve evsel atıklar, suyun kalitesini bozmakta ve ekosistemleri tehdit etmektedir.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, temiz içme suyu bulma oranı düşmektedir.

Kirletici Faktörler:

*Tarımda kullanılan pestisitler ve gübreler

*Sanayi atıkları

*Hanehalkı atıkları (kanalizasyon)

4. İklim Değişikliği ve Su Kaynakları

İklim değişikliği, dünya su kaynaklarını olumsuz etkileyen bir diğer faktördür.

Artan sıcaklıklar, su döngüsünü değiştirerek daha fazla buharlaşmaya ve kuraklıkların artmasına neden olmaktadır.

Aynı zamanda, daha yoğun yağışlar ve seller de bazı bölgelerde suyun yönetilmesini zorlaştırmaktadır.

5. Su Yönetimi ve Koruma

Su kaynaklarının verimli yönetimi, bu değerli kaynağın sürdürülebilirliği için kritik öneme sahiptir.

İyi bir su yönetimi, suyun korunmasına, kirliliğin önlenmesine ve su tasarrufuna odaklanmalıdır.

Sürdürülebilir Su Kullanımı:

*Su verimliliği artırılmalı.

*Yenilikçi sulama teknikleri kullanılmalı.

*Su geri dönüşüm ve arıtma sistemleri teşvik edilmelidir.

6. Uluslararası Su Politikaları ve İşbirliği

Dünya genelinde birçok ülke, su kaynaklarını yönetme konusunda işbirliği yapmaktadır.

Ancak suyun sınır ötesi kullanımında çatışmalar da yaşanabilmektedir.

Örneğin, Nil Nehri, Fırat-Dicle gibi uluslararası nehirler üzerinde farklı ülkeler arasında su paylaşımı konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıkabilir.

7. Su Krizine Karşı Alınacak Önlemler

Su Kaynaklarının Korunması:

Özellikle su kirliliğini önlemek için sıkı çevre yasaları uygulanmalı.

Kamu Bilinçlendirme:

İnsanlar, suyun değerini anlamalı ve tasarruf bilinci geliştirilmelidir.

Yenilikçi Teknolojiler:

Su arıtma, geri dönüşüm ve daha verimli su kullanımı sağlanacak teknolojiler teşvik edilmelidir.

8. Gelecek Perspektifi

Eğer bu sorunlar çözülmezse, önümüzdeki yıllarda dünya genelinde su kaynakları giderek daha fazla baskı altında kalacak ve su krizi büyük bir küresel tehdit halini alacaktır.

Bu nedenle ulusal ve uluslararası düzeyde etkili politikalar geliştirilmesi, suyun daha verimli kullanılması ve korunması için büyük önem taşımaktadır.

İşte tüm bunlar neticesinde bizler de yerelde harekete geçerek su kaynaklarımızı korumalı, onların verimsiz kullanılmasını önlemeliyiz.

Eğer gelecekte çocuklarımıza susuz bir dünya bırakmak istemiyorsak;

“Suyumuza sahip çıkmalıyız…”

Yerel çevre aktivistimiz Pınar Bilir sosyal medyadaki hesabından şu paylaşımı yaparak suya dikkat çekti.

Yerelde birlik ve beraberlik içinde bir mücadele yöntemi seçilmesi konusunda uyarılarda bulundu.

Yayımladığı mesaj şöyleydi:

“Çanakkale Kirazlı Balaban’da yıl 2019 aylardan Eylül yanlış hatırlamıyorsam…”

“… O zaman Çanakkale'nin tek içme ve kullanma suyu olan Atikhisar Barajını besleyen suları korumak için (yani en temel insan hakkı olan sağlıklı suya erişim hakkımız için) ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ tutmuştuk.

Burada yapılması planlanan altın madeni projesi kamuoyunda sesin yüksek çıkması nedeniyle iptal edildi.

Şirketin işletme ruhsatı yenilenmedi ve proje iptal edildi.

Kanadalı şirket yetkilisi hatırlarsanız o dönem ‘Türkler taş taşımayı çok iyi bilir’, ‘iş gücü cok ucuz’ gibi cümlelerle aslında nasıl sömürmeye geldiğini çok kısa, net ve pişkin cümleleri ile anlatmıştı.

Şirketin Türkiye temsilcileri eyleme katılanlarla dalga geçmiş ve ‘İsteseydik orayı darmaduman ederdik’ diyerek kendilerinin imtiyazlı durumlarına vurgular yapmıştı.

Bu kişi 1 hafta içinde görevden alındı.

Şimdilerde adını hiç duymuyorum.

Nöbete başlarken ‘Artık geri dönüş yok, olan oldu’ diyen çok ses olmuştu ama Türkiye Çevre Mücadelesi tarihine geçen barışçıl bir eylem oldu ve sonraki bir çok mücadeleye ışık tuttu.

Ancak biz yerelde biraz dağıldık kendi kendimizle uğraştık.”

“… Oysa su kaynaklarımıza yönelik tehdit artarak devam ediyor ve biz gün geçtikçe ne yediğimizden ve içtiğimizden daha çok şüphe ediyoruz.

Artık kaybedecek bir zaman da kalmadı.

Çanakkale Belediyesi reklam panolarına ‘Çanakkale Suyuna Sahip Çık’ görselleri asmış.

Bu çok önemli. Halkı uyarmak, öyle ya da böyle sorumluluğu herkese pay etmek.

Çünkü yerel sorunlar gibi düşünülse de küresel bir tehditle karşı karşıyayız.

Bu nedenle bir kez daha kafaya kafaya verip yeni bir mücadele yöntemi belirlemeli.”

BALİNA ÖLDÜĞÜNDE

“Balina Düşüşünün büyüsü.

Bir balina öldüğünde ve vücudu okyanusun derinliklerine battığında, inanılmaz bir şey olur ve “Balina Düşüşü” denilen şey meydana gelirmiş.

Bu olay genellikle denizin derinliklerinde, güneş ışığının ulaştığı yerin çok altında gerçekleşirmiş.

Aşağıda balinanın bedeni, aksi takdirde boş kalacak olan dünyada bir yaşam vahasına dönüşürmüş.

İşte nasıl işlediği:

1. Önce leş yiyiciler gelirmiş başına.

Hagfish, uyuyan köpekbalıkları ve yengeçler gibi yaratıklar yumuşak dokularla ziyafet çekermiş kendilerine.

2. Ardından ayrıştırıcılar gelir.

Bakteriler ve solucanlar kemikleri parçalayarak besinleri serbest bırakırmış.

3. Balinanın kalıntılarıyla mini ekosistem oluşur.

Yaşamaya özel olarak adapte olmuş hayvanlarla tam bir mini ekosistem oluşurmuş. Bazıları tek bir leş üzerinde onlarca yıl hayatta kalabilirmiş.

Balina ölüleri derin deniz ekosistemleri için inanılmaz derecede önemliymiş.

Çok çeşitli türleri beslerler, besinlerin geri dönüşümüne yardımcı olurlar ve hatta Dünya'nın en ekstrem ortamlarından birinde biyolojik çeşitliliği desteklerlermiş meğer.

“Doğa hiçbir şeyi ziyan etmez” sözü balina için de geçerli hale gelirmiş.

NASIL BİR HESAP?

Yüz milyon kere yazmışımdır.

1915 Çanakkale Boğaz Köprüsü’nün geçiş garantisi hakkında.

Hani günde 45 bin araç geçecekti ya.

İşte o hesap.

Koskocaman bir holding patronu böyle bir köprü yapmaya kalksa.

Ve dese ki:

“Hesaplayın bakalım günde kaç araç geçer? Ona göre yatırım yapacağım. Doğru olsun ha, nihayetinde çuvalla para yatıracağım.”

Genel müdürleri harekete geçer ve bir dolu profesyonel şirketlerden hizmet satın alarak “Köprüden geçecek araç sayısı hakkında” anket, mülakat ve rapor isterler.

Bunu profesyonel şirketlere yaptırırlar.

Bu şirketlerin işidir zaten.

Size kısa zamanda “Şak!” diye raporu sunarlar.

Siz de bu rapora yatırım yapılacak köprünün verimli olup olmadığına bakarsınız.

Karı varsa hesaplarsınız ve harekete geçersiniz.

Biz ne yapmışız?

Adama köprü yap demişiz.

Adam demiştir ki; “Kardeşim benim buraya köprü yapmam için tanesi 15 Euro+KDV olmak üzere 45 bin aracın günde geçmesi lazım…”

Bizimkiler araştırmak yerine, profesyonellere danışmak yerine masabaşında “Geçer, geçer”, “Hele bir köprü olsun çok geçen olur” diyerek afaki bir öngörüde bulunarak, köprüyü yapacak olan adama “Geçer!” yanıtını vermişlerdir.

Adam “Ya geçmezse?” diye sorduğunda; “Geçmezse üzerini bir veririz” diyerek ihaleyi adama yüklemişler belli.

Geçtiğimiz kurban bayramı boğaz geçişleri için oldukça yoğundu.

Ben bile günde 45 bin araç geçtiğine inanmıştım neredeyse.

Ama Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu'nun açıklamasına göre, Kurban Bayramı süresince yani 4-9 Haziran tarihleri arasında köprüden sadece 89 bin 537 araç geçmiş.

Hesaba göre 270 bin araç geçmesi lazımdı.

Geçmeyince ne oldu?

Devlet yüklenici firmaya 135 milyon 347 bin 250 TL ödedi.

Siz de diyorsunuz ki:

“Bu kadar vergi toplanıyor, gelir geliyor hazineye. Bu para nereye gidiyor?”

İşte ortada.

Bu ve bunun gibi birçok yap-işlet tipi projeler iliğimizi kemiriyor.

Olan bize oluyor.

Siz de emeklilere zam verilecek diye bekliyorsunuz.