Salı akşamı saat 19.30’da Anafartalar Spor Salonu’ndaydık.
Çanakkale Belediyespor Kadın Basketbol Takımı’nın maçı vardı.
İlk iki maçı 2-0’la geçtikten sonra, deplasmanda 2-2 yapıp geldiler ve akşam finale çıktılar.
Yer bulabilmek için 18.30’da girdik salona.
Tribünler lebalep doldu.
Adım atacak yer, nefes alacak oksijen kalmadı neredeyse.
17 Gençlik yerini almış, erkenden tezahüratlarına başlamıştı bile.
Özlemişim tribün muhabbetini.
Aslında eşime “Beni götürmeyin, kalbim sıkışır” dedim ama kendime dinletemedim.
Maç başladı bende bir bağırma, bir bağırma.
Haksızlığa tahammülüm yok.
Önce hakeme bir bağırdım;
“Ne yapıyorsun?” diye.
Sonra bizim kızlara;
“Haydi canlanın” diye,
Sonra da rakip kızlara;
“Doğru oynayın” diye.
Bilin bakalım ne oldu?
Sesim kısıldı.
Aslında diyaframı iyi kullanırım ama işte heyecan olunca, ne diyafram kaldı ne gırtlak.
Hepsi karıştı.
Son periyotta fark açıldıkça şenlendik, ayaklandık, bütün tribünler ayağa kalktı müthiş bir tezahürat başladı.
Karşı takım sonunda pes etti.
Takım şampiyon oldu…
Helal olsun kızlara.
Oldukça sert geçen müsabakadan analarının ak sütü gibi helal kupayı kazandılar.
Bizlere de bu coşkuyu, bu mutluluğu yaşattılar.
Onlar üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirip Türkiye Kadınlar Basketbol Süper Ligi’ne yükseldiler.
Şimdi sıra bizde.
Profesyonel olan bu kızlarımıza her türlü desteği vermek bize düşüyor.
Maddi ve manevi anlamda takımı motive etmek gerekiyor.
Yeni ligde mücadele kolay değil.
Yeni takviyeler, gerekiyor.
İşi sadece belediyeye yıkmak olmaz, hem halkımızın hem de iş insanlarımızın yardımcı olmaları gerekiyor.
Nihayetinde bizim takım bu…
Bize şampiyonluk sevinci yaşatan, her maç heyecanlandıran, şehir olarak gururlandıran kızlarımızı gönülden tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum…
Belediye Spor Kadın Basketbol Takımları Baş Antrenörü Tuğçe Canbaz’ı da ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
Bilgisi, tecrübesi, hırsı ile takımı buralara kadar taşıdı.
Aynı zamanda milli takımlarda da hocalık yapan Tuğçe Canbaz’a, bizlere yaşattığı bu şampiyonluktan dolayı teşekkürlerimi yolluyorum…
KARŞILAŞTIRMA
“Dünyayı Yahudiler yönetiyor” şeklindeki sözü her zaman duyarsınız.
“Zaten 7 aile var bunların 5 tanesi Yahudi” diyerek de üstün mum dikilir.
Neden böyledir peki?
“Gelenek” diyelim.
Bağlılar.
Aynı Japonlar gibi.
Ya biz?
Bu iktidar ile ne gelenek kaldı ne görenek?
Hepimiz dağıldık gittik.
Sağ olsunlar “Birleştireceğiz” derken ittifak adı altında ayırdılar koca memleketi ortadan karpuz gibi.
Birçok şey var anlatılacak.
Ama ben Yahudiler ile ilgili bulduğum şu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Yıllarca iç içe yaşadığımız Yahudilerin bu davranışları bize hiç yabancı değil.
Bazı yerler abartılmış olsa da çoğu doğru.
Türkiye'nin emlak ve konut editörü Tebernüş Kireçci, “Ticaret açısından Yahudilerle Türklerin farkları” başlıklı analizi kaleme almış...
1. Yahudiler; 10 liraları varsa en fazla 5 liralık iş yaparlar.
5 lirayı yedekte tutarlar.
Türkler ise, 10 liraları varsa 100 liralık hatta -imkân bulurlarsa- 1.000 liralık iş yapmaya kalkarlar.
Yahudiler, ticareti sermayenin gücüyle yapmaya çalışırlar.
Yedek akçeleri hatta yedeğin yedeği akçeleri vardır.
Türklerde ise, varsa yoksa tüm para ticarethane, şirket veya fabrikadadır. Yedek akçe sermayenin onda biri kadar bile yoktur.
Yedeğin yedeği ise hak getire...
2) Yahudiler babalarının, dedelerinin veya büyük dedelerinin yaptığı işi yapmaya özen gösterirler.
Yani yaptıkları işte ailelerinin bilgi birikimi vardır.
Kuşaktan kuşağa aktarılır.
Bir Yahudi eczacıysa muhtemelen babası da dedesi de eczacıdır.
Çocukları ve torunları da eczacı olur.
Türklerde baba evladı, evlat babayı beğenmez.
Evlatlar özellikle babalarının yaptığı işi yapmamaya özen gösterir.
Babasının yaptığı işi yapmayı “Ayıp” kabul eder.
Türkler, ataerkil görünümlü anaerkil bir toplumdur.
Çocuklar amcadan daha çok dayıya yakındır.
Çocukluğundan itibaren annenin de etkisiyle tüm kurgusu babayı beğenmemek üzerinedir.
Bunların doğal sonucu olarak Türk ailelerinde ticaret bilgi birikimi oluşmaz. Oluşsa bile kuşaklardan kuşaklara aktarılmaz.
Servet, kazananla toprak olup gider.
Çoğu kişi servetini ömrünün sonuna kadar koruyamaz.
3) Yahudiler, 10 liraları varsa 1 liralık hayat yaşarlar.
Gösterişten genel olarak kaçınırlar.
Dikkatleri üzerlerine çekmemek için uğraşırlar.
Mütevazılık öncelikli tercihleridir.
Türkler ise parayı ve serveti gösteriş için kazanır ve harcar.
10 lirası varsa “100 lirası var” havası oluşturmayı sever.
Gösterişte kullanılmayacak serveti “Lüzumsuz” olarak görürler.
Arapların ticaret yetenekleri Yahudilerden aşağı kalmaz.
Bir Arap atasözü der ki: “Bir baba kudretinden aşağı derecede, çocukları kudreti nispetinde, kadını da kudretinin fevkinde giyinmelidir.”
4) Yahudiler, aile içi eğitime çok önem verirler.
Milattan sonra 70 yılında Romalılar, İsrail'i yerle bir ettikten sonra Yahudileri dünyanın dört bir tarafına dağıtmışlar.
Yahudiler ayakta kalabilmek için her aileyi okul haline getirmişler.
Çocuklarına 3-4 yaşında İbraniceyi, 7 yaşında Yiddişçeyi öğretmişler.
Bir de yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmişler.
Evrensel dillerden en az birini de bilirler.
Yani bir Yahudi en az 3-4 dil bilir.
Türkler, eğitime önem vermezler. Anadillerine bile hâkim değillerdir. Dünyanın her yerinde el-kol ile anlaşırlar. Evrensel dillerden sadece el-kol ile anlaşmayı bilirler.
Ana dilden sonra nüfusun tamamı bu dili bilir.
5) Yahudiler ticaretten kazandıkları parayı genelde nakitte ve nakde kolay dönüşecek varlıklarda tutarlar.
Türkler ise parayı nakde en zor dönüşecek varlık grubu olan taşa, toprağa yatırırlar.
6) Yahudiler, çocukları öğrenciyken hafta sonları ve yaz tatillerinde çocuklarını çalıştırırlar.
Burada ince bir detay vardır: Kendi iş yerlerinde değil, başka Yahudi ailelerin iş yerlerinde...
Niye?
Çünkü başka ailelerdeki ticaret kültürünü görsün, kendi ailesindeki ticaret kültürü ile karşılaştırsın ve eksiklikleri ve yanlışlıkları tamamlasın diye...
Türklerde ise çocuklar babalarının iş yerlerinde “Prens” ya da “Prenses” unvanıyla iş hayatına atılır. Sonrası malumunuz.
7) Yahudilerin önceliği komisyonculuktur. Yani sermaye koymadan para kazanmaktır.
Bir Yahudi oğluna ticareti öğretiyormuş. Tavsiyesi şu olmuş: “Oğlum çok para kazanmak istiyorsan bir şeyler yap-sat. Üret-sat. Daha çok kazanmak istiyorsan al-sat. Daha daha çok kazanmak istiyorsan almadan sat. Önce sat. Sonra al.”
Türklerde ise komisyonculuk muteber bir iş değildir.
Yapılacak işe sermaye bağlanır.
Sermaye bağlanmadan iş yapmayı Türklerin havsalası almaz.
8) Yahudilerde iş yaptıkları insanları kalkındırmak esastır.
İş yaptıkları insanlar ne kadar kalkınırsa kendilerinin de kazançları o oranda artacağına inanırlar.
Türkler ise iş yaptıkları insanları düşman olarak görür.
9) Yahudiler yılın belli bölümlerden dünyayı dolaşır.
Yenilikleri görür ve inceler.
Özellikle gelişmiş ülkelerdeki yeni ürünleri gelişmemiş ülkelere götürerek para kazanır.
İnovasyona açıktır.
Türkler ise işlerinden başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur.
Değişime kapalıdır.
Bir yol tuttururlar ve o yolun tutturdukları yolun sonsuza kadar gideceğine inanırlar.
10) Yahudiler çapkınlık ve kaçamak yapsalar da aile birliğini ayakta tutmaya çalışırlar.
Türkler ise parayı bulduktan sonra yaptıkları ilk iş ya boşanmak ya ikinci evlilik ya da metres ilişkisidir.
Ailenin önemini genelde serveti kaybettikten sonra anlarlar.
11) Yahudilerde aile birliği ve dirliği esastır.
Aile huzuru önemlidir.
Aile içi çatışmalardan kaçınılır.
Sorunlar yaşanmaz mı? Mutlaka yaşanır. Ama çözülmesi için aile üyeleri elinden geleni yapar.
Türklerde ise servet oluşmaya başladıktan sonra aile içi gerginlikler artar.
Kim kime-dum duma psikolojisine girilir.
Aile içi savaşlar servetin bitmesine neden olur.
12) Yahudiler tüm anlaşmaları yazılı olarak yaparlar.
Sözleşmeye önem verirler.
Sözleşme işin parçasıdır.
Türklerde ise her şey güvene dayalıdır. Sözleşme istemek karşısındakine hakaret olarak kabul edilir.
Durumun özeti:
80 yaşın üstündeki bir avukata atfedilen şu sözü hatırlayın: “Yaklaşık 60 yıla yakın meslek hayatımda baktığım davaların yüzde 90'ından fazlası güvene ve güvene dayalı ilişkilerden kaynaklanıyordu.”
13) Yahudiler bir işi araştırırken olumlu ve olumsuz tüm yönlerini didik didik incelerler.
Öncelikle olumsuz yönlerine dikkat kesilirler.
Matematiksel düşünceden hiç ayrılmazlar.
Kesin kazancı görmeden kolları sıvamazlar.
Türkler ise bir işe inanmaları yeterlidir. İnandıktan sonra işin hep olumlu taraflarını düşünürler.
Olumsuz taraflarını söyleyenleri sevmezler.
14) Yahudilerde tasarruf kültürü vardır. Günlük, aylık veya yıllık kazancın belirli bir kısmını “Yedek akçe” olarak ayırırlar.
Türkler geçmişte tasarrufa önem verirdi. Tencerede pişirip, kapağında yerdi.
1980 sonrasında tasarruf kültürünü bir yana bıraktı.
Şimdilerde borçla yaşıyorlar.
15) Yahudiler girecekleri işlerde başkalarının deneyimlerine önem verirler. Başkalarının deneyimlerini önemserler. Kendilerine ders çıkartırlar.
Türkler ise deneme-yanılma yöntemiyle öğrenirler.
Bir şeyi anlamaları için illa ki damdan düşmeleri gerekir.
Damdan düşmeden öğrenmeyi bilmezler.
16) Yahudilerde dayanışma kültürü vardır.
İş yaparken birbirleriyle dayanışma içindedirler.
Birbirlerine el verirler.
Ticarette birlik ve beraberlik içinde hareket ederler.
Türklerde ise dayanışma yerine savaş vardır.
Birbirlerinin kuyusunu kazmaya meraklıdırlar.
Hasetle hareket ederler.
Başarana çamur atarlar.
Paçasından aşağıya çekmek için ellerinden geleni yaparlar.
İşte böyle.
Bu yazının altına “Türkleri amma da gömüşsün” diye yorumlar atılmış yazan kişiye.
Ama yarısından fazlası doğru.
Hiç gocunmamak lazım…
GÜNÜN HİKAYESİ...
Ülkenin tanınmış genç avukatlarından biri, yaban kazı avı zamanı, tüfeğini alıp Karadeniz sahillerine çıkmış.
Uçarken görmüş kazı.
Hemen nişan alıp ateş etmiş:
“Dannn!..”
Kuş döne döne inmeye başlamış yere…
Etrafı çitle çevirili bir araziye düşüvermiş sonunda da...
Avukat hemen araziye girip kuşu almaya yeltenmiş.
Tam çitlerden içeri girecekken karşısına yaşlı bir köylü çıkmış.
Köylü avukata sormuş;
-“Ne yapıyorsun benim arazimde?”
Avukat;
-“Şu yaban kazını vurdum da, almaya çalışıyorum.”
Yaşlı köylü;
-“Arazi benim olduğuna göre, içindeki her şey gibi, kuş da benimdir.”
Avukat hemen diklenmiş;
-“Ben bu ülkenin en büyük avukatlarından biriyim. Beni uğraştırma bey amca! Mahkeme masrafı falan der, çiftliğine kadar elinden alırım bak!”
Yaşlı köylü gülmüş;
-“Biz buralarda böyle küçük sorunları mahkemeyle değil,
‘üç tekme’ kuralıyla çözeriz” demiş.
-“Nedir o üç tekme kuralı?” diye sormuş, avukat merakla.
Yaşlı köylü;
-“Önce biri ötekine 3 tekme vurur, sonra öteki… Sonra yine ilki… Bir kişi pes edene kadar devam eder. Pes eden kaybeder.”
Avukat genç, güçlü kuvvetli, sportmen.
Köylü ihtiyar.
İçinden ‘Ben bunu haklarım’ diye düşünerek;
“Kabul”, demiş.
-“Burası benim arazim olduğuna göre ilk vurma hakkı bende” demiş yaşlı köylü.
İlk tekmeyi atmış avukatın kasıklarına…
‘Ugggh’ diye dizlerinin üzerine çökmüş avukat.
İkinci tekme tam midesine gelmiş ki,
avukat öğlen yediği yemekleri çıkarmış,
‘Böğğğ’ diye bağırıp dört ayak haline gelmiş yerde.
Yaşlı köylü üçüncü tekmeyi tam k.çının ortasına yerleştirince de öne doğru kapaklanmış avukat.
Önde de köylünün ineğinin biraz evvel oraya bıraktığı ıslak tezek var, avukatın suratı aynen gömülmüş içine.
Avukat;
-“Şimdi sıra bende, ihtiyar tilki” diye doğrulmuş, ağzına kadar giren pislikleri ceketinin koluyla temizlemeye çalışırken.
Yaşlı köylü gülmüş;
-“Pes ediyorum. Bir kaz için dövüşmeye değmez. Al kuşunu git...”