İktidarın muhalefetle uğraşmasına vatandaşın tepkisi olduğu kadar, AKP içinden de rahatsızlıklar duyulduğu yönünde birçok haber geliyor.
Bizler de sahada dolaşırken birçok AKP’ye gönül vermiş veya oy vermiş kişilerden bu rahatsızlıkları duyuyoruz.
“Hükümet muhalefetle uğraşacağına işine baksa daha iyi olur” şeklinde eleştirileri alıyoruz.
Muhalefet yapılan baskıların yanı sıra yolunda gitmeyen işler, ekonomik sıkıntılar, hak, hukuk, adalet işleri iktidar yanlılarının da canını sıkmış durumda.
Öyle ki İmamoğlu’na yapılan bu operasyon sonucu ekonomik krizin tırmandığı ve seçmenin bu durumun faturasının AKP’ye kesileceğini belirtmişler.
Ayrıca İmamoğlu’ndan “Kahraman” yaratıldığını da kaydeden kurmaylar, muhalefete baskı yapmanın AKP’ye oy kaybettireceğine inanıyorlar.
Asıl hedefin ise “Kopan seçmeni geri döndürmek” olması gerektiği üzerine yorumlar da yapılıyor.
Gelen haberlere göre:
Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından bazı AKP'li milletvekillerinin bir toplantı yaparak durumdan rahatsızlıklarını belirttiği iddia edildi.
Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan CHP Milletvekili Umut Akdoğan da 16 AKP'li milletvekilinin toplantı yaparak İmamoğlu'na ve muhalefete yönelik operasyonlara tepki gösterdiğini öne sürmüştü.
Bu durumun da seçmen kaybettirdiğine inanan partililer “Seçmen yerel seçimlerde bize bir uyarı verdi. Bu uyarıya yönelik özeleştirimizi yapıp, partide değişikliğe gitmeliydik. Ancak parti yönetiminde yapılan değişiklik hayal kırıklığı yarattı. Muhalefetle uğraşmakla bu iş olmaz” yorumunu yapıyorlar.
Bu arada daha dün gelen haber yorumların doğruluğunu da ispatlamış oldu.
Habere göre:
Üsküdar Belediyesi’nin AKP’li Meclis Üyesi Ekrem Baki, “Muhalefete yönelik artan baskılar nedeniyle” partisinden istifa ettiğini duyurdu.
Ekrem Baki aynı zamanda meclis üyeliğinden da ayrıldığını açıklamış.
Üst düzeyde birinin sırf baskı yapıldığı gerekçesi ile istifası pek görülmüş bir şey değildi.
Bu ilk oldu, arkası gelir mi?
Onu da AKP Kurmayları değerlendirir herhalde.
KORİDOR ŞART
Yumruğu hep muhalefet yiyor neden?
Akıllara gelen bu sorunun cevabı şurada gizli.
Anlatılanlara göre:
Özgür Özel’in koruma müdürlüğünü, (daha önce Ankara Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü görevinde bulunan) Serkan Ökdemir yürütüyormuş.
Ancak Genel Başkanın “Halkla arama girme” isteği üzerine, bu nahoş olaylar meydana geliyor.
Siz koruma olarak ne kadar başarılı ve dikkatli olursanız olun, Başkan önünde “Koridor” oluşturmadığınız müddetçe tam koruma sağlanamıyormuş.
İşte bu koridorsuzluğun neticesinde sanki partiliymiş gibi gözüken kişiler, genel başkana sağından ve solundan yaklaşarak saldırı için harekete geçebiliyormuş.
Mesela Cumhurbaşkanının korunmasında açılan koridora kimse giremiyor.
Ama partilerde böyle olmuyor çünkü Genel Başkan böyle istemiyor.
Yapılacak tek şey var:
Korunacak kişinin, koruma kurallarına uyması ve uyarları dikkate almasıdır.
Genel başkanlar gittikleri illerde de “Kendi korumalarının yanı sıra o il emniyetinde görevli koruma şubesi ekipleri tarafından da korunuyor.”
Peki durum neden böyle oluyor?
Çünkü tüm yetki liderin korumalarında olduğundan, koruma şube ekipleri de görevini eksik yapmış oluyorlarmış.
Bir daha böyle olay yaşanmaması için;
İşi uzmanına bırakmak lazım.
Onlar ne derse o olmalı…
SIKIYSA İÇ
Sürekli yazdığım konuydu.
Kardeşim içeceksen şu zıkkımı ağzınla iç.
Kapasiten kadar iç.
Sonrasında sofradan kalkmasını bil.
İçmeyi bırakmasını bil.
Oturuyorsun sofraya iç babam iç.
Nereye kadar?
İstifra edene kadar,
Kendini kaybedene kadar.
Her ne kadar tartışılsa da içmek haram edilmiş.
Boşuna değil.
Aslında içmesi bilinseydi belki de haram edilmezdi.
İçmesini bilmeyenlerin yüzünden, kendi halinde içenlerde girdi yasaklar arasına.
Biz arkadaşlarla akşamlar yemeğe gittiğimizde daha masaya oturmadan bana verilerdi anahtarları.
Zira sarhoş olunca pek anahtar vermek istemezler, dayılanırlardı.
Bazı kırıcı olaylar bile yaşandığı olmuştur.
Bu kadar cümleyi neden kurdum biliyor musunuz?
İşte şu haber yüzünden.
Haber şu:
“Alkollü direksiyona geçene hapis cezası geliyor…”
Haydi bakalım.
İçip içip diğer arabalara dayılananlar,
Anahtarı vermeyenler,
Sarhoşken kendini şoför sananlar,
Sarhoşken trafikte göbek atanlar,
Polise saldıranlar,
İşte kanun geliyor.
Sıkıysa içtikten sonra binin bakalım direksiyona.
Dünya kaç bucak görün.
Haberin devamı şöyle;
“TBMM Başkanlığına sunulmaya hazırlanan 4. Yargı Reformu Strateji Belgesi ile trafik kuralları ve cezalarında değişikliğe gidilecek. Düzenleme kapsamında alkol veya uyuşturucu madde etkisinde araç kullananlar için, trafikte herhangi bir vukuata karışmasalar dahi hapis cezası uygulanacak…”
Bunları hapiste boş tutmayacaksın.
Her gün sabah-akşam tahtadan bir arabaya bindirip, üzerinde şoförlük yaptıracaksın.
Hapishane avlusunda diğer mahkumların gülüşmeleri altında, “Düt düt düt..” diye gezdireceksin.
Ceza dediğin böyle olur ki ders alsınlar ve sarhoşken araba kullanmamaya yemin etsinler…
ATEŞLEEE…
Barbaros Mahallesi iki akşamdır müzik sesinden rahatsız.
Kim, nerede çalıyorsa veya düğün yapıyorsa artık?
Yahu insan sesini bu kadar çok açar mı?
Kulaklarınız sağır mı?
Koskocaman Barbaros Mahallesi inliyor.
Aslında bu ülkede sokak düğünleri yasak.
Biliyorsunuz?
Ama dinleyen kim?
Ama “Hak, hukuk, adalet yok” deniyor ya, işte uygulaması.
İsteyen istediği şekilde sokaklarda gürültü yaparak milleti rahatsız edebiliyor.
Mesela 23 Köprüsünden “Taşıt Giremez” tabelasına aldırmadan insandan çok motosiklet geçiyor, aldıran yok.
Cuma pazarına bisiklet, motosiklet girmesi yasak biliyor muydunuz?
Maşallah insandan çok onlar var.
Ey yetkili!
Lütfen.
Rica ediyorum.
İstirham ediyorum.
Saygı ve sevgiyle dileklerimi yolluyorum.
Şu sokak düğünlerine bir çare bulun.
Bu sesleri kaldıracak baş kalmadı bizde.
Lütfen bizi duyun.
Bu arada o insanlar da haklı belki.
Düğün salonuna verecek paraları yok!
Ne yapsınlar?
Diğer arada ise Belediye yöneticiliğini kazananların seçimlerde, “Her mahalleye bir düğün salonu” projesini de hatırlatmak isterim.
Hani?
Nerede düğün salonları?
Ne sevinmiştik duyunca.
“Oh be kurtulacağız sonunda” demiştik.
İnanmıştık.
Sonuç?
Mahalle ortasında düğünlere devam…
Bir de silahlar var hani?
Düğünlerde havaya atılan.
Konvoylarda.
Akşamları Cuma pazarı civarında…
Onlarla ilgili bir kanun yoldaymış.
Şöyle diyor haber:
“Meskûn mahalde silahla ateş edenlere verilecek cezalar artırılacak.”
“Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde veya kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda, silahla ateş eden veya patlayıcı madde kullananlara verilen hapis cezasının 6 ay olan alt sınırı 1 yıla, 3 yıl olan üst sınırı da 5 yıla çıkarılacak.” denmiş.
Haydi inşallah.
Ben de 7 Kocalı Hürmüz’ün dediği gibi diyorum:
“3’te yetmez 5 sene,
5’te yetmez 7 sene,
Ver, ver, ver, ver,
Ver Allah’ım, ver…”
YANDI BİTTİ
KÜL OLDU GİTTİ!
Ulusal gazetelerin birinde yazarlık yapan duayen gazeteci Necati Doğru yazıyor sürekli.
Diyor ki;
“Kırgızistan’ın borcu neden silindi?”
Sürekli aynı konuyu gündeme getirince demişler ki kendisine;
“Sen de şimdi saplantı yaptın, taktın Kırgızistan borcunun silinmesine…” .
“Evet taktım” diye cevaplamış usta yazar ve devam etmiş;
“Maliye müfettişleri ve hesap uzmanları ile konuştum. Dediler ki bizim devletin Kırgızistan devletine verdiği 113.3 milyon dolarlık borcu silmesi;
‘Kamu zararı’ demek.”
“113.3 milyon doları; “100’lük Türk Lirası banknot” yapsanız ve hassas tartıya koyup tartsanız; 1013 kilo (1.13 ton) ağırlık yapıyor.
113.3 milyon dolar ile bugün 200 metrekare büyüklüğünde 1200 ilkokul yapılabiliyorsunuz.”
Diyerek bu paranın öneminin altını çizmiş.
Maliye müfettişleri bu borcun silinemeyeceğinin altını çizerek kendisine yazılması kaydıyla bir örnek vermişler:
“Devlet şirketi Çayırhan Kömür İşletmeleri değeri 435 milyar TL olmasına rağmen 20 milyar TL karşılığı özel bir firmaya devredildi. Başlangıçta sendikacılar bu satışa karşı çıkıyorlardı. Ne olduysa onlar da sustular. Ama Çayırhan değerinin çok çok altında özele verilince büyük kamu zararı oluştu. İhalenin iptal edilmesi ve bu satışı yapanların da 5018 sayılı yasaya göre yargılanması gerekir.”
Hiç kimse “Ben sildim” diyerek bu borcu silemezmiş.
Kamu zararı oluşurmuş.
Usta yazarın, Kırgızistan meselesini daha çok yazacağı anlaşılıyor…
BİR YORUM
İtalya ile Türkiye Roma’da zirvede buluştular ya!
İtalyan Başbakanı, “Türkiye üzerinden gelen sığınmacı sayısı sıfırlandı, bunun için Türkiye’ye teşekkür ederiz” dedi ya!
Halbuki Avrupa Birliği’nin kuruluş amacı şuydu:
“İnsanlar özgür doğar-eşit yaşarlar-kardeş kalırlar. Din farklılığı, dil farklılığı, ırk farklılığı, kültür ve medeniyet farklılığı onların bir arada yaşamasını engelleyemez…”
Yani “Sermaye serbest dolaşacaktı, mallar serbest dolaşacaktı, insan serbest dolaşacaktı.”
Ama söz konusu göçmenler olunca?
Teşekkür aldık, “Onları Avrupa’ya salmadık” diye.
Bu haber de konuyu destekliyor zaten:
“Edirne Valisi Yunus Sezer, Türkiye Yunanistan sınırında 8,5 kilometrelik duvar yapılacağını belirterek, ‘Batı sınırımızda ilk kez fiziki sınır güvenlik tedbirlerini gerçekleştireceğiz, fiziki duvarlar yapacağız’ dedi.”
Elinizi vicdanınıza koyup konuşun;
“Avrupa’dan kaç kişi bu sınırdan yurdumuza girerken yakalandı?
Kaç kişi ise kaçmaya çalışırken yakalandı?”
Şöyle kısaca bir değerlendirme ile Edirne’ye yapılacak bu duvarın, aslında kaçanları engellemek için yapıldığı belli değil mi?
Yani Avrupa’ya bekçilik yapmak için.
İran, Suriye, Irak sınırlarından binlerce göçmen bize elini kolunu sallayıp akarken, Edirne’ye duvar örmek biraz garip değil mi?
Doğu sınırlarımıza duvarlar örülmüş, bizzat gözlerimle gördüm
Ama ne kadar?
Yeterli mi?
Ona bakmak lazım.
İşte İtalya başbakanı bize bunun için teşekkür ediyor duvar için.
Belki de maliyetini de karşılamışlardır, bilemem.
Avrupa birliği üyelerine sormak lazım:
“Hani sizin kuruluş ilkeleriniz doğrultusunda insan dolaşımı serbest olacaktı? Ne oldu? Neden duvar ördünüz?”
Ortadoğu’yu, Ortaasya’yı karıştırarak insanları evlerinden ettiniz, şimdi de kapılarını kapattınız?
Bu mu insanlık?