Siyasi kulisler oldukça hareketli.
Zaten takip ediyorsunuzdur.
CHP’nin kurultayı tamamlandı ve Genel Başkan Özgür Özel tekrar seçildi ve “Delege satıldı, oylar satın alındı, telefon dağıtıldı” gibi şaibelere cevap verdi.
Partiye Kayyum atanmasının önüne geçti.
Ülkemizde yaşanması olanaksız öylesine çok şey yaşandı ki, artık şaşırmamaya başladık.
Haberleri okuyunca saçlarımızın dik dik olması gereken yerlerde bile sadece “Vay be!” diyerek geçiştiriyoruz.
Dünyada her şey bize normal gelmeye başladı, alıştırıldık resmen.
Tilkinin kuyruğu kayaya sıkışmış ve kurtulmak için kuyruğunu kesmek zorunda kalmış.
Bu kuyruksuzluk onun için oldukça utanç verici bir şeymiş tabi.
Mümkün olduğunca hayvanlardan uzak yaşamaya ve kuyruğunu saklamaya çalışmış.
Ama nafile.
Yiyecek bulmak, su bulmak için arayışlar içindeyken hayat şartları onu mecburen hayvanlara yaklaştırınca olan olmuş.
Bir gün yiyecek peşindeyken bir başka tilki onu görmüş ve merakla sormuş;
“Kuyruğunu neden kestin?” diye.
Çünkü ormanda pek karşılaşılır bir durum değilmiş.
Kuyruğu kesik olan tilki;
“Böyle kendimi çok mutlu hissediyorum şimdi o kadar mutluyum ki adeta sevincimden havalara uçuyorum” demiş.
Bunun üzerine diğer tilki de mutlu olmak için kuyruğunu kesebileceğini ancak acı duymaktan korktuğunu söylemiş.
Diğer tilki de “Acı filan yok” diyerek onu kandırmış.
Bunun üzerine tilki, kuyruğunu kesince mutluluk yerine şiddetli bir acı çekmiş.
Koşarak diğerinin yanına gelip;
“Neden bana yalan söyledin? Çok canım acıdı” diye sormuş.
Tilki; “Eğer acı çektiğini diğer tilkilere söylersen, onlar asla kuyruğunu kesmez ve bizimle dalga geçerler” diye cevap vermiş.
Bu iki tilki gezdikleri her yerde kuyruklarını soran diğer tilkilere “Mutluluk yaşadıklarını” anlatmışlar.
Mutluluğu bulmak isteyen birçok tilki bunlara inanarak, kuyruklarını kesmiş.
Ormanda kuyruksuzlar çoğunluğu ele geçirince, kuyruğu olan tilkilerle dalga geçip onlara eziyet etmeye başlamışlar.
Sonuç olarak bu hikâyenin sonuna şöyle bir cümle yazılmış;
“Önce toplum bozulup farklılaşır, sonra da toplum birbirine düşman olur...”
Çıkarılacak hisse olarak şu yazılmış;
“Bir toplumda bozulmalar artınca bozulmuş insanlar, iyi insanları ayıplarlar ve dalga geçerler…”
DEVLET BAHÇELİ
Uzun zamandan beridir hastalıkla boğuşan Devlet Bahçeli’nin 66 gün sonra ortaya çıkmasını değerlendirenler, komplo teorileri ile açıklayanlar oldu.
Neler söylendi, yazıldı anlatamam.
İnsan okudukça hayretler içinde kalıyor.
Volkan Konak’ın vefatı ile ilgili bir din adamının yakışıksız söylediklerine nasıl karşıysam, Bahçeli hakkında söylenenlere de o kadar karşıyım.
Ne olursa olsun bir insandır, candır.
İnsanlık, insan olmayı gerektirir.
“Geçmiş olsun” demek bu kadar kolay iken, hakkında teoriler üretmek insanlığa hiç yakışmadı doğrusu.
KENDİMİZİ ALDATMAYALIM
Kulisler AKP kurucusu ve eski Milli Eğitim Bakanlarından Hüseyin Çelik’in açıklamaları ile karıştı.
AKP’ye dışarıdan eleştiriler gelince “Bunlar dış güçlerin oyunu, bunlar bizi çekemiyorlar” gibi laflarla savuşturulurdu.
Ama laf içeriden gelince halen bir cevap gelmedi.
Hüseyin Çelik bir TV kanalında açtı ağzını, yumdu gözünü.
Eleştirilerini peş peşe sıraladı.
Hani demişler ya; “Taş yakından gelir” diye, öyle oldu sanki.
Kitabın ortasından konuştu::
“Bugün 3Y ile ilgili geldiğimiz nokta itibariyle beni de çok rahatsız eden şeyler var. Bunu çeşitli vesilelerle söylüyorum.”
“Geldiğimiz noktada Türkiye'yi hiç iyi bir noktada görmüyorum.”
“Sayın Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart'ta gözaltına alınması kabul edilebilir değil, protesto hakkının elden alınması telafisi mümkün olmayan yaralar açmıştır. Unutulmamalıdır ki AK Parti benzer yollardan geçerek iktidar oldu. O gün Sayın Erdoğan ve AK Parti'ye yapılanlar da yanlıştı, bugün Sayın İmamoğlu ve CHP'ye yapılanlar da yanlış. Halkın iradesiyle bilek güreşi yapılmaz.”
“Bugün CHP'li arkadaşların Sayın İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilmesi ve kendisinin de hapse atılmasına itiraz etmeleri, protesto gösterileri yapmalarını ben son derece haklı ve demokratik buluyorum.”
“Özellikle kendi mahalleme söylüyorum. Biz Ahmet'i, Mehmet'i tartışırken esası, özü, sistemi tartışmıyoruz. Gücü elinde bulunduran kendi haklı kabul ediyor. Haklı olan güçlü olmalıdır, güçlü olan kendini haklı kabul etmemelidir. Geldiğimiz noktada Türkiye'yi hiç iyi bir noktada görmüyorum.”
“Türkiye’nin şu anda karşı karşıya bulunduğu en büyük problem bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemidir. Siz evliyaya bu yetkileri verirseniz, bu evliyayı bozar. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine kimi getirirseniz getirin, kimi devlet başkanı cumhurbaşkanı yaparsanız yapın, bu iş Otokratlığa doğru gider.”
“Cumhurbaşkanı olarak Tarım İl Müdürünü sen atıyorsun, Milli Eğitim Müdürünü sen atıyorsun, Kültür Müdürünü sen atıyorsun, Genel Müdürü sen, Genel Müdür Yardımcısını sen atıyorsun.
Bütün Bakanları, Bakan Yardımcılarını, Büyük Elçileri, Rektörleri hepsini tek imzayla atıyor…”
“Türkiye'de güçlendirilmiş ve arızaları giderilmiş Parlamenter Sistem, bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden 50 kat daha iyidir.
Kendimizi aldatmayalım…”
PARLAMENTER SİSTEM
Böylece Parlamenter Sistem konuşulmaya başlanacak belli.
Ancak son zamanlarda CHP’nin yetkili ağızlarından bu konuda bir söz henüz duymadık.
İmamoğlu o kadar konuştu, ondan da duymadık.
Ancak, Milletin ısrarla istediği bu sistem, artık masaya yatırılmalı ve güçlendirilmiş şekliyle tartışılmalı ve en kısa sürede parlamenter sisteme geçilmelidir.
AKP kanadından bu sesler duyulmaya başlandıysa, gerisi de gelecek demektir.
Parlamenter sisteme geçişin Erdoğan için de artık bir seçenek olduğu kulislerde dillendiriliyor.
Ülkenin geldiği durum, hayat pahalılığı ve dış dünyanın bakışı ile ilgili oyların düşüşe geçtiği bir gerçek.
Ne kadar saklansa da saklansın, AKP öne geçilmez bir hızla dibe doğru yol almakta.
Cumhur ittifakını ayakta tutmak için gösterilen çaba yetmez oldu.
Bahçeli’nin rahatsızlığı da buna eklenince iş çıkmaza doğru gidiyor.
Yapılacak bir erken seçimde eldeki bu verilerle kazanmak imkânsız.
Bunu kurmaylar da görüyor zaten.
İşte tüm bunlara bakarak tek çıkışın “Parlamenter Sistem” olduğu apaçık meydana çıkıyor.
“Yüzde 51’lerle uğraşmaktansa, koalisyonlarla elde edilecek yüzde 40’lar hiç yoktan iyidir” mantığı galip gelebilir.
AKP’nin ülkenin kutuplaştığı bu noktasında, meclis çoğunluğunu elde etmesi şimdilik kolay gibi.
Ama vakit geçtikçe kötüleşen şartlarda onu da bulması imkânsız hale gelebilir.
PATRON ZORDA MI?
Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Emin Gürses yaptığı açıklamada;
“Tayyip Erdoğan şimdi seçimlerde ittifak yapmak için Zafer Partisi'ne haber göndermeye başladı.” dedi.
Eğer haber doğruysa, genel başkanının içeride olduğu partiye haber göndermesi, patronun zorda olduğunu gösterir tabi.
Gürses, seçim anketlerinde MHP’nin oy oranının yüksek gösterildiğini belirterek “MHP’nin yüzde 8 oyu yok. Nereden çıktı bu yüzde 8? Zafer Partisi'ni az göstermeye çalışıyorlar. Zafer Partisi'nin oy oranının yüzde 10-11 civarlarındadır” dedi ve sözlerine;
“Seçimde ittifak yapmak isteyenler var. Tayyip Erdoğan da şimdi haber göndermeye başladı. Zafer Partisi'ne diyor ki ‘İttifak yapalım.’ diyor…” ifadelerini kullandı.
Haberler gönderilip alındığına göre bir seçim düşüncesi var demektir.
Yakında bir sürpriz yapılarak önce sistem değiştirilip, sonra seçime gidilebilir mi acaba?
Siyaset bu belli olmaz.
“24 saat siyasette çok uzun bir süre” derdi rahmetli Demirel…
TABANLARI YAĞLAMAK
Tabanları yağlamak deyiminin bir hikâyesi olduğunu, onun da çarıkla ilgili olduğunu biliyor musunuz?
Deyimlerle ilgili hikâyeler bayılıyorum.
Çok ilginç oldukları kesin.
O sebeple sosyal medyada görür görmez sizlerin de hoşuna gideceğini bildiğimden, hemen paylaşmak istiyorum.
Yüzyıllardır dedelerimizin, ninelerimizin giydiği çarık, meğer mandanın sırt derisinden yapılırmış.
Eskiden imalathane nerede, usta nerede?
Herkes kendi çarığını kendi yaparmış.
Çarık yapmak için insanların taban ölçüleri alınır, ham deriden uygun deri parçası kesilerek çıkarılır, kenarlarından sırımla büzülürmüş.
Kolay yapılırmış aslında, ama bakımı zormuş.
Boya nerede, cila nerede!
Bir süre giyilen çarıklar kurumaya başlarmış.
“Güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar” atasözünü boşuna söylememiş atalarımız.
Sözün kısası;
Çarıkları yağlamak gerekirmiş.
Çarığın tabanı yağlanarak ayakların rahat etmesi sağlanırmış.
Zeytinyağı bu iş için bitirimmiş.
Öteki yağlar da fena iş görmezmiş hani.
Uzun yol yürüyecek kişi çarık tabanlarını yağlarmış bir gün önce.
Günümüzde “Tabanları yağlamak” deyimin; “Ayrılmak, kaçmak, sıvışmak, tüymek, kaybolmak” anlamlarına geldiği herkes tarafından biliniyor zaten.
ENFLASYON
Mart ayı enflasyon verileri açıklandı.
Buna göre “Zengin bir ülke” sayılıyoruz.
Her yer “Güllük gülistanlık.”
Her tarafımız birbirine denk.
Huzur içindeyiz.
Emeklimiz, dulumuz, yetimimiz,
Askerimiz, memurumuz, işçimiz,
Esnafımız, işadamımız, işverenimiz,
Pazarcımız, nakliyecimiz,
Öğrencimiz, öğretmenimiz,
Doktorumuz, sağlıkçımız…
Herkes mutlu,
Herkes mesut,
Herkes bahtiyar…
Böylesi;
Gönül açıcı,
Ferahlatıcı,
Aydınlatıcı,
Umut dolu enflasyon rakamı nerede var?
Hangi ülkede var?
O sebeple bizi kıskanıyorlar.
O sebeple bizi çekemiyorlar.
O sebeple önümüze taş koymaya çalışıyorlar.
“Dalga mı geçiyorsun kardeşim?” diye sormayın.
Zira TUİK’in açıkladığı enflasyon ortada.
Enflasyon:
Aylık: %2,46
Yıllık: %38,10
Oh ne ala memleket?
İyi ama bir de başka göz var piyasaları gözetleyen ENAG…
Onlara göre de enflasyon;
Aylık: %3,91
Yıllık: %75,20
İnsan şöyle bir bakıyor da;
Yüzde 38 nire, yüzde 75 nire…
Bu kadar da olmaz be kardeşim…
Meşhur bir boksör fıkrası var bilirsiniz, zaman zaman yazarım.
Maç öncesinde antrenörü boksöre moral vermiş, “Maçı kesinlikle kazanacağını, rakibinin zayıf olduğunu” söylemiş.
Maç başlamış, ancak bizim boksör sürekli dayak yiyormuş.
İlk raunt bitmiş, boksör köşesine gelmiş. Antrenör moral vermeye devam etmiş. “Aferin, evladım, adamı iyi perişan ettin, aynen devam,” demiş.
İkinci raunt başlamış.
Bizim boksör yine perişanları oynuyor.
Ara verilmiş.
Antrenör moral vermeyi sürdürmüş.
“Çok iyi dövüştün, bravo… Rakibini perişan ettin; adamın ayakta duracak hali kalmadı.”
Üçüncü raunt başlamış.
Bizim boksörün yumruğunu kaldıracak hali yok; ama rakibi çevresinde dolanıyor, ikide bir etkili yumruklar sallıyor.
Bizim boksör üçüncü raundu zar zor bitirmiş; gong imdadına yetişmiş.
Ama antrenörün gazı devam ediyormuş. “Adamı yere düşürmene az kaldı. Biraz daha gayret, adamı nakavt edeceksin.”
Boksör sormuş: “Hocam ben adamı çok iyi dövüyorum değil mi?”
Antrenör, “Evet” deyince,
Boksör; “Hocam ben adamı perişan ediyorum da, biri de ringe çaktırmadan çıkıp çıkıp beni perişan ediyor, dikkat et” demiş.
Anladınız siz onu…