Köprü yapıldı mı?
Yapıldı.
Hizmet var mı?
Var.
İtiraz eden var mı?
Yok.
Buraya kadar herkes tamam.
Problem hizmetin yapılış şeklinde,
Problem fiyatında.
Yapılışı, ihalesi, havalesi çok tartışıldı.
Ödenen paralarla kaç tane köprü yapılacağı, verilen garanti geçiş sayısı ile ilgili tartışmalar çok yaşandı.
Tekrar tekrar gündeme getirmeye gerek yok.
Olan oldu ve biz vatandaş olarak “Geçsek te, geçmesek te” bu parayı ödeyeceğiz.
Van’daki adam okey oynarken, Samsun’daki vatandaş tarla sürerken, Muğla’daki vatandaş portakal toplarken, Kocaeli’deki vatandaş çocuğunu salıncakta sallarken farkında olmadan bu parayı ödeyecek.
Bizler de köprüden geçerken, otoyolu kullanırken 795 lirayı tıpış, tıpış ödeyeceğiz.
Hele bir de üzerine otoyol kullanırsan vay haline.
Ona da geçiş için 1005 lira yazılıyor.
“Sen de geçme kardeşim!” Diyebilirsiniz.
Haklısınız.
“Bedavadan bulduğu Vatan toprağına yaptığı bu yolu kullanma” diyebilirsiniz.
“Adam buradan para kazanacak, babasının hayrına mı yaptı?” Diyebilirsiniz.
Zaten yıllar boyunca böyle dediğimiz için bu hale geldik.
Bütçe delindi, paralar uçtu ve hala da uçmaya devam ediyor.
Gözümüz pencerelerde “Köprüden 40 bin araç nasıl geçecek?” diye bekleşip duruyoruz.
Anlamadığım şu;
Bu araçlar geçse de geçmese de nasılsa parası ödeniyorsa, biz neden bu kadar fahiş para ödüyoruz?
Yapın şunu 200 lira her gün 4 defa geçmezsem neyim.
Sanki köprü “Geçmemek” üzerine yapılmış.
Mantık şöyle kuruluyor o halde:
“Çok araba geçtiğinde köprü eskimesin diye fiyatlar yüksek tutuluyor…”
Hizmet mi?
Köprü mü?
Vatandaşın menfaati mi?
Bütçe mi?
Geçiş garantili mi?
Şimdi iyi düşünün…
KISSALI HİSSELİ YAZI
Sessiz bir tarlada, bir kaplumbağa ile bir yılan birlikte dolaşıyordu.
Karşılarına büyük bir kaya çıktı. Merakla yılan sordu:
“Altında ne var acaba?”
Kaplumbağa her zamanki gibi hevesliydi:
“Hadi bakalım! Öğrenelim.”
Kaplumbağa tüm gücüyle kayayı itmeye başladı.
Fakat kısa sürede nefesi kesildi.
“Bu kaya çok ağır… Yardım eder misin?” dedi yılana.
Yılan ise keyfine bakıyor, kıpırdamıyordu.
Kaplumbağa yılmadı.
Tek başına uğraştı, çabaladı…
Ve sonunda kayayı yerinden oynatmayı başardı.
Kayanın altında bir sürü lezzetli böcek vardı.
Yılan, yıldırım gibi atıldı ve hiçbir şey söylemeden hepsini yedi.
Sonra sırıtarak dedi ki:
“Neden suratını asıyorsun ki? Sen zaten böcek yemezsin. Bitkileri seviyorsun.”
Kaplumbağa yorgun ama sakindi:
“Ne yediğimle ilgili değil… Benim zorlandığım anda yanımda olmadın. Ama iş bitince ilk sen koştun.”
Yılan, kendinden emin bir şekilde uzaklaştı Ama kaplumbağa o gün çok önemli bir şey öğrendi:
Bazı insanlar zor zamanlarda yardım etmez, ama sonuçtan faydalanmak için hemen ortaya çıkarlar.
Hatta bazen, mücadele edenlerle dalga geçmeye bile cesaret ederler.
İşte bu yüzden, hayatında kimleri yanında tuttuğuna dikkat etmelisin.
Zorlukta gölgede kalanlar,
Zafer anındaki ışığı hak etmezler.
YİNE SİSTEM!
Dün arkadaş telefonuna bakarken okuyor; “Eğitimde tek yarıyıl uygulamasına geçilecekmiş”
Resmi olarak bir şey tabi, ancak lafı çıktıysa uygulaması da peşinden gelir nasılsa.
Tahminim piyasa yoklaması gibi bir şey.
Lafı atıyorlar ortaya, sesleri dinliyorlar.
Fazlaca tepki yoksa ver gitsin yönetmeliği, kanunu, kuralı.
Çocuk oyuncağına çevrilen eğitimde çocukların neye göre davranacakları, neye göre ders çalışacakları Arapsaçına döndü.
23 senelik iktidarı döneminde Milli Eğitim allak bullak oldu.
Yeni sistem getireceğiz diyerek çocukları, gençleri, geleceğimizi heba eden bir iktidarla karşı karşıyayız.
Dünya devletlerine bakarak beğenmediğimiz, dudak büktüğümüz birçok devlet var.
Bunlardan biri de eskiden “Gomonist” denilen Rusya.
Orada eğitim sistemi ile ilgili bir yazı düştü önüme.
Okuyunca “Ulan” dedim içimden, “Elin oğlu insan yetiştirme konusunda nerelere ulaşmış, biz nelerle uğraşıyoruz…”
İşte o yazı:
Rusya’da en yüksek not 5’iken, bir çocuğun boş kâğıt verse bile alabileceği en düşük not 2’imiş.
Bu uygulamadan yeni haberdar olan biri şaşkınlıkla Moskova Üniversitesi’ndeki Dr. Theoder Medraev’e sormuş:
“Boş kâğıt veren bir öğrenciye neden ‘0’ yerine ‘2’ veriyoruz, niye öğrencilere adil davranmıyoruz?” diye.
Medraev bu soruyu “Her sabah 7’de soğuk havalarda bile kalkıp okula gelen, tüm dersleri takip eden, toplu taşıma ile sınava saatinde yetişen ve soruları cevaplayamasa bile en azından sınava giren, başka bir hayat yaşayabilecekken okumayı seçen birine nasıl ‘0’ verebiliriz” diyerek cevaplamış.
“Biz” demiş, “Sadece sınavdaki sorunun cevabını bilmiyor diye hiçbir öğrenciye ‘0’ veremeyiz. En azından insan olduğu ve denediği için o öğrencilere de saygı göstermeliyiz.”
Mantık doğru mu?
Doğru.
Aynı şey benim de başıma gelmedi değil hani.
Geçenlerde benim 15 yaşındaki torun benden spor ayakkabısı istedi.
Mübareğin ayağı yerinde durmuyor. Her iki ay da bir büyümüş oluyor.
Ayakkabı yetiştiremiyoruz kendisine.
“Çalışmasını teşvik için” (ki bizim zamanımızda hep öyle yapılırdı) “İyi not al, alayım” diye cevapladım kendisini.
Bana döndü ve; “Sadece iyi not mu kriter. Mesela ben sigara içmiyorum, içki içmiyorum, kavga gürültü çıkarmıyorum. Okula zamanında gidip, zamanında geliyorum. Sence hak etmiyor muyum ayakkabıyı?” dedi.
“Oldu canım” dedim, “Bir de sigara mı içecektin yani?”
Gülerek cevapladı;
“Yaşıtlarımın çoğu içiyor. Hatta içki bile içen var.”
Birden düşündüm, ne cevap vereceğimi şaşırdım.
“Tamam tamam, sen yine de iyi not al, ayakkabın benden” diyerek geçiştirdim.
Memleket öyle bir hale gelmiş ki;
Çocuğun sigara içmemesi, içki içmemesi bile bizim için iyi bir şey olmuş
Milli ve manevi değerlerimizde epey bir erozyon var gibime geliyor.
Yeni nesile baktıkça bunu daha net görüyoruz.
Bu konuda silkelenip kendimize gelmeliyiz.
Sadece menfaat için yaşamayı bırakmalı (atalarımızı örnek alarak), ülkemizin geleceğini düşünerek toparlanmalıyız.
İki kuruş için satılan vatan, tonlarca altınla geri kazanılmaz…
İş işten geçmeden herkes başını ellerinin arasına alıp iyi düşünsün…
İSTİFA
“Partisinden istifa ederek … partisine geçti” haberlerini sık sık duyar olduk.
Geçtiği parti ise, kendisine oy verenlere muhalif olan parti.
Yahu millet o partiyi istese zaten gidip ona oy verirdi, sana ne?
Milletten aldığın oyları çuvala koyup diğer partiye götürmenin anlamı ne?
Bu işe kesinlikle dur demek lazım.
Bu taraftan nemalanacaksın, diğer tarafa yamanacaksın.
Yok böyle bir şey arkadaş.
Kim olursa olsun, istifa eden kişi görevinden de istifa etmiş sayılmalı.
Yerine derhal seçim yapılmalıdır.
İşte son örneği şu:
Gaziantep’e bağlı Şehitkamil Belediye Başkanı Umut Yılmaz, partisinden istifa etmiş.
Bu belediyenin en önemli özelliği ise
30 yıl sonra CHP’nin bu ilçede kazanmış olması.
Başka özelliği ise Türkiye’nin en büyük 6. İlçesi olması.
900 bin nüfuslu ilçede Umut Yılmaz, 31 Mart’ta yapılan Yerel Seçimlerde yüzde 39.67 oy alarak, en yakın rakibi AKP'li Muhammet Rıdvan Fadıloğlu'na 46 bin 863 oy ile fark atmıştı.
İstifayı duyan vatandaşlar tepki göstererek sokaklara dökülmüş.
Hatta AKP’ye geçecek şeklindeki söylentiler karşısında büyük tepki göstermişler.
Haklılar mı?
Haklılar.
Daha önce defalarca seçim kazanan AKP’ye vermeyip CHP’yi seçen halk, oylarına sahip çıkmak istemiş.
İsteselerdi tekrar AKP’ye verebilirlerdi.
Vermediklerine göre bir sebebi olmalı.
Bence istifa eden başkan her türlü görevinden de istifa ederek, mecliste yeni bir başkan seçilmesini sağlamalıdır.
TRAFİK KANUNUNU
YAZSAM YENİDEN
Trafik kanunu değişecekmiş.
Değiştirsen ne olur, değiştirmesen ne olur.
Adam yıllarca bir araba hayali kurmuş:
“Bastımı gidecek, bastı mı duracak…”
Parayı bulduğu ilk gün gidip arabasını almış, üzerine çıkmış, direksiyona geçmiş.
İbrede 220 yazıyor.
Sizce bu adam ne yapar?
Anasından, babasından görmediği arabayı bulunca fırlar gider.
Herkesi sollamak ister kendini gösterircesine.
Teybini açar, sesini herkes duyurur.
Sollamadığı otomobil, yapmadığı makas kalmaz trafikte.
Şimdi siz çıkıp buna trafik kuralı öğreteceksiniz, caydıracaksınız ha!
Vallahi caymazlar, billahi caymazlar.
Hani şarkı var ya;
“Kır kalemi, kes cezamı…” diye.
Adamda para var, ceza kessen ne olacak?
“Öderiz” diyor.
Sırf bunların yüzünden sıkılaştırdığınız trafik denetimleri, kuralları sayesinde bizler de mağdur oluyoruz.
Trafiğin düzelmesinin tek çaresinin;
“Ceza ile değil eğitimle olduğunu” artık göz ardı etmeyin lütfen.
Bu kadar maganda arasında, trafik düzeltmek hayal olur…
İLGİNÇ BİLGİ
Syracusya; Arşimet tarafından tasarlandı.
Antik çağda inşa edilmiş en büyük gemi.
19. yüzyıla kadar aynı boyutlarda bir gemi daha yapılamadı.
Tasarım Arşimet'in eseridir ve inşaatı için Syracuse'dan Zalim Hieron II (M.Ö 306-215) Korint Archias'a gitti.
55 metre uzunluğunda bir gemiydi. (bazı kaynaklar da uzunluk, 110 metre olarak belirtmiş)
300 ustanın bir yıllık çalışması ile bu devasa boyuttaki gemi tamamlanmış.
Yapımı için kullanılan malzemeler arasında;
Etna Dağı'ndan gelen ladin çam ve meşe ağaçları,
İspanya'nın Cartagena bölgesinden spartum ipleri,
Galya'dan kenevir ve
Rhone katranı öne çıkmış.
Yükleme kapasitesi 1.600 ila 1.800 ton arasında olan gemiye, mürettebat ve askerler dahil gemiye 1.940 yolcu ve ahırları ile yaklaşık 20 at girebiliyormuş.
142 adet birinci sınıf yolcu kamarası vardı.
Bu gemiye; “Antik çağın ilk transatlantiği" denebilirmiş.
Spor salonu, kütüphane, çizim odası, güneş saati şeklinde okuma odası, yemek odası, Afrodit Pontia'ya adanmış bir tapınak ve zemini akikten yapılmış, çeşitli bahçelerden oluşuyormuş.
Döşenmesinde lüks öyle bir tepeye ulaşmış ki, dekorasyonunda İlyada tarihiyle ilgili mozaikler, heykeller, resimler ve el sanatları da bulunuyormuş.