TASARRUF
Sabah sabah haber taramalarımızda radarımıza takılanlardan biri şuydu;
“6 ayda 50 bin kişi hapsedildi”
“Nasıl ya?” diye sordum otomatikman.
Habere göre ülkemiz genelindeki 403 cezaevinde;
1 Temmuz 2024 itibariyle 295 bin 64 hükümlü, 47 bin 462 de tutuklu olmak üzere toplam 342 bin 526 kişi bulunuyormuş.
O tarihte cezaevlerinin toplam kapasitesi;
295 bin 328 miş.
3 Şubat 2025 itibariyle ise cezaevlerinin mevcudu;
335 bin 799’u hükümlü ve 56 bin 657’si tutuklu olmak üzere 392 bin 456’ya yükselmiş.
Böylece aradan geçen süre içinde yani 6 ayda tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık 50 bin kişi birden artmış.
Tevekkeli sokaklar boş boş geliyor bana.
Diyorum insanlar neden sokağa çıkmıyor?
Demek ki çıkanı toplayıp, atıyorlar içeri.
Selam vermek için baktım sağa-sola,
Ne bir;
Sendikacı,
Belediye Başkanı,
Belediye Meclis Üyesi,
Ne bir;
Sanatçı,
Sanayici,
İşinsanı,
Gazeteci,
Ne de bir;
Siyasetçi var.
Öğrenci boldur ona vereyim selam dedim onu da bulamadım.
Meğer hepsi toptan içerideymiş.
Toplam bütçeye maliyetleri ise 150 milyar lira.
Tasarruf edecektik ya,
Bakan öyle diyordu.
Tutuklamalarda biraz tasarruf etsek iyi olur, baksanıza epey para tutuyor.
Sonra da bütçe de bir dolu açık…
KAÇ ADAY?
Devam haberlere;
“CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemek için 23 Mart'ta düzenleyeceği ön seçimde aday olmasına kesin gözle bakılan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na rakip çıktı.”
Oh iyi oldu.
Çünkü; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisine yönelik yapılan operasyonlara ve kurultay soruşturmasına tepki göstererek, “Yapılanlar bir sonraki cumhurbaşkanına darbe girişimidir. Biz bu darbeye teslim olmayız” demişti.
Neden?
Çünkü o zaman sadece bir tane aday vardı ve o da İmamoğlu’ydu.
Haliyle CHP onu aday göstereceği için ve İmamoğlu hakkında yapılanlara bakınca, Özel’in dediği bir bakıma doğru sayılırdı.
Ama şimdi aday çıkmış.
Yani biri olmazsa diğeri olur.
Korkulacak bir şey yok Sayın Özel…
Daha ön seçim olmadan ne adaylar çıkar, ne adaylar.
Siz hiç merak etmeyin.
EĞİTİM
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin geçenlerde yaptığı bir konuşmada, “Zorunlu eğitimin çok olduğunu, yakında bunun tartışmaya açılacağını ben de tahmin ediyorum. Bu kadar uzun bir süre standart bir eğitime çocukları tabi tutmak doğru olmayabilir” demişti.
Bu söylem ile eğitimde “Sil baştan” faaliyetlerine başlanacağının işaretleri verilmiş oldu.
Bu konuşmanın ardından Enderun Özgün Eğitimciler Derneği, Maarif Platformu ve Medeniyet Enstitüsü’nün düzenlediği “Türk Eğitim Sistemi ve Zorunlu Eğitimin Yansımaları” konulu çalıştayın sonuçları paylaşıldı ve “12 yıllık zorunlu eğitim dayatması çocukların kabiliyeti, meslek edinmeleri ve yuva kurmaları önünde büyük bir engel” denildi.
Raporda şu detaylar öne çıkmış;
“Zorunlu eğitim uygulaması, eğitimi bir hak değil dayatma aracı haline getirmekte.”
“Lise ve üniversitelerimiz her öğrencinin kolaylıkla mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılmalı.”
“Herkesi mezun edip diploma sahibi yapmak üzerine kurulmuş sistemi öncelikle değiştirmeliyiz.”
“Zorunlu eğitim süresi düşürülmeli, branşlaşma yani yönlendirme erkene çekilmeli, sınıf geçme yönetmeliği yeniden gözden geçirmeli ve bitirme sınavları geri gelmeli.”
“Zorunlu lise eğitimi algı noktasında zorunlu bir üniversite eğitimini doğurduğu için, üniversite öğrencisi olmak işsizliğin yeni adı olmuştur.”
“Üniversite çağına gelen bir çocuğun artık sanayinin en büyük ihtiyacı olan iş alışkanlıklarına ve mesleki becerilere sahip nitelikli eleman olma ihtimali kalmamıştır.”
“4+4+4 olarak tarif edilen eğitim sisteminin öncelikle üçüncü dört yıllık kısmı zorunlu olmaktan bir an önce çıkarılmalı ve okumak isteyenler için üç yıla düşürülmeli.”
“12 yıllık zorunlu eğitimin özellikle son dört yıllık diliminin, yani lise kısmının zorunlu olması; okullardaki ders başarısızlığının, düzensizliğin, disiplin sorunlarının, suistimallerin ve kalite düşüklüğünün başlıca temel sebeplerinden birisi.”
“Ülkemizde büyük çapta ara eleman eksikliği olduğu bilinmekte. Bu açığın kapatılması için öncelikle öğrencilerin büyük kısmını mesleki eğitime yönlendiren bir uygulamaya geçilmesi gerekmekte.”
“Mesleki eğitimde en önemli konulardan birisi mesleki eğitimin itibarının yükseltilerek özendirilmesi. Bu okullar başka bir liseye girmeyi becerememiş olanların mecburen gittiği okullar olmaktan çıkarılmalı. Bunun için de meslek liseleri mühendis olmanın ilk basamağı olarak gösterilebilir.”
“Üniversitelerde bölümlerin kontenjanları talebe göre değil ülkemizin ihtiyaçlarına, nüfusa ve istihdam imkânlarına göre planlanmalı, kontenjanlar belirlenirken popülist yaklaşımlardan uzak durulmalı.”
En başta belirtilen mevcut eğitim sisteminin yuva kurmaya engel olması kısmı hariç öneriler fena değil.
Tabi bunların birçoğunu yıllardır söylüyoruz ama iktidarımız deneme-yanılma metodunu uyguladığından sistemle oynayıp duruyor…
BAL
Bal ile ilgili birçok şey biliyor olabilirsiniz.
Ben bilmeyeneler için bu yazıyı aktarayım dedim.
Bir kaşık balın bir insanı 24 saat yaşatmaya yeterli olduğunu biliyor muydunuz?
Dünyanın ilk paralarından birinde arı sembolü olduğunu biliyor muydunuz?
Balın canlı enzimler içerdiğini biliyor muydunuz?
Metal bir kaşıkla temas ettiğinde bu enzimlerin öldüğünü biliyor muydunuz?
Bal yemenin en iyi yolu tahta bir kaşıktır; eğer bulamıyorsanız plastik kaşık kullanın.
Balın beynin daha iyi çalışmasına yardımcı olan bir madde içerdiğini biliyor muydunuz?
Balın dünyada tek başına insan hayatını sürdürebilen birkaç gıdadan biri olduğunu biliyor muydunuz?
Arıların Afrika'da insanları açlıktan kurtardığını biliyor muydunuz?
Arıların ürettiği propolisin en güçlü doğal antibiyotiklerden biri olduğunu biliyor muydunuz?
Balın son kullanma tarihinin olmadığını biliyor muydunuz?
Dünyanın en büyük imparatorlarının cesetlerinin çürümeyi önlemek için altın tabutlara gömüldüğünü ve ardından balla kaplandığını biliyor muydunuz?
“Balayı” (balayı) teriminin gelin ve damadın evlendikten sonra doğurganlık için bal tüketmesinden geldiğini biliyor muydunuz?
Bir arının 40 günden daha az yaşadığını, en az 1000 çiçek ziyaret ettiğini ve bir çay kaşığı kadar bal ürettiğini biliyor muydunuz?
Ancak bu onun için ömür boyu sürecek bir iş.
Bize de Arılara teşekkür etmek aklıyor…
SEVGİ
Melih Cevdet’e sormuşlar “Evlilik nedir?” diye.
“Eskiden” demiş ve anlatmış, “Kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü.
Tabii o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna ‘Evlenmek’ denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik ‘Katlanmaktır’...”
*Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz. Ya arabası yenidir ya da karısı!...
*Bir genç babasına sorar; “Baba evlenmek kaça mal olur?”
Baba cevap verir: “Bilmiyorum oğlum, ben hâlâ ödüyorum.”
*Günümüzde evlilik döngüsü;
“Açılış, Saygı duruşu, Cicim ayı, Geçim ayı, Trip ayı, Didişme ayı, Kavga ayı, Ayıoğlu ayı ve Kapanış.”
*Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır:
“Seninle evlendiğimde tam bir aptalmışım.”
Adam cevap verir:
“Evet âşıktım, fark edemedim.”
*Evliliğin;
İlk yılında; Adam konuşur kadın dinler,
İkinci yılında; Kadın konuşur adam dinler,
Üçüncü yılında; Her ikisi de konuşur, komşular dinler.
*Delikanlı sorar:
“Evlilik güzel midir dede?”
“Güzeldir oğul, karın dert ortağın olur.”
“İyi de benim derdim yok ki dede.”
“Evlenince o da olur!”
*Erkek, karısının söylemediği her sözcüğü anladığı andan itibaren gerçekten evlidir...
*Eğer haksızsanız ve susuyorsanız bilgesiniz. Eğer haklıysanız ve susuyorsanız evlisiniz!
*Fadime, Temel’e seslenir:
“Temel şu kuzuyu kes de sana akşama nefis yemekler yapayum…”
“Niçun?” diye soran Temel’e Fadime öfkelenir:
“Evliliğimizin onuncu yılı daaa…”
Temel umursamaz tavırla reddeder:
“Benim hatamı kuzu niye çeksin?”
*Eğer bekârsan;
Her yerde mutlu çiftler görürsün.
Eğer evliysen;
Her yerde mutlu bekârlar görürsün...
*Evlenmeden önce gözünüzü dört açın,
Evlendikten sonra yarısını kapayın!..
*Evlilik fırtınalı bir denizse, bekârlık da bulanık bir bataklıktır.
*Mutlu evlilik kısa gibi gelen uzun bir konuşmaya benzer.
*Yaşlı çifte sorarlar:
-“Tam 65 yıl... Bunca sene, nasıl evli kaldınız?”
Yaşlı çift cevap verir:
-“Bizim zamanımızda kırılan şeyler tamir edilirdi, şimdiki gibi hemen çöpe atılmazdı...”
DİZİLER
Dr. Vecdet Öz’ü bilirsiniz.
Adalet Partisi Genel Başkanı.
Kendisini takipteyim sosyal medyadan, birçok parti liderini olduğu gibi.
Geçen televizyonlardaki dizilerle ilgili bir yazısını okudum.
Bu konuda benim de şikayetlerim vardı zaten, neredeyse hislerime tercüman olmuş.
Ben de yeni bir yazı yazmaktansa ve Vecdet Öz’ün yazısından alıntı yapmaktansa orijinalini yayımlamak istedim.
Buyrun okuyun o yazıyı:
Diziler psikolojik, sosyolojik, ahlaki ve kültürel yapıyı tahrip ediyor…
Mafya var, argo var, şiddet var, cinayet var, aldatma var, entrika var, kimin eli kimin cebinde belli değil; erkeklerin elinde tespih, belinde silah, yüzünde kirli bir sakal, her biri birer sokak eşkıyası!
Kültür yok, sanat yok, bilim yok, eğitim yok, medeniyet yok, ahlak yok, saygı yok, sevgi yok, nezaket yok, tebessüm yok, dostluk yok, sadakat yok, vicdan yok, insanlık yok, çekirdek aile kavramı yok, geleneksel Türk toplumu yok, milli ve manevi değerler yok!
Kim yazar bu berbat senaryoları?
Başta Kültür Bakanlığı ve RÜTÜK olmak üzere devlet kurumları neden müdahale etmez?
Toplumu irşad edecek onca profesyonel tiyatro sanatçısı ve çok iyi yetişmiş usta yazar dururken toplumsal gelişimi etkileyecek böylesi önemli işler neden onun bunun eline bırakılır?
Ya gündüz kuşağında yayınlanan rezalet programlara ne demeli?
Tamamı bu toplumun temeline dinamit koymaya yöneliktir ve derhal denetim altına alınmalıdır.
ATATÜRK
Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Dr. Bünyamin Okumuş’un söylemiş olduğu sözler bu aralar sosyal medyada oldukça fazla dolaşmaya başladı.
2021 yılında söylemiş ama hala geçerli.
“Atatürk'ü anlamaktan aciz, gafil ve hainleri kınıyorum” diye söze başlayan Okumuş diyanet için şunları demiş; “Burası, Atatürk’ün kurduğu bir kurumdur. Atatürk, Diyanet’i, ‘Din ile ilgili doğru bilgiyi halka anlatsın’ diye kurmuş. Atatürk'e rahmet okumak vefa borcumuzdur, bu borcu ödemek de birinci vazifemizdir. Atatürk ölmez bir eser bırakmıştır”
Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Bünyamin Okumuş sözlerine şöyle devam etmiş: “Atatürk olmasa kulağınıza ezan mı okunurdu, yoksa bir kilisede vaftiz mi olurdunuz? Atatürk’ün hatıralarına ve heykellerine saldıran zavallılar, sizin yel değirmenlerine savaş açan Donkişot'tan ne farkınız var?”
Okumuş, sosyal medya paylaşımında da yaşanan gelişmelerle ilgili şu görülere yer vermiş: “Atatürk bizim börkümüzdür, birliğimizdir, simgemizdir. Ona laf yok, baş giderse börk gider. Allah muhafaza, bir daha da geri gelmez. Atatürk’e tahammülsüzlük Türkiye'ye tahammülsüzlüktür. Atatürk alerjisinin gerekçesini nasıl okumalıyız? Vaazları ile milli birliğimizi yaralamaya hiç kimse cüret etmemelidir. Atatürk’e dil uzatanlar daha iyi Müslüman olduklarını mı sanıyorlar?
Ey kendini bilmez akılsızlar, Atatürk’ümüzden ne istiyorsunuz?
O tarih sahnesine çıkmasaydı, Türklüğün kıvancı, İslam’ın bekçisi olmasaydı, doğdunuz zaman kulağınıza ezan mı okunur yoksa bir kilisede vaftiz mi olurdunuz?”
Hislere tercüman olmuş.
Allah razı olsun…