İngiltere'nin Akdeniz filosu İstanbul'a geldi.

Boğaz'a demirledi.

Ankara'da İngiltere adına irtibat subayı olarak görev yapan Yüzbaşı Whittall, sürpriz bir emirle İstanbul'a çağırıldı.

Yüzbaşı Whittall, Osmanlı vatandaşıydı.

İngilizdi ama İstanbullu bir ailenin çocuğuydu.

1800'lü yıllarda Liverpool'dan gelip İzmir'e yerleşen, sonra İstanbul'a taşınan, ithalat-ihracat yapan çok zengin bir tüccar aileye mensuptu.

Moda semtinin neredeyse tamamı ailesine aitti.

Kendisi de İstanbul'da dünyaya gelmişti.

Attığı her adım gölge gibi takip edilen Yüzbaşı Whittall'ın aniden İstanbul'a çağırılması, Mustafa Kemal'de alarm zillerinin çalmasına sebep oldu.

“İngilizler belli ki İstanbul’da tutuklamalara başlayacak, karşılığında bizim de buradaki İngilizleri tutuklayacağımızı biliyorlar, ailesi önlem olarak bunu kurtarmaya çalışıyor” dedi.

Şifreli mesaj gönderdi...

“İşe yarayacak isimler” listesi verdi.

Derhal İstanbul'u terk etmelerini istedi.

Her zamanki gibi tam isabetli öngörüydü. İngiltere “Resmi işgale” başlıyordu.

Mim Mim Grubu kuruldu.

Müdafaa-i Milliye, M.M. Başharflerinin Osmanlıca okunuşu Mim Mim'di.

Mustafa Kemal, Topkapılı Mehmet'i çağırdı ve “Sen kuracaksın” dedi.

Eski tulumbacıydı.

Kolunda meşin bileklik, boynunda muska taşıyordu.

Kabadayıydı.

Gözükaraydı.

“Topkapılı Cambaz Mehmet” adıyla nam salmıştı.

Doğma büyüme İstanbulluydu.

Çanakkale'den beri Mustafa Kemal'in askeriydi.

Temasları hiç kesilmemişti.

Samsun'a geçmeden önce yaptığı gizli toplantılar sırasında, Şişli'deki evine gelenlerden biri elbette Topkapılı Mehmet'ti.

İstanbul'da sustalı, tabancalı üç bin elemanı vardı.

Sandalcı, hamal, esnaf...

Sokakta müthiş bir istihbarat ağı kurdu.

Yaprak kımıldasa haberi oluyordu.

Gizli evleri, gizli depoları, gizli buluşma noktaları vardı.

Anadolu'ya bilgi, insan, silah, cephane kaçırıyorlardı.

Mustafa Kemal için canını vermeye hazır olan Topkapılı Cambaz Mehmet, gizli haberleşmede “Demir” kod adını kullanıyordu.

İstanbul'da resmi olarak Albay Neşet bey'e bağlıydı.

Neşet bey de, Albay İsmet'e (İnönü) bağlıydı.

Topkapılı Cambaz Mehmet, filmlere çekilmesi gereken, romanları yazılması gereken sansasyonel operasyonlara imza attı.

İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Harrington'ın makam otomobilini çaldı, kendisi sürerek götürdü.

Ankara'da Mustafa Kemal'e hediye etti!

Mim Mim Grubu'nun en önemli silahı, sustalıydı.

Tramvayda Türk kadınlarına sarkıntılık eden Fransız subaylarını veya esnafa tokat atan İngiliz askerlerini gölge gibi takip ediyor, tenhada bıçaklıyorlardı.

İşgal kuvvetleri için keskin ve sessiz bir tehlikeydi.

Mustafa Kemal, Sivas kongresinde açıklamıştı...

“İstanbul'da silahlı üç bin adamımız var” demişti.

O üç bin kişi, Mim Mim Grubu'ydu.

Semt semt örgütleniyorlardı.

Gerekirse mahalle mahalle vuruşulacaktı.

Topkapılı Cambaz Mehmet'e Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından İstanbul milletvekili olması için teklifte bulunuldu.

Teşekkür ederek kabul etmedi.

“Koşum tutmaz bir insanım, müsaade buyurun serbest kalayım” dedi.

TBMM tarafından 1500 lira maaş bağlandı.

Onu da kabul etmedi, Kızılay'a bağışladı.

DÜNYA LİDERİ

Sürekli olarak edilen hakaretler, dünya liderine hiç yakışmıyor.

İnsanlar tarih okumayınca, ağzına geleni konuşuyor.

Bakın şu anekdotu okuyun da lider derken bin kere daha düşünün.

Fransa’da çok meşhur bir sözlük vardır; İsmi Larousse.

Bizde de Meydan Larousse diye yayımlandı.

Orijinal sözlükte bir kelime var; “Décapiter” diye...

Bu kelime, 1931 yılındaki sözlükte;

“Boynunu vurmak” diye ifade ediliyor.

Kelimenin bir başka anlamı daha var;

“Kazığa oturtmak”

Yani “Sivri bir kazık hazırlamak ve kazığın bir ucu insanların ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.”

Vahşi bir uygulama.

Burada, kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak için örnek veriliyor:

“Türkler, bugün bile esirlerini kazığa oturturlar.”

Atatürk bunu öğrenince, Fransız Büyükelçisini yemeğe davet ediyor.

Elçi, “Atatürk tarafından davet edildiği için.” böbürleniyor, diğer elçilere hava atıyor.

Köşke geliyor.

Yemekler yeniyor.

Atatürk tabii bir şekilde, elçiye bu kelimenin anlamını soruyor.

O da bildiği anlamı söylüyor.

Atatürk;

“Kelimenin başka bir anlamı var mı?” diye sorunca, Büyükelçi;

“Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir” diyor.

Atatürk; daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse’u getirtip, Büyükelçinin önüne koyduruyor.

Elçi, daha işin nereye kadar gideceğinin farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor.

Ancak kelimenin karşısında “Kazığa oturtmak” konusunda verilen örnek cümleye gelince, ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve yarısından sonra yutkunarak Atatürk’ün yüzüne bakıyor.

Atatürk diyor ki:

“Demek ki biz Türkler; bugün de esirlerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi? Öyle mi sayın Sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız, bu doğru mu?”

Sefir, hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki; “Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesinin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız.”

Atatürk:

“Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul’daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum” diyor.

Bunu duyan Sefir, birden ayağa kalkıyor ve:

“Ekselans, protesto ederiz” diyor.

Bunun üzerine Atatürk;

“Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz?” diyor ve ilgililere dönerek; “Sefire yolu gösterin!” diyerek, bir anlamda onu kovuyor.

Sonra ne mi oluyor?

Tabii Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor, hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor…

Doç. Dr. Mustafa Tarakçı’ dan alıntıdır.

60 YAŞ ÜSTÜ ANAYASASI

1. Çocuklarınızla birlikte yaşamayın ve hayatlarına karışmayın.

2. Torunlarınızın eğitimine müdahale etmeyin.

3. Gelininizi ve damadınızı sevin, ya da en azından tahammül edin; Bu sizin oğlunuzun veya kızınızın seçimiydi.

4. Evlilikleri hakkında taraf tutmayın veya görüş belirtmeyin.

5. Sürekli şikâyet eden bir yaşlı olmayın.

6. Kendinize acıyan bir yaşlı birey olmayın.

7. Zamanınıza çok bağlanmayın, o geçmişte kaldı.

8. Gelecek için planlar yapın.

9. Hastalıklarınız hakkında konuşmayın.

Emin olun, kimse bilmek istemez.

10. Ne kadar kazanırsanız kazanın, her ay bir miktarını biriktirin.

11. Ertelemeyin. Geriye kalan çok fazla zamanınız yok.

12. Bir sağlık planınız olsun veya tıbbi masraflar için para biriktirin.

13. Cenaze masrafları için para biriktirin veya bu amaç için bir planınız olsun.

14. Çocuklarınıza sorunlar bırakmayın.

15. Haberlere veya siyasete bağlı kalmayın, sonuçta herhangi bir şeyi çözemezsiniz.

16. Sadece eğlenmek için televizyon izleyin, stres olmak için değil.

17. İsterseniz, sizi meşgul edecek bir evcil hayvan edinin.

18. Kalktığınızda yürüyün, yemek yapın, dikiş dikin, bahçeyle ilgilenin ama sonu bekleyerek hareketsiz durmayın.

19. Temiz ve kötü kokmayan bir yaşlı erkek/kadın olun.

20. Yaşlı olmanın keyfini çıkarın, birçok kişi yolda düşmüş durumda.

21. Herkesin gitmek istediği ama uzak durmak istemediği bir eviniz olsun. Bu tamamen size bağlı.

22. Yaşınızı geçmişe bir merdiven değil, geleceğe bir köprü olarak kullanın. Geleceğin köprüsünde her zaman yanınızda olacak birileri vardır.

23. Unutmayın: İyi anılar bırakmak, pişmanlıklardan daha iyidir.

24. Eğlenin. Gülümseyin ve başkalarını gülümsetin. Bir gülümseme herkesin gününü daha iyi yapar.

25. Hoşunuza giden şeyleri yarına bırakmayın, çok geç olabilir!.

BİRAZ TEBESSÜM

Bir kaç yıllık evli çiftin bir bebekleri olur...

2 yaşına geldiğinde bebeğin çok farklı ve insanüstü yetenekleri olduğu ortaya çıkar..

3 yaşına geldiğinde yetişkin bir insan gibi konuşur, 5 yaşında, her dilde okuyup yazmaya başlar...

10 yaşında ileri matematik profesörleriyle ileri konularda açık oturumlara katılır...

13 yaşında gelecekle ilgili inanılmaz tahminlerde bulunmaya başlar…

Bir gün çocuk:

“Tam 1 yıl sonra bugün ben öleceğim… Ben öldükten 2 yıl sonra 5 Kasım günü annem ölecek… Annem öldükten 3 yıl sonra da 15 Haziranda babam ölecek.” der.

Annesi ve babası bu anlattıklarına pek inanmak istemezler ancak gerçekten de bir yıl sonra çocuk ölür…

Baba çok uyanık olduğu için karısını hemen milyarlar değerinde sigorta yaptırır…

Ve çocuğun dediği gibi 2 yıl sonra 5 Kasım günü anne ölür…

Baba 3 yıllık ömrünün kaldığını bildiğinden, sigortadan aldığı milyarlarla seyahatlere çıkar ve çapkınlıkların en alasını yaşar...

Hatta evini bile 16 Haziranda boşaltmak şartıyla satarak, âlemler yapar ve son günlerini bekler…

Ölümüne 1 gün kala son parasıyla bir hayat kadını ile geçirir…

Her şey bittiğinde gözlerini kapatır ve:

“Vay be yarın ölmüş olacağım… Karım olmadan 3 yıl, ne hayat geçirdim ama her şeyi yaptım, dolu dolu yaşadım, helal olsun bana” diyerek, alkolün verdiği rehavetle ve yorgunlukla uykuya dalar…

Ama o da ne, sabah olduğunda gözleri açılır.

Hala yaşıyordur.

İnanamaz.

Şaşkınlık içinde yattığı yerden etrafına bakarken, geceyi beraber geçirdiği kadın çığlık çığlığa koşarak içeri girer:

-“Hemen aşağıya gelin ne olur. Uşağınız salonda boylu boyunca uzanmış yatıyor. Galiba ölmüş…”