Şu tabloyu bir esnafın dükkânında görseler; “Mümin bir adam” diyerek bütün alış verişini o dükkândan yapacak milyonlarca insan var...

Hâlbuki Türkiye'den Berlin'e göç eden bir Ermeni vatandaşımızın dükkânında asılı olan o tablo da; “Şimdi b.ku yedik” yazıyor ve tablonun ilginç bir hikâyesi var!

1930'lu yıllarda İstanbul'dan Berlin'e göç eden Peştemalcıyan Ailesi'nin ilginç hikâyesi şöyle;

Olayın kahramanları 1930'lu yıllarda Bakırköy'den Berlin'e göç eden Peştemalcıyan Ailesi'dir.

Aile, Almanya'da düzenini kurar ve işleri de gayet iyi gitmektedir.

Lâkin bu dönemde ikinci dünya savaşı patlak verir.

Hepimizin bildiği üzere ilk başlarda Almanya lehine devam eden savaş daha sonra Naziler için bir yıkım hâlini alacaktır.

1945 yılının Mayıs dönemlerinde Kızıl Ordu, Berlin'i işgal eder.

Sovyet askerleri her yeri yağmalamaya başlarlar.

Tecavüzlerin, yargısız infazların ardı arkası kesilmez.

Sovyet yönetimi de Berlin'deki bütün ev ve dükkânların kapılarının, Sovyet askerlerine açık hâlde durmasını emreder.

Peştemalcıyan Ailesi'nin dükkânları da bu emir üzerine kapı açık şekilde beklemektedir.

Bu halı mağazasının arkasındaki iki göz odada yaşayan aile, işgal günlerinde bir gün, iki Sovyet askerini bulurlar karşılarında.

Aram Peştemalcıyan ve eşi ne yapacaklarını şaşırmış hâlde iken askerlerden biri, ailenin genç kızına yaklaşır.

Aram, babalık güdüsüyle askerin üzerine atılınca diğer asker hemen silahını Aram'a doğru uzatır.

Aram'ın ağzından hayatını kurtaracak o kelimeler dökülür:

“Şimdi b.ku yedik!”

Sovyet askeri bir anlık şaşkınlıkla ondan aynı cümleyi tekrar söylemesini ister ve Aram bu cümleyi tekrarlar.

Asker, silahını indirip Aram'a sarılır ve “Biz kardeşiz” der ve “Türk müsün?” diye sorar asker.

Aram Peştemalcıyan'dan “Evet” yanıtını alınca, kendisinin de bir Tatar Türk'ü olduğunu söyler.

Aile derin bir nefes alır.

Tatar askerler bu aileye zarar verilmemesi konusunda diğer askerleri uyarır. Nihayetinde ailenin başına hiçbir şey gelmez.

Yıllar sonra bir gün aile, bu olayı bir Türk gazeteciye anlatır ve yaptırabilirlerse bu sözü Türk hat sanatıyla levhalaştırıp dükkânlarının duvarına asmak istediklerini söylerler.

Gazeteci, İstanbul'a döndüğünde soluğu ünlü hattat Emin Barın'ın yanında alır.

Hikâyeyi baştan sona anlatır.

Olaydan etkilenen Emin Barın

“Şimdi b.ku yedik” cümlesini hat sanatı ile yazıya döker.

Kenarları süslenen levha, Almanya'ya Peştemalcıyan Ailesi'ne gönderilir.

O da dükkânının duvarına bir hatıra olarak asar.

FIRTINA

Bir gün Karadenizli Temel eve gelmiş, suratı sirke satıyor.

Fadime sormuş:

“Ula neyin var Temel, gene kimle dalaştın?”

Temel homurdanmış:

“Herkes yanlış Fadime! Kimse adam gibi konuşmuyor, kimse saygı bilmiyor!”

Fadime dayanamamış:

“Ula Temel! Belki de yol değil, sen yanlışsın ha! Her karşılaştığınla kavga ediyon, belki de sorun sende!”

Temel sinirle kapıyı çarpıp çıkmış.

Yağmur deli gibi yağıyor.

Parkta bir banka oturmuş, içinden köpük gibi dert kaynıyor.

Derken yaşlı bir dede gelmiş, elinde baston, cebinde leblebi.

“Ula uşağum, ne ediyon burada ıslak ıslak?” demiş.

Temel içini dökmüş:

“Herkes yanlış dede, kimse dürüst değil, kimse insanca davranmıyor!”

Dede gülmüş:

“Ula Temel, ben de senin gibiydim gençken. Bir gün hocam bana bir bardak su getirdi, içinde azıcık toprak vardı. ‘İç bunu’ dedi. ‘İçemem, bulanık bu!’ dedim. O da: ‘Ula oğlum, o suyu kirleten dışarıdaki toprak değil, içindeki fırtınadır. Ne kadar karıştırırsan o kadar bulanır, bırakırsan kendi kendine durulur.’ dedi.”

Temel bi durup düşünmüş, gözleri dolmuş.

Dede bastonuyla toprağı dürtmüş:

“Sen kavga ettikçe bulanıyon Temel.

Savundukça batıyon. Kimse seni yenmiyo, sen kendi huzurunu yeniyon.”

Yağmur durmuş, rüzgâr susmuş.

Temel eve dönmüş, kapıdan içeri girmiş.

Fadime şaşkın:

“Ula ne oldu, niye sustun?”

Temel derin bir nefes almış:

“Fadime, bazen en büyük cevap, susmaktır ha. Haklıysan sessizlik yeter, haksızsan kelime fazladır.”

Fadime gözlerini devirmiş:

“Hee, anca yağmurda ıslanıp akıllanırsın sen Temel!”

Temel gülmüş:

“Hee Fadime, meğer fırtına dışarda değilmiş ha içimdeymiş!”

KİMLİK NUMARASI

T.C. Kimlik Numarasını ezberleyenlerin tamamını ilgilendiren bir yazı buldum.

Indiana Üniversitesi, binlerce ABD vatandaşı üzerinde yaptığı bir çalışmada, 9 haneli sosyal güvenlik numaralarının ezberleniş şekline göre zeka türlerinin farklılık gösterdiğini belirlemiş.

Oldukça ses getiren bu çalışmayı Türkiye'ye uyarlayan uzmanlar, şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmış.

Hayat boyu kullanılacak olması nedeniyle birçok kişi, erken yaşlardan itibaren 11 haneli T.C. kimlik numarasını ezberledi.

Numaraların ezberleniş şeklindeki sıralama, farkında olmadan bizim hakkımızda önemli ipuçları barındırıyormuş meğer.

En sık kullanılan 5 format üzerine yoğunlaşan uzmanlar, kimlik numaralarının şu şekilde ezberlendiğini tespit etmiş:

4+4+3,

4+3+2+2,

3+2+2+2+2,

3+3+2+3,

3+3+3+2…

İşte bu farklı ezberleme şekillerine göre değişiklik gösteren zekâ türleri...

4+4+3 Şeklinde Ezberleyenler

Kimlik numaranızı bu formatta ezberliyorsanız, bu durum sorgulayıcı ve sportif bir zekâya sahip olduğunuz anlamına geliyor.

Bu gruba dahil olan insanlar, her şeyin bir nedeni olduğuna inanır ve neden-sonuç ilişkisi kurar.

Hareket halinde olmayı tercih ederler ve durağanlık onlara göre değildir.

Bu nedenle sportif zeka türü olarak da adlandırılan bu grup, dahil oldukları ortamlardaki enerjileriyle ön plana çıkar.

4+3+2+2 Şeklinde Ezberleyenler

T.C. kimlik numaralarını bu şekilde ezberleyenler, kişisel-içsel ve sosyal zekâya sahiptir.

Bu bireyler, neler yapabilecekleri konusunda kusursuz bir öngörüye sahiptirler.

Başladıkları işlerde başarı elde etme olasılıkları yüksektir ve beceri-hedef uyumları dikkat çekicidir.

3+2+2+2+2 Şeklinde Ezberleyenler

Kimlik numarasını 5 farklı numara grubuna ayırarak ezberleyenler, sosyal ve müzikal zekâya sahip insanlardır.

Dışa dönük olup yalnız kalmak istemezler. Yüksek enerjili ve liderlik özelliklerine sahip olan bu kişiler, iletişimde etkilidirler ve ikna kabiliyetleri gelişmiştir.

Kısaca bunlar Sosyal zekâya sahiptir ve yalnızlıktan kaçınırlar.

3+3+2+3 Şeklinde Ezberleyenler

Bu sıralamayı kullananlar ise matematiksel ve sosyal zekâya sahiptir. Analitik düşünme konusunda ön plana çıkarlar ve sağlıklı sonuçlar elde edebilirler.

Tümdengelim ve tümevarım konularında başarılıdırlar.

Analitik düşünme ve sorgulayıcı kişilikleri ile öne çıkarlar. Sayısal alanlarda ve çözümleme işlerinde başarılıdırlar.

3+3+3+2 Şeklinde Ezberleyenler

En az kullanılan ezberleme yöntemlerinden biri olan bu format, genellikle müzikal ve dilbilimsel zekâsı güçlü bireylere aittir.

Kendilerini ifade etme konusunda çok başarılıdırlar.

Ritmik kalıplar ve sesler üzerinde düşünmede iyidirler.

Ben 2+3+3+3 şeklinde ezberledim.

Benim nasıl bir zekâya sahip olduğum yazmamış.

Ama yazsaydı kesin bir sanatçı zekâsı olurdu herhalde…

KURAL!

Londra’da yaşayan Burcu Yeşilyurt, “Otobüsü geldiği için bardağında kalan kahvesini rögara döktüğü gerekçesiyle” 150 sterlin (yaklaşık 8 bin 500 Lira) para cezasına çarptırılmış.

Burcu bu durumu şöyle anlatmış:

“Otobüsümün geldiğini görünce kalan az miktardaki kahveyi döktüm. Hemen ardından üç adam beni durdurdu. Ne olduğunu anlayamadım. Bir sorun var sandım. Bana bunun yasadışı olduğunu bildiren hiçbir tabela ya da uyarı yoktu. O an panik yaşadım, işe giderken elim ayağım titredi. Amaç temiz kalmakken, ceza almak çok adaletsiz hissettirdi. Bu kadar küçük bir şey için verilen ceza orantısız.”

Türkiye’de bırakın rögara kahve dökmeyi, caddenin ortasına dökseniz ilgilenen olmaz.

Biz de çöpünü bile çöp tenekesine atmayıp, yanına bırakan var.

Kullanılmış çocuk bezini, yolda giderken arabasının camından dışarı fırlatan var.

Sevgili Burcu;

Bu cezayı lütfen çok görme.

Ufacık bir müsamaha, ipin ucunun kaçmasına sebep olur. Belki sen yandın ama bu ceza aslında gelecekte şehrin çöplük olmasını da engelleyecek.

Pislik içinde yaşamaktansa, ceza ödemeye razı olmak lazım diye düşünüyorum.

Uyarı konusuna gelince,

Uyarı insanın içindedir zaten.

Aldığımız eğitim bu uyarıyı her daim diri tutar…

BİRAZ TEBESSÜM

Kasabanın çok sevilen rahibi, 25 yılın ardından emekli oluyordu.

Kilisede ona bir veda toplantısı düzenlediler.

Açılışı kısa bir konuşma ile yörenin ünlü bir politika lideri yapacaktı.

Toplantı saati geldi.

Politikacı ortada yoktu.

15 dakika, yarım saat beklediler.

Kimse görünmeyince, rahip, cemaatin sıkıldığını görüp kürsüye çıktı ve anılarını anlatmaya başladı.

“Benim bu kilisede ilk hatırladığım şey,

Günah Çıkarma Hücresinin öte yanında oturup, perdenin arkasından konuşan günahkârı dinlerken, felaket bir şehre geldiğimi düşünmüştüm.

O ilk itirafçım, komşusunun televizyonunu çalmış, yakalanınca da karakola götürülmüş ama bin yalan kıvırıp sıyırmanın yolunu bulmuştu.

Anne ve babasından devamlı para çalmış, ilk patronunu önce dolandırmış, sonra karısıyla yatmış ve yetmemiş, adamın 17 yaşındaki kızının da ırzına geçmişti.

Her türlü uyuşturucuyu kullanmıştı…

Halka açık yerlerde ahlaka aykırı davranmaktan, çıplak gezmekten gözaltına alınmıştı.

İnanmazsınız, sokak kadınlarından hastalık kapıp, öz kız kardeşine bulaştırmıştı.

Bir tek insan bu kadar günahı nasıl işleyebilir, diye dehşete düştüm.

Ben nasıl bir yere gelmiştim?

Ama geçen günler içinde kasabamın insanlarının hepsinin böyle olmadığını gördüm…

Daha sonra günah çıkarmaya gelenlerin harika ve sevecen insanlar çıkınca, burada kalmaya ve yerleşmeye karar verdim.

İyi ki de kalmışım” derken, kilisenin kapısı açıldı.

Açılış konuşmasını yapacak olan politikacı içeri girdi.

Doğru kürsüye gelip, “Geç kaldığı için özür diledi” ve açış konuşmasına hemen başladı..

“Sevgili rahibimizin buraya ilk geldiği günü asla unutamam. Günah çıkarma hücresine ilk giren ve ona işlediği günahları itiraf eden ilk kişi olma şerefine ulaştığım için ne kadar mutlu ve gururlu olduğumu bilemezsiniz!.”