Bundan tam 12 yıl önce bu köşede paylaştığımız bir yazıyı hatırlamakta yarar var. Bugün yapılanlardan çok farklı olmadığı aşikardır. Akil adamların bölgeyi gezmesi, Diyarbakır’da şarkılı türkülü yaklaşımlar, ben olsam dağa çıkardım gibi demeçler, tüneller, iç savaş provaları hemen herkesin hafızasındadır. Bakalım 12 yıl önce de ne olmuştu?
Bir çözüm sürecidir tutturuldu gidiyor. Elbette her Türk vatandaşının en büyük arzusudur terörün bitmesi. Terörist eylemleri insan olanın desteklemesi ve devam etmesini istemesi beklenemez. Partilerin siyasi vizyonları gereği çözüm yollarına bakış açıları da farklılık göstermektedir. Birçok sanatçı da çözüm için ne gerekiyorsa yaparım gibi, dağa çıkarım gibi laflar etmektedirler.
Çözüm süreci adını verdikleri bulanık yolun geçmişinden günümüze kadar süre gelen faaliyetleri farklı bakış açılarıyla irdelemekte yarar var. Hükümet, sempatizan vekillerinin de organizasyonuyla terörün çözümünü açık bir şekilde terörist başı olarak nitelendirilen kişiyle görüşmelerde gördü. Nitekim gerek gizli teşkilatın idarecileri sıklıkla görüşürlerken, milletin meclisinden ama terörist uzantıları olarak kabul edilen üç kişi adeta kız istemeye gider gibi ilgili bakanlığın da izinleriyle görüşmeye gittiler. Bu arada eş başkanlardan bir tanesi terörist örgütün elinde bulunan kamu görevlilerinin iyi niyet mesajı babında salınacağını açıkladı. Netice itibariyle sekiz kamu görevlisi meşhur kandilde teslim edildi ama bir tutanak yapıldı ki, ne anlama geldiğini hemen herkes anladı. Görüntüler ve yapılan uygulamalar milletimizin yüreğini burktu. Üzülmek elbette çözüm değil. Neticede aylardır esir bulunan kamu görevlilerimiz özgürlüklerine, çoluk çocuklarına kavuştu. Bu tarafı elbette herkesi sevindirdi. Ancak devletin terörist örgütle muhatap olmasıydı konu. Esir bulunan görevlilerimizin dik duruşları takdire şayan olmakla birlikte, kurtuluşun bedeli devletin küçülmesiydi.
Hükümet tarafındaki ılımlı yaklaşımlar, terörist örgütün siyasi uzantıları tarafından takdir edilmektedir. Çözüm sürecine çok ciddi destek verilmektedir. Ancak madalyonun öteki yüzünü devlet görmek zorundadır. Öteden beri terörist başına ev hapsi isteyen bu terörist örgütün siyasi uzantıları, isteklerini daha da öteye götürmüşlerdir. Geçtiğimiz hafta sonu (Mart 2013) Güneydoğu Anadolu illerinde nevruz provasına benzer eylemlerde, çok ilginç konuşmalar vardı. Bir tanesi özellikle çok ilginçti. Geçen hafta kamu görevlilerinin serbest bırakılacağı açıklaması yapan bu eş başkanın, Hakkari’de yaptığı konuşma aynen şöyle: "Sayın Öcalan Kürt halkının, halkların, herkesin, özgür olacağı, herkesin kazanacağı bir deklerasyon yayınlayacak. Hep beraber Amed’te (Diyarbakır) buluşup bu güzel günü bayram havasında kutlayacağız. Şimdiden hayırlı uğurlu olsun. Tüm halkımıza, tüm Türkiye’ye, tüm Ortadoğu halklarına hayırlı olsun. Yeni süreçte hepimize büyük görevler düşüyor. Örgütümüzü büyütmeliyiz. Bu sürece anlamlı bir duruşla yanıt vermeliyiz. Bizler mücadele ettikçe Türkiye’yi de, Ortadoğu’yu da değiştiriyoruz.
Anılan eş başkanın şu sözleri daha manidar: Bu mücadeleyi bugünlere biz getirdik. Özgürlük yürüyüşünü de biz tamamlayacağız. Size, halkımıza, sizin onurlu duruşunuza, mücadeleci, direngen tavrınıza bir de Kürt halkının önderi Sayın Öcalan’a güveniyoruz. Ben inanıyorum ki, sizlerin bu onurlu duruşu oldukça bu mücadele fazla sürmeyecek. Sayın Öcalan halkıyla buluşacak. Sizlerle buluşacak ve özgür olacak.
Bu ifadeleri çözüm süreci içerisinde nasıl değerlendirirler bilinmez ama hangi çözüm süreci teröre çare olacak belli değil. Ancak şu bir gerçek ki; Toplumsal travmaya hazırlıklı olmamız gerekiyor binlerce şehit verdikten sonra değil mi?
O zaman öyleydi. Şimdi bir fark var. Sayın Bahçeli son süreci destekliyor. Türk Polisine düşman diyecek kadar ileri gittiklerini görmek lazım.