Yaşımız 65’i geçti maşallah.

Gençken amma uzun gelirdi bu yaşlar.

“Biz nasıl ve ne zaman 65 olacağız? Daha çok var!” diyerek bu yaşlara geldik nihayet.

Sıhhatle, selametle, hastalıksız gelmesine geldik Allah’a şükür de, sorunlar da yanında başladı bile.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı mevzuatına göre;

Tapu dairelerinde görevli memurlar, “Herhangi bir taşınmazın devir işlemi sırasında” yalnızca “Akli dengesinden şüphe ettikleri” kişilerden “Sağlık raporu” istemekle görevlendirilmiş.

Yani tapu memuru satışa gelen kişinin durumundan şüphelenirse, kendisinden Sağlık raporu isteyecek.

Vazifesi bu.

Ancak bizim memurlar ne yapmış?

“Madem bu durum üzerimize vazife, o halde gelen geçen herkesten rapor isteyelim” demeye başlamışlar.

Aslında tapu memuru veya müdürünün;

“Hangi yıldayız?”,

“Kaç çocuğun var?”,

“Çocuklarının isimleri ne?”,

“Neden satıyorsun?”,

“Doğum yerin neresi?”,

“Kaça sattın, parayı ne yapacaksın?” gibi sorularla, satış yapan kişinin akli melekelerinin yerinde olup olmayacağını az çok denetleyebilecekken doğruca doktora göndermesi kaosa neden olmuş.

Aslında yaşını başını almış bu insanların;

“Hal ve davranışları uygunsa ve de 75 yaşında da olsa sağlık raporuna gerek olmadığı” mevzuatta belirtilmiş.

“Madem yetkim var” diyerek risk almamak için tıpış tıpış rapora gönderiliyoruz.

İşin bir tarafı doğru olsa da, diğer tarafı yanlış.

İnsanların doktora “Akli dengesini” ispatlamak için gönderilmesi hoş bir şey değil tabi.

Halen günlük yazılar yazan, yılda en az 100 sayfa tiyatro metni ezberleyen beni, tapu memuru akli dengem için doktora yollayacak öyle mi?

“Mevzuat böyle” diyerek işin içinden sıyrılabilirsiniz ancak, biraz da insanları rencide etmeden de bu işi yapabilirler.

Siz tapu çalışanı olarak belki gençsiniz ama bizim yaşlara geleceğinizi, aynı muameleye tabi olacağınızı da unutmayın…

MÜSLÜMANLIK

Prof. Dr. Mehmet Okuyan soruyor:

“Peygamberimiz mevlüt okutmuş muydu?”

Cevabı kendisi veriyor:

“Yok!”

“Kandil gecesi kutlamış mıydı?”

“Yok!”

“Hızlı Kuran okuma yarışması yapmış mıydı?”

“Yok”

Peki…

“Bu kadar yokun içinden nasıl var çıkarıyorsun?”

Bunu sorduğun zaman şöyle soruyor sana:

“Ne zararı var?”

Hoca cevaplıyor:

“Bunu bir ibadet olarak yapıyorsan, bunun bir referansı olması lazım. Din herkesin aklına estiğini yaptığı bir kurum değildir…”

Anlayana anlatmış.

Anlaşılırsa tabi.

Hoca yine anlatıyor:

“Soruyor; Hocam bu Hristiyanlar iyi adamlar, peki bunlar Cennete mi gidecek? Cehenneme mi gidecek? Büyük derdi var adamın… Ben de diyorum ki ‘Sana ne?’ Cennet senin babanın yeri değil ki… Sen kafa kâğıdına göre mi adamı bir yere koyacaksın?”

Hoca anlatmaya devam ediyor:

İlla merak ediyorsan şunu merak edebilirsin?

“Bu Hristiyanlar neden Müslüman olmuyor?”

Hoca bu soruya şöyle karşılık veriyor:

“Neden Müslüman olsunlar sizce?”

“Hangi Müslümana bakarak onu örnek alsın da Müslüman olsun, bana söyler misiniz?”

Hemen şöyle cevaplarsınız:

“Kuran okusun…!”

Sen hiç İncil okudun mu?

Yok.

Sen Kuran okuyarak mı Müslüman oldun?

Sen yapmadığını neden başkasından bekliyorsun?

Sen Anadolu’da doğmasaydın, Moskova’da doğsaydın ne olacaktın?

Telaviv’de doğsaydın ne olacaktın?

Vatikan’da doğsaydın ne olacaktın?

Kazara Hindistan’da doğsaydın ineğin peşinden gidecektin işte…

Bu böyle!

Sen Müslüman olduğunu mu zannediyorsun?

Sen kendini Müslüman buldun.

Şimdi ben soruyorum;

“Sen İslam’ın istediklerini yerine getiriyor musun?

Bakın şu memleketin haline!

Hırsızlık dolu, uğursuzluk dolu…

Yalan, dolan, hakaret, kavga, geçimsizlik, kadına şiddet, tecavüz, çocuklara taciz, soygunculuk, devletten çalma, haksız diplomalar…

Saymakla bitmez.

Ama sorarsanız biz Müslüman ülkeyiz öyle mi?

Hocanın dediği gibi;

“Kim bize bakarak Müslüman olur?”

EĞİTİM

Öğretmenlerle konuşuyorum hemen hemen hepsi şikâyetçi.

Neden?

Çocukların davranışlarından.

Saygı yok, sevgi yok, söz dinleme yok, otur yok, kalk yok, lisan kötü, şımarıklık tavan yapmış durumda.

Neden böyle oldu?

Çünkü bizim zamanımızda “Terlik” vardı, “Öğretmen dayağı” vardı.

Bunlar medeniyet çerçevesinde kalkınca çocuklar bu duruma geldi.

Biz okula evde terbiye alıp giderdik;

“Öğretmene karşı gelme, o ne derse haklıdır, eve gelip öğretmeni şikâyet etme, eti senin kemiği benim…” gibi birçok tavsiye edilirdi evden çıkarken.

Aslında eğitimin evde başladığı bir gerçek.

Bu gerçeği fark edenlerdik bir zamanlar ama şimdi saldık gitti.

Hamur gibi yoğuramadığımz çocuğu okula gönderip, öğretmeninden bekliyoruz yapmasını.

Bağırma yok, dayak yok, kaş çatma yok.

Öğretmen ne yapacak?

Masaldaki gibi sihirli öpücükle kurbağayı prense mi döndürecek?

Bu işi Japonlar bulmuş ve hala devam ettiriyorlar.

Daha bebekken her işini kendisi yapmayı öğreniyor.

Ayakkabısını giymeyi, yemek sonrası tabağını temizlemeyi, kendi başına yıkanmayı, çorabını yıkamayı, saçını taramayı…

İşte çocuklarına okul öncesi öğrettikleri ile ilgili bir yazı…

Japonya'da okul yılı başlamadan önce, ebeveynlere bir çocuğun uyması gereken

temel davranış kurallarını içeren bir liste verilir:

1. Birisi konuşurken dikkatle dinleyin.

2. Dostça selam verin ve yüksek sesle cevap verin.

3. Bil ki başkalarına ait olan senin değildir.

4. Girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarın ve istediğiniz yere koyun.

5. Sandalyeye otur.

6. Her zaman temiz kıyafetler giy, düzenli ve ütülü.

7. Bankı ve çevreyi düzenli ve temiz tutun.

8. Erken yat ve zamanında kalk.

9. Dengeli bir kahvaltı yapın.

10. Dişlerini fırçalamayı unutma.

11. Asla yalan söyleme.

12. Asla bir sınıf arkadaşını yalnız bırakma.

13. İhtiyacı olanlara yardım edin.

14. Başkaları hakkında kötü konuşma.

15. Herkesle iyi geçin, birlikte oynayın ve çalışın.

16. Sadece yalnız oynama, başkalarıyla oynamayı öğren.

17. Daha güçlü olmak ve doğanın tadını çıkarmak için dışarıda oyna.

18. Bir hata yaptıysan lütfen içtenlikle özür dileyin.

Bir zamanlar biz de bunları yapardık.

Ancak sahiplenme duygusu ile değerlerimiz medeniyet dediğimiz çılgın kurallar altında ezilince, bu hale geldik.

Ben öğretmenlere acıyorum sadece…

KISKAÇ VE ÇÖZÜM

Doç. Dr. Şafak Nakajima’nın bir yazısı sosyal medyada oldukça popüler.

Paylaşan paylaşana.

Eh ben de altında kalır mıyım?

İşte size o yazıyı paylaşıyorum.

Pitonu ölümcül kılan şey zehri değil; sabrı, gücü ve kıskaca alma becerisidir.

Avına sessizce yaklaşır, ani bir hamleyle sarılır ve dev gövdesini etrafına dolayarak beklemeye başlar.

İlk anda hiçbir şey olmamış gibidir:

Av hâlâ canlıdır, nefes alır, çırpınır.

Ama her nefeste piton biraz daha sıkar; kurban, kendi nefesiyle felce sürüklenir.

Emperyalizm de böyledir.

Zehirle değil, sabırla öldürür.

Önce toplumun etrafını sarar; eğitimden kültüre, medyadan ekonomiye kadar her alana nüfuz eder.

İnsanlar hâlâ özgür olduklarını sanır, hâlâ karar verdiklerini zanneder.

Oysa her nefeste zihinler biraz daha sıkışır; yaratıcılık körelir, eleştirel düşünce boğulur.

Genç beyinler göç eder; kalanlar ya işsizdir ya da düşük ücretle, ağır sömürüyle çalıştırılır.

Üretilen her değer, başkasının zenginliğine dönüşür.

Toprağın suyu çekilir, ormanların damarları kesilir, madenlerin iliği alınır.

İthalata bağımlılık göğsü daraltır; üretim damarları tıkanır.

Sofralarda yerli ürün kaybolur.

Yasalar aşınır, adalet terazisi şaşar, liyakat yerini kayırmaya bırakır.

Gücün gölgesinde hak aramak imkânsızlaşır; kurumlar boşalır, kurallar yalnızca güçlülerin lehine işler.

Tıpkı pitonun yavaşça kemiği kırılan, nefesi tükenen avı gibi, halk da kendi zenginliğinin ellerinden kayıp gidişini izler.

Çocuklar okula aç gider; aileler evsiz kalır; emekliler sefaletle boğuşur.

Ve sonunda piton avını yutar.

Geriye yalnızca sindirilmiş bir beden kalır.

Emperyalizmin pençesindeki toplum da böyledir:

Dışarıdan hâlâ canlı görünse de iradesi felç olmuş, aidiyet duygusu ve değerleri silinmiştir.

Peki, bu kıskaçtan kurtuluş mümkün müdür?

Evet, pitondan kurtulmaya çalışan bir avın izlediği yolları izleyerek:

Tehlikeyi fark etmek

Av, piton sessizce yaklaşmadan önce onu görmelidir.

Toplum da eğitimin, medyanın ve kültürün içine sızan sinsiliği zamanında fark etmelidir.

Mesafeyi korumak

Av, pitona yaklaşmazsa kıskaca girmez.

Toplum da stratejik bağımsızlıkla ekonomik ve kültürel mesafesini korumalıdır.

Birlik olmak

Tek başına kıstırılan av zayıftır.

Toplum, bireysel direnç yerine örgütlü dayanışmayla güçlenmelidir.

Nefesi yönetmek

Av, nefesini panikle harcamaz; kontrollü kalır.

Toplum da kaynaklarını ve tüketimini bilinçle yönetmeli, sahip çıkmalıdır.

Dayanışma kurmak

Av, fırsat bulduğunda dışarıdan yardım ister.

Toplum da uluslararası, hukukun üstünlüğünü savunan bağımsız ve demokratik kurumlarla işbirliği yaparak destek almalıdır.

Kararlı hamle yapmak

Av, en kritik anda ani ve güçlü bir hamleyle kurtulur.

Toplum da cesur, hızlı ve koordineli adımlarla zinciri kırmalıdır.

Piton güçlü ve sabırlıdır.

Ama av akıllı, dikkatli, cesur ve atik olursa kıskaç kırılabilir.

Bu yazılanların bizimle alakası yok tabi.

Doç. Dr. Şafak Nakajima emperyalizme karşı insanları uyarıyor.

Hani olur da başınıza gelirse, yapılacakları bilin, diyerek reçete yazmış.

Bize ne canım, biz güllük gülistanlık içinde yaşıyoruz, başkaları düşünsün...

Halk memnun olmasa, çok sevgili iktidarımız 23 sene tek başına iktidarda kalır mıydı?