Son 3 gündür şehir dışındaydım.
Bizim için tatil zor biraz.
Ama eşimin işi olunca önünde duramıyoruz.
Aydın’a kadar bir uzandık diyebilirim.
Dönüşte Assos, Babakale ve Tuzla, Mecidiye üzerinden Çanakkale.
Neler yaşadım yolculuklarda.
Öncelikle şu müjdeyi vereyim:
Yollardaki 30, 50, 70 tabelaları kaldırılmış.
Artık köy girişlerindeki döner kavşaklardaki tabelalar yok.
Birçok hız sınırı kameraları kaldırılmış.
Trafik Polisi maketleri de yok artık.
Mavi-Kırmızı ışıklar yok.
Bastın mı gidiyorsun, kurallar çerçevesinde.
İlk defa rahat bir yolculuk yaptım.
Aklın yolu birmiş demek ki.
Sağ olsun İçişleri Bakanlığı sesimizi duymuş.
Gittik Aydın’a.
Kaldığımız otel 4 yıldız.
Havuzlu filan.
Assos’takinin yarısı fiyat.
Su 10 lira, Bozcaada’da 50 lira.
Bilmiyorum şehir içinde 15 liradan aşağı su var mı?
Bir işçiyle konuşuyorum, “Bittik ağabey 15 bin lira kira veriyoruz anam ağlıyor” diye dert yanıyor bana.
“Bizde kiralar 30 binden başlıyor” desem işçi temelli kahrolacak.
Duysa, “Sus ağabey ağzından yel alsın, bizim ev sahipleri filan duyar maazallah” der.
Aydın’da incirlerin son zamanı.
Ama yollarda satılanlar oldukça küçük ama çok lezzetli.
Dişinin kovuğuna gitmeyecek cinsten.
Ama tam reçellik.
Döndük Babakale’ye gittik.
Yollar berbat.
Yeni yeni yapılıyor sanırım, yolların etrafı açılmış filan.
Türkiye’nin en batı ucu olan, turizm beldemiz Babakale yolu nanay.
Çalışmalar var ama yıl olmuş 2025.
AKP 23 yıl olmuş iktidarı alalı.
Köprü, otoyol yapmaktan burayı yapmaya vakit bulamamış anlaşılan.
Neyse indik limana.
Mezgit’in tam zamanı.
Balık yemeden olmaz.
Liman içinde bir kooperatif lokantası var.
Oldukça hesaplı.
“Kafayı çekeceğim” diyenlere hitap etmiyor, “Otur balığını ye ve çık” konsepti var.
Balıkların porsiyonu 300 lira ile 600 arasında.
Kalamar ise 600.
Bir de kılıç şiş var, üüüfff!
Tadından yenmiyor tabi.
İsteyene hatırlatayım dedim.
Döneceğiz Çanakkale’ye.
Ülkenin en meşhur Çanakkale domatesinin satıldığı yer olan “Kösedere’den domates alalım” dedik.
Bulursan alırsın tabi.
Yok çünkü.
Yol kenarlarında bir kasa bile yok.
Anladım ki Kösedere’de domates bitmiş.
Tuzla’da da yoktu.
Çanakkale’ye dönüyoruz geldik meşhur Güzelyalı Kavşağına.
Koskocaman bir TIR yanımdan geçiyor ama Güzelyalı’dan da bir kamyonet yolun bir yarısı geçmiş, tam ortada duruyor.
TIR şoförü asılıyor kornaya, ortalık yıkılıyor.
Şu anda gündemdeyken hallediverin artık.
Millet sıkıntıdan kurtulsun daha çok canlar yanmadan…
(Ben Güzelyalı’ya gittiğimde, dönüşte bu kavşağa bulaşmamak için Jandarma Kampının önünden direkt Dardanos’a, oradan da Eski İzmir yolundan Kepez’e geçiyorum.)
Bizim tatil bitti, döndük memlekete.
Başladım yazmaya yine…
TESADÜFÜN DANİSKASI
Yaşanmış bir hikâyeden alıntı…
1950'li yıllarda, Malatya'daki bir bankadan Sivas'taki bir bankaya yüklü miktarda para gideceğini duyan Hekimhan'a bağlı Şotik köyünden üç kişi, arabayı soymaya karar verirler.
İki ili birbirine bağlayan yolu kesmek için Balkaya Mevkii’ne çıkarlar.
Yattıkları pusudan yolu gözlemektedirler.
Zira o yıllarda tek tük araba geçmektedir.
Bir süre sonra bir araba görülür.
Sağ önünde bayrak sallanmaktadır.
Her üçü de aracı yüklü paranın olduğu banka arabası olduğunu zannederler.
Aracın tekerlerine kurşun yağdırırlar.
Araç yoldan çıkıp bir yerlere çarparak durur.
Şakiler içindekileri indirirler.
Ağlayan ve beti benzi sapsarı bir anne ile kızını çıkarırlar.
İki de erkek.
Erkeklerden biri, "Ben Malatya Valisiyim" der.
Fakat inanmazlar, alaya alırlar:
“Ben de başbakanım”, der birisi.
Arabayı ararlar ama para yoktur.
Bir daha, bir daha ararlar, yok.
Mehmet Rıza valinin fötrünü başından alıp kendi başına geçirir.
Şık ceketini de çıkartır, sırtına geçirir. “Söyle sana mı, bana mı yakıştı”, der.
Valinin ceplerini ararlar, yirmi lira çıkar.
“Vali olmadığın cebindeki paradan belli, benden fakirsin”, derler
Töre, edep gereği kadınla kızına dönüp bakmazlar bile.
Aradıkları parayı bulamayınca valiyi ve koruma şoförünü sıkıca bağlarlar.
Anne ve kızını da çözülecek şekilde bağlarlar ki, çözülüp erkekleri de çözsünler.
Ve kırsalda kaybolurlar.
Anne ve kız çabucak bağlarını çözüp diğerlerinin de çözerler.
Bir şekilde seyrek geçen arabaları durdurarak Malatya'ya varırlar.
Bir gün sonra Türkiye duyar, Malatya çalkalanır.
Jandarma Şotik köyüne yığılır.
Köylülere sorulur, dağ taş aranır, her çalının dibi yoklanır.
Nihayetinde, Mehmet Rıza, Seydi Battal ve Hüseyin Sırma bulunur, derdest edilir, şehre getirilir.
Bu ilk fotoğraf çekilir.
Vali bizzat kişileri görmek, tespit etmek ister.
Valiliğe yakın yere getirirler.
Vali görür ve “Evet, bunlardı”, der.
Zaten Mehmet Rıza'nın üzerinde valinin fötrü ve ceketi vardır.
Jandarma komutanı kendini tutamaz ve jopla Mehmet Rıza'nın yüzüne bir kaç kez vurur, kan içinde bırakır.
Şaki Mehmet Rıza valiye seslenir: “Beyim, istesek dağ başında sizi öldürebilir miydik, istesek mahremine zarar verir miydik? Yapmadık, dönüp bakmadık bile. Söyle bunlara bizi dövmesinler. Hapis cezamız neyse razıyız.”
Vali, jandarma binbaşısına öyle yapmalarını söyler.
Mahkemeye çıkarılırlar.
Vali, bilmeden yaptıklarını, kötü muamele görmediklerini mahkeme heyetine söyler.
Hafifletici sebeplerle her biri altı yıl hapis cezası alır.
Mapusluk senelerinde, bir keresinde vali, resmi hüviyeti dışında onları hapishanede ziyaret eder.
Kendisi için, aile albümüne koymak için fotoğraf dahi çektirir.
Aradan yıllar hatta iki kuşak geçer.
Uludağ üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler fakültesinde iki sınıf arkadaşı, okul sonrası, ilerlemiş arkadaşlıklarını evlilik ile taçlandırmak isterler.
Erkek, kızın evine, ailesiyle tanışmaya utana sıkıla gider.
İçeride hal hatır sorma faslından sonra gözü duvardaki çerçeveli fotoğrafa ilişir. Şok geçirir.
Çünkü mahcup damat adayı fotoğraftaki Hüseyin Sırma'nın torunudur. Utangaçlığını bir kenara bırakıp fotoğrafı sorar.
Malatya valisinin eşi yaşamaktadır ve olayı anlatır.
O yıllarda arabadaki kız da kayın valide adayıdır, artık.
Evlenen çift şu anda İstanbul'da, Bağcılar'da yaşamaktadırlar.
Bu fotoğraf hem evlerinde hem de iş yerlerinde asılıdır.
Bu çerçeve, hayatlarının en büyük tesadüfü, en büyük anlamıdır.
EKONOMİSTLER
Mart 2019’da dolar henüz 5 lira civarındayken Rize'de konuşan Ekonomi Bakanı Berat Albayrak “Birileri ‘Türkiye batacak, dolar 7, 8 lira olacak’ diye hayaller kurdu” dedi.
Ayrıca bu konuşmasında “Güçlü yumruğumuzu vurduk, doları 5 liraya düşürdük” dedi.
Bu konuşmasından yaklaşık bir yıl sonra dolar 7, bir buçuk yıl sonra da 8 lira seviyelerini geçti.
Bunun üzerine “Biz dolarla uğraşmıyoruz, istesek düşürürüz” diye konuştu.
Bir TV kanalında “Doların yükselmesiyle endişelendiğini” söyleyen sunucuya “Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolarla borcunuz mu var?” diye sert yanıt verdi.
Erdoğan o tarihteki genel seçimler öncesinde hatırlarsanız, “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” açıklamasını yapmıştı.
Hatta slogan şu şekildeydi:
“Ver yetkiyi, gör etkiyi!”
2018 Haziranında 4.76 lira olan dolar, “Ben ekonomistim” söyleminden sonra günümüzde 41,29 liraya ulaştı.
10 kat artan hayat pahalılığı sonucunda emekli, dul ve yetim maaşları o kadar artmayınca patine çıktı.
Özgür Özel yaptığı mitinglere binlerce insan toplamaya başladı.
Muhalefet yok diyenlere inat, anketlerde aldı başını gidiyor.
Dün bir gazetede çıkan bu tabloyu sizlerle paylaşıyorum.
İtiraz eden yoktur sanırım.
Bu ekonomistlerle gitmeyeceği apaçık ortadayken, hala yüzde 25 oy nasıl çıkıyor onu anlamadım.
Sosyal medyada şöyle bir paylaşım vardı:
“Öğretmenler!
Mesleğinize ve kendinize saygınız varsa:
Okulunuza takım elbiseyle ve saç sakal tıraşı olmuş bir şekilde gidiniz…”
Bu paylaşım altına çok değerli bir emekli öğretmenimiz şu yorumu yapmış:
“Çok değerli öğretmen arkadaşlarım
Sizler birer modelsiniz, öğrencileriniz sizleri örnek alacaklardır.
Okulunuza giderken tıraşınızı olup, elbisenizi giyip bir aynaya bakınız.
İnsan aynada kendisini görür.
Siz değerli meslektaşlarım;
Hepiniz birer aynasınız.
Çocuklarımız size bakacaklardır.
Sizleri örmek alacaklardır.
Onlara güzel örnek olunuz.
Sizler de bizler de öğrenci olduk, o sıralara bizde oturduk.
Sıramıza oturduğumuzda öğretmenimizi gördük, onun konuşmasını kılık kıyafetini örnek aldık.
Sizlerin de öğrencilerimize örnek olacağınızdan hiç şüphem yoktur.
Hepinizin yeni öğretim yılını kutlar saygılar sunarım…”
“Ne ekersen onu biçersin” lafı boşa değil.
Atatürk’ün meşhur sözü de akıllardadır zira:
“Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır…”
Sadece bilgi yüklemek değil, onlara örnek olmak da eğitimin bir parçası.
Bunu unutmayın.
Konuyu yapay zekaya sordum ve dedim ki:
“Öğretmenler öğrencilerine kıyafet, saç, sakal dahil olmak üzere nasıl örnek olmalı?”
.Verdiği cevap şöyleydi:
“Öğretmenlerin öğrencilerine örnek olması yalnızca bilgi aktarmakla değil, aynı zamanda tutum, davranış ve dış görünüş ile de ilgilidir. “
“Öğrenciler, öğretmenlerini rol model olarak görür; bu yüzden öğretmenin kıyafeti, saç-sakal düzeni ve genel duruşu önemli bir mesaj taşır.”
1. Kılık Kıyafet
Temiz, düzenli ve sade olmalı.
Aşırı gösterişli ya da öğrenciyi dikkat dağıtacak giysilerden kaçınılmalı.
Resmi ya da yarı-resmi giyim tercih edilmeli; özellikle ilk ve ortaöğretimde öğretmenin kıyafeti, ciddiyet ve güven telkin etmelidir.
Okulun bulunduğu çevrenin değerleri, kültürü ve yönetmelikleri dikkate alınmalı.
2. Saç ve Sakal
Saç temiz, bakımlı ve düzenli olmalı. Öğrencide “Özensizlik” hissi uyandırmamalı.
Sakal bırakılıyorsa dağınık değil, bakımlı ve uygun şekilde olmalı. (Bana göre bırakmamalı bile)
Kişisel bakımda aşırılıktan (örneğin çok dikkat çeken saç renkleri, uçuk stiller) uzak durmak, öğrencilerde “Ölçülülük” bilinci oluşturur.
3. Genel Davranış ve Duruş
Öğrencilerin gözünde öğretmen, yalnızca ders anlatan değil, hayata dair ölçü sunan kişidir.
Güven veren bir beden dili, ciddi ama güleryüzlü bir duruş sergilenmeli.
Öğrenciler öğretmenlerinden yalnızca bilgi değil, hayata dair bir tutarlılık ve disiplin görürler.
4. Örnek Olma Açısından Önemi
Öğretmenin dış görünüşü, öğrencinin kişisel bakımına verdiği önemi artırır.
Düzenli giyim-kuşam, öğrencilerin öğretmene olan saygısını pekiştirir.
Öğretmenin saç-sakal ve kıyafette sergilediği ölçülülük, öğrenciye “Özgürlük ile sorumluluk” arasındaki dengeyi öğretir.
Bazen öğretmenleri görüyorum, öğretmenlikleri için bin şahit, öğrencileri görüyorum öğrencilikleri için 5 bin şahit gerekiyor.
Yanlışlıkla beni Milli Eğitim Bakanı yapsalar, yandı gülüm keten helva…