Türkiye’de etnik olarak oldukça fazla dil vardır.

En başta ülkemizde, “Türkçe olmak üzere, Kürtçe, Arapça, Zazaca, Ermenice, Yunanca, Yahudice, Balkan dilleri, Kafkas dilleri, Lazca, Çerkesce, diğer Türk dilleri, Kıptice, Batı Avrupa dilleri ve diğer diller” konuşulmaktadır.

Anayasa madde 42: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”

Anayasa madde 153 “Anayasa Mahkemesi'nin kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Şimdi buraya bir alıntı yazı bırakıyorum.

Okuyun bakalım.

‘Eğitim dili Kürtçe olsun’ söylemi yayılıyor.

“Aşağıdaki bilgiler elinizin altında bulunsun, çünkü konu büyüyecek.” diyor yazıyı paylaşan.

İtalya

Alman, Fransız, Ladino, Sloven asıllı topluluklar kendi dillerini de öğrenir, ama anayasanın 139'uncu maddesine göre eğitim dili İtalyancadır.

Fransa

Breton, Katalan, Bask, Korsika, Alman, Karayip, Malenezya, Kanak, Guyan, Flaman, Oksitan, İtalyan kökenli topluluklar kendi dillerini de öğrenir, ama anayasanın 2'nci maddesine eğitim dili Fransızcadır.

Polonya

Alman, Belarus, Ukrayna, Rus kökenli topluluklar kendi dillerini de öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili Lehçedir.

Almanya

Danimarka, Slav kökenli Sorblar, Cermen kökenli Frizler, Roman kökenli Sintilerin kendi dillerini de öğrenirler, ama eğitim dili Almancadır.

Romanya

Macar, Roman, Alman, Türk, Rus kökenli topluluklar kendi dillerini de öğrenir, ama Anayasanın 13'üncü maddesine göre eğitim dili Rumencedir.

Macaristan

Bulgar, Yunan, Alman, Hırvat, Sloven, Sırp, Slovak, Ukrayna kökenli topluluklar ana dillerini de öğrenir, ama anayasanın 1'inci maddesine göre eğitim dili Macarcadır.

Brezilya

Alman, Hollanda, İtalyan, İspanyol, Japon, Arap, Portekiz, Fransız asıllı topluluklar ana dillerini de öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili Portekizcedir.

Slovakya

Macar, Roman, Ukraynalı, Alman, Çek, Rutenyalı, Moravyalı, Polonyalı, Rus, Bulgar, Hırvat topluluklar kendi dillerini de öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili Slovakçadır.

Meksika

80 civarında yerli dilin de konuşulduğu Meksika'da, anayasanın 2'nci maddesine göre eğitim dili İspanyolcadır.

İsveç

Finli, Lapon, Roman, Meankieli, Yidiş kökenli topluluklar anadillerini öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili İsveççedir.

Norveç

Lapon, Finli, Roman kökenli topluluklar ana dillerini öğrenir, ama eğitim dili Norveççedir.

Yunanistan

Arnavut, Makedon, Pomak, Türk toplulukların ana dillerini öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili Yunancadır.

Avusturya

Macar, Hırvat, Sloven, Çek, Slovak, Roman kökenliler ana dillerini öğrenir, ama anayasanın 8'inci maddesine göre eğitim dili Almancadır.

Hollanda

Cermen kökenli Frizya, Karayip kökenli Papiamento topluluklar ana dillerini öğrenir, ama anayasanın 23'üncü maddesine göre eğitim dili Hollandacadır.

Ukrayna

Rus, Romen, Macar, Moldavalı asıllı toplulukların yaşadığı ve kendi dillerini konuştuğu, öğrendiği, ama Rusya ile savaşın dengeleri alt üst ettiği Ukrayna'da, anayasaya göre Ukraynaca resmî dil ve eğitim dilidir.

Arjantin

Alman, İtalyan, İspanyol, Japon, Fransız, İrlanda, Galler, Arap, Ermeni asıllı topluluklar ana dillerini de öğrenir, ama anayasanın 3'üncü maddesine göre eğitim dili İspanyolcadır.

Bulgaristan

Türk, Ulah, Makedon, Roman, Ermeni kökenli topluluklar ana dillerini de öğrenebilir, ama anayasanın 4'üncü maddesine göre eğitim dili Bulgarcadır.

Danimarka

Eskimo, Faroe ve Alman kökenli topluluklar ana dillerini de öğrenir, ama anayasaya göre eğitim dili Dancadır.

Hindistan

1369 farklı dilin konuşulduğu Hindistan'da anayasanın 343. maddesine göre eğitim dilleri Hintçe ve İngilizcedir.

Filipinler

Yaklaşık 170 yerel dil konuşulur, ama anayasanın 7'nci maddesine göre eğitim dilleri Filipince ve İngilizcedir.

Türkiye’de ana dil eğitimi hakkı zaten var.

“Ana dil eğitimi” ile “Ana dilde eğitim” birbirine karıştırılmasın…

ŞİŞEDEKİ YILAN

Bu yazıyı daha önce yayımlamıştım sanırım.

Ancak geriye dönük arşiv karıştırmaya vaktim olmadığından sizlerle tekrar buluşturmak istedim.

Yazı alıntıdır.

Kimin paylaştığı konusunda bir açıklama yoktu.

Yazarı anlatıyor:

Ortaokul, lise yıllarımda bir arkadaşım anlatmıştı.

Bir işportacı…

İşportacının elinde bir şişe…

Şişede bir yılan…

İşportacı şişenin içindeki yılanın konuşabildiğini iddia ediyormuş…

“Şimdi bu şişenin kapağını açacağım ve ona sorular soracaksınız. O cevap verecek” dedikten sonra “Ancak şişeyi açmadan önce şu jiletlerden size hediye etmek istiyorum. Hediyesi 25 kuruş” diyormuş.

Çevresinde ağzı açık izleyenler, bir an önce yılana soru soracaklar ya;

“Jiletler kapış kapış…”

Adam bir yandan jilet satıyor, bir yandan da yavaş yavaş şişenin kapağını açıyormuş.

“İşte açıyorum!”

O arada biraz daha jilet…

Ardından “Evvett!... Şişe açılıyor, yılan çıkacak, sizinle konuşacak.”

Biraz daha jilet…

“İşte şişe açılıyor. Soruları hazırlayın!”

Biraz daha jilet…

Ve tam şişe açılacakken, kalabalığın içinden bir ses:

“Zabıta…! Zabıta geliyor!”

Yılancı adam, elindeki şişeyi yerdeki çantaya koyuyor.

Şapkasını tutarak, ardına bakmadan kaçıyor.

Bunu anlatan arkadaşım dedi ki:

“Bu nasıl bir tesadüf… Ben çok şanssızım. Adama kaç kez denk geldiysem hep şişeyi açacakken zabıta geldi.”

“Sen bu kadar salak olduktan sonra o zabıta daha çok gelir” diyemedim.

Her seçim öncesi; işportacı ortaya çıkıyor.

Elindeki şişede özgürlükler, demokrasi, insan hakları, refah…

Şişeyi açmadan önce oylar toplanıyor, seçim kazanılıyor.

Tam özgürlük, demokrasi, insan hakları ve refahı şişeden çıkartacakken nedense “Dış güçler” devreye giriyor.

Sen hala zabıta geldiğini zannediyorsun di mi?

Sen bu işporta numaralarına kandığın sürece yılanın konuşmasını daha çok beklersin.

Sen bu yalanları yediğin sürece özgürlük, demokrasi, insan hakları ve refahın şişeden çıkmasını daha çok beklersin...

Alıntıdır…

KARGAYLA KAN DAVASI

Paylaşımcı anlatmış.

Çok hoşuma gitti.

Üç yıl önceydi.

Eşimden yeni ayrılmıştım.

Hayatımı yeniden kurmak için merkezi bir semtte küçük bir eve taşındım.

Yatak odası vardı ama kullanmıyordum.

Çalışma odasındaki kanepe ve battaniye yeni hayat düzenim olmuştu.

Yetiyordu bana…

Ta ki sabah 5.20'ye kadar.

Daha halk arasında “Karga b.kunu yemeden” denilen vakit…

Ama bu karga çoktan yemişti.

Camın önündeki ağaca tüneyip “gak! gak!” diye bağırıyordu.

İlk sabah:

Sabrettim.

İkinci sabah:

“Git ulan.!” dedim, gitmedi.

Üçüncü sabah: 

Maşrapayla su attım, nafile.

Dördüncü sabah:

İçimdeki köylü çocuğu uyandı.

Ağaca çıktım, yuvasını bozdum.

Ve işte o sabah hayatım değişti.

O günden sonra aramızda adı konmamış bir savaş başladı.

Yeni yuvasını ağacın en tepe, en ulaşılmaz dalına yaptı.

Her sabah 5.20’de tekrar orada. Penceremin tam önünde.

Bazen yatak odasına geçiyorum, bu sefer oraya geliyor.

Sanki yer değiştirdikçe o da taktik değiştiriyor.

Derken başka bir cephe açtı.

Arabam.

Mahallede herkesin arabası pırıl pırıl, benimki her sabah karga b.kuyla imzalanmış gibi.

Bir gün camdan izledim.

Arabayı park ettikten 10 dakika sonra geldi, pisledi, gitti.

İnanmayacaksınız ama araç değiştiriyorum, fark etmiyor.

Clio, Fluence, Captiva, Bayon, City…

Sıfır araç, ikinci el, ikame araç…

Hepsi aynı kaderi yaşıyor.

Artık arabanın plakası mı, ruhsatı mı, beni mi tanıyor bilmiyorum.

Ama hedefte hep ben varım.

Barışmak istedim.

Camın kenarına ekmek, su, zeytin, hatta kedi maması koydum.

Görmedi bile.

Belki de gördü ama görmezden geldi.

Göz göze geldiğimiz anları unutamıyorum.

Gözlerinde kin, hesap, sabır…

Hepsi vardı.

Ruhsatlı tüfeğim var, evet.

Ama bugüne dek hiçbir canlıya silah doğrultmadım.

Bu başka.

Bu bir hayvan değil…

Bu, bir hesaplaşma gibi.

Sabahları başarı motivasyonuyla değil, bir karganın bağırtısıyla uyanıyorum.

Alarm kurmasam da 5.20’de gözüm açılıyor.

Günler geçtikçe üstünlük onun eline geçti.

Arabamı, evimi, uykumu ele geçirdi.

Annemin arabasını bile getirsem fark etmiyor:

Ertesi sabah b.k içinde.

Artık takip edildiğimi hissediyorum. Camdan baktığımda orada…

Yukarıdan bana bakıyor.

Yuvası eskiden ağacın alt tarafındaydı. Ulaştım, dağıttım. Ama şimdi?

En tepedeki daldan tüm evi denetliyor. İmkânsız bir yere taşındı.

“Sapanla vur” diyenler oldu. “Havalı tüfekle indir”, “Sık geçsin gitsin…”

Ama mesele bu değil.

Mesele tüfek değil, vicdan.

Evet, ruhsatlı iki tüfeğim ve bir silahım var.

Ama ben onları taşımıyorum, onların sorumluluğunu taşıyorum.

Benim derdim bu kargayla savaşmak değil…

Anlaşmak.

Ama olmuyor.

Defalarca barış eli uzattım.

Görmedi.

Kabul etmedi.

Küstü belki.

Belki de affetmedi.

Ama savaş da istemiyorum.

Mia’nın cam kenarına koyduğum mamaları bile kurudu.

Yine de umut ediyorum.

Hayalim, buraları terk edip Çanakkale’ye yerleşmek.

Ama bazı arkadaşlar; “Oraya da gelir” diyor.

Ve içten içe hak veriyorum.

Bu savaş sadece mekâna bağlı değil.

Bu, bir bağ gibi.

Takipten vazgeçmiyor.

Her sabah aynı hikâye.

5.20’de uyansam da alarm kuruyorum.

Artık refleks olmuş.

Alarm olmasa da “gak” sesiyle uyanıyorum.

Yastığın altına kafamı sokuyorum ama olmuyor.

Biliyorum, kulağa komik geliyor.

“İnsan bir kargayla nasıl savaşır?” diye düşünülüyor.

Ama yaşıyorum ben bunu.

Ve itiraf edeyim, komik olduğu kadar yıpratıcı.

Bu yüzden kan çıksın istemiyorum.

Benim ömrüm yetmez böyle bir kan davasına.

O 200 yıl yaşar.

Ben 70 yıl.

Böyle bir davaya evlat bırakacak halim yok.

Ama şunu söyleyeyim:

Bu bir düşmanlık değil, bir direniş.

Bu bir zafer değil, bir yaşama biçimi.

Ve ben her sabah aynı gak sesiyle, aynı mücadeleye yeniden başlıyorum.

Alıntı

BİRAZ TEBESSÜM

Çankaya Yokuşundan inmekte olan kamyon kırmızı ışıkta durur.

O sırada bir sarışın camını açar, bağırır.

“Şoför Bey! Arkadan yükünüz yola dökülüyor. Haberiniz olsun!…”

Sürücü oralı olmaz.

Yeşil ışıkta basar gider.

Sarışın bozulmuştur.

Bir sonraki Işıkta tekrar yakalar.

Yine “Şoför Bey! Arkadan yükünüz yola dökülüyor. Haberiniz olsun!…” diye bağırır.

Kamyon şoförü yine aldırmaz.

Yine basar gider.

Derken bir kırmızı ışık daha.

Bu kez sarışın arabadan iner.

Kamyon şoförüne camı indirmesini söyler.

Başlar bas bas bağırmaya.

“Size kaç seferdir, yükünüz yola dökülüyor, diyorum. Beni takmıyorsunuz.”

Şoför artık sıkılmıştır.

“La git başımdan! Görmüyor musun yokuşta buzlanma var. Ben de tuz döküyorum.”

ZAMAN

Her sabah hesabınıza 86.400 TL yatıran bir banka düşünün.

Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz…

Parayı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz.

Oyunun sadece tek bir koşulu var:

“Harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez, akşam hesabınızdan geri çekilir ve bu paranın hiç bir bölümünü ne sebeple olursa olsun saklayamazsınız.”

Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86.400 TL bulacaksınız...

Nasıl keyifli değil mi?

Farkında olsanız da olmasanız da aslında hepimizin böyle bir bankası var...

Adı “Zaman…”

Her sabah 86.400 saniye hesabınıza yatıyor ve o gün daha fazlasını asla harcayamıyorsunuz.

Kullanamadığınız kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan siliniyor, hiç devretmiyor.

Her gün size yeni bir hesap açılıyor, her akşam günün bakiyesi siliniyor...

Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok…

Bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız..

Zaman hiç kimseyi beklemez...

Dün artık mazi oldu...

Yarın ise muamma...

Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir armağandır...

Mutlu saniyeler...

Alıntı.