Eskiden yaşanmışlıklarla ilgili hikâyeler olunca dayanamıyorum.

Okumak, okurken o zaman gitmek bana huzur veriyor.

O sebeple sizlerin de bundan haşlanacağınızı umarak, böylesi hikâyeler bulunca sizlere aktarmaktan geri duramıyorum.

.

Musahipzade Celâl anlatıyor:

Rahmetli dedem iyi bir tacirdi.

Dükkânı Kantarcılarda imiş (Mısır Çarşısının önündeki sokak)

Dökmecilik (dökümcülük) edermiş.

.

Annem doğmadan evvel Süleymaniye'de beş altı odalı bir evi varmış, yanmış.

Yatak yorgan, üst baş, tencere tava, hepsi gitmiş bir anda.

Dün zengindim, bugün muhtaç.

Yaşayan bilir ancak...

Arkadaşları “Yanan ev olsun Mehmet Efendi” demişler, “çok şükür cana gelmedi ya!”

.

Güzel söylüyorsunuz da, çoluk çocuk var, daha ne kadar böyle dostların yanında idare ederiz...

“Sen üzülme” demişler, “İcabında ev alırız sana.”

Hakikaten bir iki gün sonra, yanan evin civarında, hem de denize nazır, iki selamlık odası ile beş de harem odası ve biraz da bahçesi olan bir ev bulmuşlar.

Hatta yanan evden fazla olarak küçücük hamamı da var.

Fiyatı dokuz yüz kuruş.

Dedemin çok hoşuna gitmiş ama beş yüz kuruş çıkarabilmiş ancak.

Fakat Avarız sandığı (Bir köy veya mahalle halkının ödeme güçlüğü çektikleri durumda, kürekçi bedeli ve diğer ihtiyaçlarına sarf edilmek üzere kurulmuş olan akar ve para vakfı) dört yüz kuruş ilave etmiş, hemen o gün almışlar evi.

.

400 kuruş!

Peki bu para neye tekabül ediyor acaba? Rahmetli anlatırdı:

‘Varna'dan, Köstence'den gelen yağ, pekmez çektirileri (küçük yelkenli tekneler) Yemiş ve Ayazma Kapısı İskelelerine yanaşırlardı.

Reçel gibi koyu ağdalı, bir desti pekmez yüz paraya verilirdi ki, nereden baksan kırk okka, iki kulplu destilerle kaldırılabilirdi ancak.

Kuzu derisi içinde sızdırılmış tereyağı tulumu altmış yetmiş para arasında.

Bir kuruş kırk para,

Bir para üç akçe,

Bir akça üç pul.

Lira altın zaten, ağır para.

.

Ramazan-ı şerif yaklaşınca bir telaş başlar.

Herkes kudretine göre zahiresini tedarikler, atar kenara.

Patatesini, soğanını, yağını, balını, odununu, kömürünü, bulamasını, reçelini, sucuğunu pastırmasını...

.

Evin idaresine göre birkaç kıvırcık koyun kesilir, kemikli ve kuşbaşı kavurmalar ve kıymalar yapılır, küplere basılır.

.

Eski kadınlar beceriklidir, hamur tahtasının başına oturur, yumurtalı yufkalar açar, erişte keserler sabırla.

Kuskuslar, tarhanalar...

.

Kilerlerin raflarına türlü türlü şurup şişeleri, reçel ve turşu kavanozları dizilir, küplere hardaliyeli üzüm turşusu kurulur.

.

Sırıklara hevenk hevenk (bir ipe geçirilerek dizilmiş, bir çubuğa ya da birbirine bağlanmış yaş meyve ya da sebze bağı) mor soğanlar asılır, tekerlek tekerlek Balkan kaşarları, tulum peynirleri Kızanlık'tan...’

.

Rahmetli büyükbabamın anlattığı bu bolluk bereket devrelerinde Kırım'dan, Kazan'dan ve Memleketeyn denilen Eflâk Buğdan'dan (bugünkü Romanya) zadü zahire gibi daha birçok mahsuller gelir.

O zamanlar tarım daha çileli, yollar daha zahmetlidir.

Lakin adı konmadık bir bolluk vardır, kim bilir “Bereket” dedikleri odur belki.

.

Güzelmiş o yıllar…

Para yokmuş ama huzur varmış.

Birliktelik varmış.

İnsanlık varmış.

.

Şöyle bir etrafıma bakıyorum da; “Menfaatten başka hiçbir şey göremiyorum…”

 

SANKİ BUGÜNÜ ANLATMIŞ

Anne ve babalarda bir rahatlık sormayın gitsin.

Daha minnacıktan başlayan “Özgürlük şarkılarıyla” büyüttükleri çocuklarını, öve öve bitiremiyorlar.

.

Ne bir “Dur!”

Ne bir “Sus!”

.

Böyle çocuk mu yetiştirilir?

Bizim zamanımızın eğitim aracı terlikti.

Sırtına veya kafana bir tane yedin mi?

Ortalık süt liman.

.

Şimdi ortalarda sadece “Şımarık” bir nesil var.

Her şeye sahip, sınırsız kredi ile.

Oturmayı, kalkmayı,

Konuşmayı,

Davranmayı,

Bilmeyen bir nesil.

.

Ne bir kural,

Ne bir adet,

Ne bir saygı…

Bunlardan bihaber nesil!

.

Ben terlikten yanayım.

Zira;

Terliksiz eğitim sistemi henüz bize göre değil.

Zamanı daha gelmedi…

.

Buyurun size konuyla ilgili bir hikaye.

.

Bir büyükanne, bir süpermarketin kasasında, kasiyer eşyaları tararken sabırla bekliyordu.

Arkasında 10 yaşlarındaki bir çocuk, annesinin bebek arabasını birkaç kez kadının bacaklarınasertçe itti.

.

Yaşlı kadın dönüp kibarca çocuğa “Dur!” diyor ama çocuk dinlemiyor ve kadının bacaklarını acıtmaya devam ediyor.

Bir, iki, üç kez gülümsüyor.

Canı acıyan kadın çocuğun annesine sesleniyor:

“Affedersiniz bayan! Oğlunuza durmasını söyleyebilir misiniz? Bacaklarım gerçekten acıyor.”

Annesi sakince cevap veriyor:

-“Hayır! Ne istiyorsa yapmasını tercih ederim. Davranışlarının sonuçlarından kendisini haberdar etmek için benim yöntemim bu.”

.

Arkalarındaki yaklaşık 19 yaşında bir genç, elinde bir kavanoz kızılcık reçeli de dâhil olmak üzere birkaç eşyayla sırasını beklerken sakince reçel kavanozunu açar ve önünde duran annenin başından aşağıya döker.

Genç adam gülümseyerek der ki:

“Ben de aynı dediğiniz gibi yetiştirildim... Bu yüzden istediğimi yapıyorum!”

.

Tüm olayları şaşkınlıkla izleyenlerin arasında büyükanne kasiyere dönerek şu cümleyi sarf etmiş:

“Kızılcık reçelinin parasını benden alın lütfen…”

 

KASSANDRA

Troya Kralı Priamos ve Hekabe’nin en güzel kızıdır.

Kendisi geleceği görmek ve rahibe olmak istiyordu.

Tanrı Apollon bir gün bu kızı gördü ve onu çok beğendi.

Apollon kıza bir teklif sundu.

“Eğer benimle birlikte olursan sana geleceği görme yeteneği vereceğim” dedi.

Kassandra kabul etti.

Apollon bu yeteneği kızın ağzına tükürerek verdi fakat kız sözünde durmadı.

Apollon ile birlikte olmadı.

.

Bakire bir rahibe olma isteği Apollon’a verdiği sözden daha ağır basmıştı.

Apollon çok kızdı.

Kassandra’yı lanetledi.

Lanete göre;

“Kassandra geleceği görecek ama kimseyi buna inandıramayacaktı.”

Ve asıl en kötüsü; asla rahibe olamayacaktı.

Tam tersine bir kadın olarak aşağılanacaktı…

.

Tam da böyle oldu.

Kassandra, Truva Savaşı’nın sonucunu görmüş fakat kimseyi inandıramamış.

Çaresiz bir halde savaşı ve sonuçları izlemişti.

.

Truva savaşının hemen ardından Aias adında bir Yunan askeri tarafından Athena tapınağında tecavüz edildi.

.

Daha sonra savaş esiri olarak Sparta’ya götürülür ve orada Agamemnon’un eşi tarafından öldürülür.

.

Günümüzde bilenleriniz mutlaka vardır.

Psikolojide, “Kimseyi kendine inandıramama” durumuna “Kassandra Kompleksi” denir.

 

MAYMUN ARAŞTIRMASI

Keith Chen, Yale Üniversitesi’nin ekonomi bölümünde görev yapan bir profesör.

Keith Chen’in araştırması, “Maymunlara, para kullanmayı öğretmek ve bunun sayesinde topladığı bilgileri, bizlerin yani insanların, para ile olan ilişkisini karsılaştırıp, çeşitli sonuçlar çıkarmak.”

.

Araştırma, Yale Üniversitesinin maymun laboratuvarında başlıyor.

Bu laboratuvardaki “7adet Capuchin Maymunu”, bir ana ve birçok küçük deney kafesinde, para kullanmayı öğreniyor.

Para olarak; “Gümüş renkli somun” kullanılıyor.

.

Süreç gayet basit.

Ana kafesten bir maymun alınıp, deney kafesine koyuluyor.

Bu maymuna “Para” adını verdikleri “Somun” veriliyor.

Maymun öncellikle bu somunu kokluyor, ağzına götürüyor.

Bu aşamada bir tepsi içinde çeşitli yiyecekler getiriliyor: “Elma, üzüm ve jell-o. (kremalı turta)

.

Amaç;

Bu yedi maymunun her birinin sevdiği yiyecek türünü bulmak ve bu yiyeceği elde etmek için parayı kullanmalarını sağlamak.

.

Deney kafesindeki maymun elmayı seçiyor.

Araştırmacılar, maymuna elmayı vermeden önce, elinden parayı alıp, maymuna yiyeceği veriyorlar.

Bu süreç haftalarca sürüyor ve maymunlar birkaç hafta sonra, ellerindeki somunun yani paranın gücünü anlamaya başlıyorlar.

.

Araştırmacılar, en çok tercih edilen yiyeceği öğrendikten sonra, yeni bir süreç başlıyor:

“Fiyatlandırma.”

.

Bu yeni süreçteki amaç:

Maymunların biz insanlar gibi rasyonel kararlar verip vermediğini bulabilmek.

.

Böylece araştırmacılar, birçok maymunun tercihi olan;

Jell-o’nun fiyatını iki somun,

Elmanın fiyatını yarım somun ve

Üzümün fiyatını ise bir somun yapıyorlar.

.

Buldukları sonuç ise, gerçekten ilginç. Maymunlar, deney sırasında, biz insanlar gibi para harcama konusunda çoğu zaman rasyonel davranıyorlar.

Parasını, en çok yiyecek alabileceği şekilde harcamaya başlıyorlar. Maymunlar;

1 somun verip 2 dilim elma almayı, fiyatı 2 somun olan bir adet jell-o’ya tercih etmeye başlıyor.

Buraya kadar her şey güzel!

.

Günlerden bir gün, yine ana kafesten, deney kafesine alınan maymun, deney kafesindeki bir tepsi içinde bulunan 12 somunu görüp, aniden çılgına dönüyor.

Paraların bulunduğu tepsiyi kapıp, ana kafese fırlatıyor ve kendisini de ana kafese atıyor.

Ana kafesteki bütün maymunlar bir anda gökten para yağdığını görüp, yere düşen paraları kapışmaya başlıyorlar.

.

Levitt, bunu yazısında maymun tarihinde gerçekleşen ilk “Banka soygunu” (maymunun tepsiyi çalması) ve “Hapishane kaçışı” (maymunun deney kafesinden, ana kafese kaçışı) olarak tanımlıyor.

.

Bütün bu kaos içinde araştırmacılar, ana kafesteki maymunlardan parayı geri almaya çalışıyor.

Olay biraz yatıştığı bir anda Keith Chen, hiç görmemeyi tercih ettiğini söylediği bir olaya şahit oluyor:

Erkek maymunlardan biri, dişi maymunlardan birine yaklaşıp, ona elinde bulunan somunlardan birini veriyor ve bunun karşılığında dişi maymun, erkek maymunun birlikte olma teklifini kabul ediyor!

İşin ilginç yanı dişi maymun “Kazandığı somunu” araştırmacıya getirip, bununla üzüm almaya çalışıyor.

Chen, bu olayı maymun tarihindeki ilk “Fuhuş” olarak tanımlıyor.

.

Yukarıdaki bilimsel araştırmadan sonra, Üniversitenin araştırma etik bölümü, maymunlar üzerinde yapılan para araştırmasının, “Maymunların yaşam koşulunu, değerlerini ve gündelik yaşamlarını” tamamen değiştirdiği ve zedelediği gerekçesiyle, araştırmayı iptal edip, maymunlara para verilmesini yasaklıyor.

 

HAYATIN ANLAMI

Eski zamanların birinde bir adam “Hayatın anlamının ne olduğuna” takmış kafayı...

.

Bulduğu hiçbir yanıt ona yeterli gelmemiş ve etrafındakilere sormaya karar vermiş… Ama aldığı yanıtlar da ona yetmemiş. “Fakat mutlaka bir yanıtı olmalı” diyormuş.

Ve dünyayı dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş…

Köy, kasaba, ülke dolaşmış, bu arada zaman da durmamış tabii ki ...

.

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:

“Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın yanıtı verebilir” diye yol göstermişler.

.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam.

Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye “Hayatın anlamının ne olduğunu” sormuş.

Bilge “Sana bunun yanıtını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş.

.

Adam kabul etmiş.

Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş.

“Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel... Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin…”

.

Adam, gözü çay kaşığında, bahçeyi turlayıp gelmiş.

Bilge bakmış “Evet” demiş “Kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?”

Adam şaşkın...

“Ama” demiş “ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…”

.

Bilge bu defa:

“Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş Bilge...

Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzelliklerle büyülenmiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü...

Geri geldiğinde bilge adama “Bahçe nasıldı?” diye sormuş...

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış.

Bilge gülümsemiş; “Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” diyerek eklemiş:

“Hayat senin bakışınla anlam kazanır.

Ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın...

Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, akıp giden zamanın anlam kazanır...

Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir...”